Eski zamanlardan beri; kökü derin olan ağacın, gövdesinin de gür olacağı bilinip söylenirdi. Yakın geçmişte, bir de "istikbal köklerdedir" belirlemesi yapılıp; bu mesaj ve muhteva, güncel hale getirildi.
Geçtiğimiz günlerde, İstanbul Ticaret Odası'na; bir dost ziyareti yapmıştık. Ayrılırken, beklemediğimiz bir kazanç elde etmiş; kurumun bastırdığı iki önemli kitabı, hediye olarak almıştık.
Bunlardan biri; "Kutadgu Bilig ve Türk-İslam Kimliği" adını taşıyordu. Söz konusu şaheser ve müellifi Yusuf Has Hacib hakkında yazılmış makalelerden oluşuyordu.
Anlaşılan o ki; 2019 yılında, eserin yazılışının 950. yıl dönümü, UNESCO'nun "anma ve kutlama" listesine alınmış. Bu vesileyle; bizim böyle bir değerimizin olduğunun, yeniden farkına varılmış.
İstanbul Edebiyat Derneği (İSEDER), vaziyetten vazife çıkarıp, bir sorumluluk üstlenerek; Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig hakkında yazılan önemli makaleleri derlemiş. İstanbul Ticaret Odası da işin mali sorumluluğunu üstlenip; güzel bir kitap haline getirmiş.
Okurken; asırlar öncesine gidip, geçmişimizi hayırla ve dahi hayıflanarak yâd etmemize vesile oldu. Tarih, kültür, medeniyet dünyamızın "kökleri" yahut "kodları"; muhteşem slaytlar ya da film kareleri halinde, göz ve gönül hanemizin seyir perdesine geldi.
BİR ÜLKE, İKİ BİLGE
Bilindiği gibi Türklerin İslam Dini ile tanışmaları, buluşmaları; Karahanlılar Devleti döneminde, Satuk Buğra Han'ın öncülüğünde olmuştur. Milli değerler ile dini değerlerin ortak sinerjisi sonucu; kısa zamanda, Türk milleti, İslam ümmetinin en dinamik gücü haline gelmiştir.
Aynı ülkede, aynı bölgede ve yaklaşık aynı zaman dilimleri içinde; birbirlerinden bağımsız olarak, "Türk-İslam Kimliği" alanında ciddi çalışmalar yapan iki "bilge" kişi var. Biri "düşünce", öteki "dil" dünyamızın temellerini atıyor, direklerini dikiyor, duvarlarını örüyorlar.
Şair, edip, âlim, arif, düşünce ve devlet adamı Yusuf Has Hacib; bu dönemin kurucu yahut inşa edici isimlerinden biri. Kısaca, insanı ve toplumu dünya ve ahiret saadetine ulaştıracak "kutlu bilgi" anlamına gelen Kutadgu Bilig ise; dönemin, Türk dilinde yazılmış ilk büyük manzum eseri.
Şiir diliyle ve 6645 beyit olarak kaleme alınmış. Hem farklı değerleri ve duruşları temsil eden, hem de birbirlerini tamamlayarak bütüncül bir algı oluşturan dört kahramanın şahsında; "ideal devlet ve toplum düzeni" anlatılmış.
Tarihimizdeki "siyasetname" geleneğinin de ilk örneklerinden birini oluşturan eserin; 1070 yılında, Türkistan'ın Kaşgar şehrinde, Karahanlı Hükümdarı Uluğ Kara Buğra Han'a arz edildiğini biliyoruz. Ayrıca, güvenilir kaynaklardan; sarayda harıl harıl ve tekrar tekrar okunup, uzun süre müzakere edildiğini öğreniyoruz.
Dönemin ikinci kültür ve medeniyet öncüsü; gene UNESCO'nun anma ve kutlama listesinde yer alan, "Divan-ı Lügati't-Türk" adlı eserin müellifi Kaşgarlı Mahmut olmuş. O da 1077 yılında, Abbasi Halifesi Muktedî-Biemrillah'ın oğlu Ebü'l-Kasım Abdullah'a sunulmuş.
Zamanın bütün muteber ilimlerini tahsil eden Kaşgarlı; en sonunda, kendisini Türk dili araştırmalarına vakfetmiş. Bu amaçla, uzun yıllar boyunca, Orta Asya'nın bütün dağlarını ve ovalarını, şehirlerini ve obalarını köşe bucak dolaşarak; asırların eskitemediği bir "dil ve kültür hazinesi" meydana getirmiş.
Her iki şahsiyette ve şaheserde; "Türk örfü" ile "İslam itikadı", maharetli bir elle yoğrulmuş. Devlet ve toplum düzeninin kökleri salınmış, evrensel kodları bulunmuş.
ULU ÇINARLARIMIZ NEREDE?
UNESCO'nun anma ve kutlama listesinde; Bilge Tonyukuk Anıtı, Atabetü'l Hakayık Kitabı, Pîrî Reis Dünya Haritası gibi eserler ile Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Ahi Evran, Buhurizade Mustafa Itrî, Evliya Çelebi, Katip Çelebi, Mevlana Celaladdin-i Rûmî, Nasrettin Hoca, Uluğ Bey, Mimar Sinan, Osman Hamdi Bey gibi isimler de var. Eserlerin yapılış, yazılış, basılış yıl dönümlerini; şahısların doğum ya da ölüm yıl dönümlerini vesile yapıp öne çıkarıyorlar.
Bu listeye dâhil edilebilecek diğer isimleri ve eserleri sayıp sıralamaya kalkışsak; satırlar, sayfalar, hatta kitaplar yetmez. Yapılanları, yaşananları, üretilenleri, dünyaya ve insanlık âlemine "kalıcı miras" olarak bırakılanları filmlere, dizilere, belgesellere dönüştürsek; haftalar, aylar, yıllar boyu bitmez.
İşin garibi şu ki; yeni nesiller, kültür ve medeniyet tarihimizin zirve isimlerinden ve muazzam şaheserlerinden habersiz yaşıyor. Ulu çınarların köklerinden ve gövdelerinden kopmuş, uzaklaşmış; bodur çalılarla yahut ağaçlarla uğraşıyor.
Devlet ve toplum hayatımızı düzene koyacak, dünya ve ahiret hayatımızın "huzur ve güven" şifrelerini sunacak değerler sistemimizin; diline de haline de yabancıyız. Bizi öyle bir yola sürmüş, öyle bir çöle düşürmüşler ki; hancısı olmayan yolcu, yolcusu olmayan hancıyız.
Dini, ahlaki, sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik hayatımızın pek çok alanını ve konusunu konuşup tartıştığımız, ayrışıp ihtilafa düştüğümüz şu günlerde; "yabancı ve yalancı kahramanlar" güruhunun oluşturduğu masal dünyasının dışına çıkıp, kendi köklerimizi ve kodlarımızı bulmalıyız. Evimizde kaybettiklerimizi komşumuzda arama saflığına son verip; dünü ibra, bu günü ihya, yarını inşa sürecine girerek geçmişten geleceğe "köprü" kuran bir ülke ve toplum olmalıyız.
Daha da önemlisi; gölgesinde huzur bulacağımız yeni çınarların dikilmesi. Tebliğiyle ve temsiliyle; topluma yön verecek, yol gösterecek yeni bilge adamların yetiştirilmesi.