Savaşın kartalı, barışın güvercini
İnsanlık tarihinin hemen her döneminde, küçük ya da büyük ölçekli savaşlar olmuş. Yeryüzü coğrafyasının her karışında; Şeytan'ın ve Rahman'ın ordularının at izleri kalmış.
Eskiden beri, tüm savaşların iki ana cephesi yahut tarafı var. Biri, Şeytan'ın emrine uyup kötülüğü yaymaya ve yaşatmaya çalışanlar; diğeri, Rahman'ın emrine uyup iyiliği yaymaya ve yaşatmaya çalışanlar.
Biz buna, kısaca; "hak-batıl savaşı" diyoruz. Kimi ya da neyi rab, ilah ediniyorsak; onun yolundan gidiyor ve onun uğrunda mücadele ediyoruz.
Günümüz dünyasında, savaşların silahları ve stratejileri oldukça çeşitlendi. Seferberlik, ihtiyaç oldukça idrak edilen bir durum olmaktan çıktı; kesintisiz devam eden bir yaşama biçimi haline geldi.
Aslında, lazım olan; "savaş" ikliminden kurtulup, "barış" iklimini bulmaktır. Bunun garantisi ise; hayatın bütün alanlarında ve konularında, "el tetikte-göz menzilde" olmaktır.
Herkes bilir ki; su uyur, düşman uyumaz. Savaşa hazır olmayanlar, barışı koruyamaz.
Dinimizin, dünya görüşümüzün değerler sistematiği içinde; savaşın da hukuku vardır. Öncelikli olarak, barış içinde olmak ve kalmak tercih edilir; zaruret halinde, belirli şartlara ve hükümlere bağlı olarak savaşılır.
Mümtehine Suresi ayet 8 ve 9'da; "dost" ile "düşman" ayırt edilip tanımlanmış. Bizimle din uğrunda savaşmayan ve bizi yurtlarımızdan-yuvalarımızdan çıkarmaya kalkışmayan kimselere karşı iyilik yapmamız ve adil davranmamız tembih edilirken; din uğrunda savaşan, yurtlarımızdan-yuvalarımızdan çıkarmaya kalkışan ve onlara yardım eden kimselerle dostluk yasaklanmış.
Allah (CC), Bakara Suresi ayet 190'da; "Size karşı savaşanlarla siz de savaşın, sakın haddi aşıp haksız yere saldırmayın" diyor. Hac Suresi ayet 39'da ise; "Kendilerine savaş açılan müminlere, haksızlığa uğratılmaları sebebiyle savaş izni verildiğini" söylüyor.
Bakara Suresi ayet 193'te; hedef gösterilmiş, sınır çizilmiş. "Fitne (zulüm ve işkence) sona erinceye ve kulluk da sadece Allah için oluncaya kadar onlarla (saldıranlarla) savaşın. Eğer (zulüm ve işkenceden) vazgeçerlerse, zalimlerden başkasına düşmanlık etmeyin" emri verilmiş.
İyiler, iyilik için savaşmasalardı; kötüler galip gelir ve insanların mal, can, akıl, nesil, din emniyetleri yok olurdu. Hac Suresi ayet 40'ta beyan edildiğine göre; "Allah, bir kısım insanların kötülüklerini, diğer bir kısım insanların iyilikleri ile def edip önlemeseydi; içlerinde Allah'ın adının anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılırdı".
Nisa Suresi ayet 75'te, müminlere; "Size ne oluyor da Allah yolunda ve 'Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu beldeden çıkar, katından bir koruyucu ve kurtarıcı gönder' diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz" ikazı var. İşte bu yüzden, mallarını ve canlarını cennet karşılığında satan Müslümanlar; asırlar boyu, zalime karşı mazlumun koruyuculuğunu, zulme karşı adaletin bayraktarlığını yapmışlar.
Bilindiği gibi, kartal; keskin bakışlı, haşin duruşlu avcı bir kuştur. Bu özelliğinden dolayı, "savaşın sembolü" olmuştur.
Hakkında üretilen pek çok efsane vardır. Belli bir yaşa geldikten sonra; gücünü toplamak için, gagasını ve pençesini söküp yenilediği anlatılır.
Kutsal metinlere dayandırılan kıssalar arasında; Büyük Tufan'dan sonra Hz. Nuh'un beyaz bir güvercin uçurduğu, ağzında zeytin dalı ile geri dönerek suların çekildiği haberini getirdiği rivayet edilir. O gün bu gündür, beyaz güvercin "barışın sembolü" olarak bilinir.
Arif Nihat Asya, Bayrak şiirinde; bu iki sembolü birleştirmiş. Rengini şehit kanlarından alan bayrağımıza; "savaşın kartalı, barışın güvercini" demiş.
Bugün, dünyanın dört bir yanında; savaş ateşleri yanıyor. Huzur ve güven içinde yaşayalım diye yaratılan yeryüzü; cadı kazanı gibi kaynıyor.
Özellikle İslam coğrafyası; her bakımdan perişan oldu. Zalime duvar, mazluma kalkan olan sosyal ve siyasal yapılar; himmete muhtaç hale geldi.
Şeytanın adamları ve adımları; yurtlarla-yuvalarla birlikte akılları, ruhları, bedenleri de işgal ettiler. Ümitle, güvenle, özlemle beklenen alperenler; iyi atlara binip gittiler.
Her kalenin burcuna, hakkın ve adaletin sancağını dikecek; zalimim zulmüne, kâfirin küfrüne son verecek; fıkhını belirleyip, savaşları bitirecek; yeryüzünü, huzur ve güven içinde yaşanılır hale getirecek bir nesle ihtiyaç var. Tarihi ve kültürel geleneğimiz ve genetiğimiz ile kader kurgusunun öngördüğü muhtemel geleceğimiz; bunu bizden bekliyorlar.
Küçük suların kayığı olmaktan kurtulup, büyük denizlerin gemisi haline gelmeliyiz. Gecenin ardından gelen gün gibi parlayıp; yine, yeniden, "savaşın kartalı, barışın güvercini" olmalıyız.
Bunun birinci adımı; Peygamber Efendimiz'in (SAV) "büyük cihat" olarak tanımladığı şeyi başarıp, nefislerimizi terbiye ederek büyümek, gelişmek. İkinci adımı ise; hakkın ve adaletin hâkimiyetini sağlayacak güce, imkâna erişmek.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.