Biz, doğal olarak; tarih sahnesinde, Türk-İslam medeniyetinin mensuplarıyız. Selçuklunun, Osmanlının bugünkü torunları yahut uzantılarıyız.
Fakat, üstümüzden öyle bir silindir geçti ki; toplumsal hafızamızı kaybettik. Uzun bir süre, kendi değerlerimize düşman edildik.
Yabancılaşma, hayatımızın her alanına sirayet etti. Bağımız berbat oldu, ekinlerimizin ve nesillerimizin bereketi gitti.
Yalan, talan dünyası ve düzeni; can evimizden vurdu. Dost edindiğimiz düşman gemisi, bizi tehlikeli sahillere savurdu.
Bu cümleden olmak üzere; eserlerimizin de değerlerimizin de kıymetini bilemedik. Gözümüze, gönlümüze perde çekildi; hakikati göremedik.
Altmışaltı yıllık ömrümüzün, son elli yılında; başka şeylerle birlikte, tarihi eserlerimiz konusunda da gördüklerimiz, duyduklarımız oldu. Onları "ihya" etmek için yapılanlar, bizi memnun ve mesut etti; "imha" etmek için yapılanlar, içimize işleyip yürek yarası haline geldi.
Çünkü, biliyorduk ki; tarihi eserler, bir kültürün ve medeniyetin en güçlü taşıyıcılarıdır. Bulundukları yerlerin kime ve neye ait olduğunu göstermeleri bakımından; iyi korunması gereken mülkiyet tapularıdır.
Ayrıca; bir akıl, ruh, mana, maksat ikliminin işaretleridir. Okumasını bilenler için; teknik, estetik, içerik hazineleridir.
Ancak; ülke ve toplum olarak, bu mirasa yeteri kadar sahip çıkamadık. Har vurup harman savuran mirasyediler gibi; en kıymetli hazineleri bile elimizde tutamadık.
Son yıllarda, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve TİKA gibi kamu kurumları aracılığıyla; sadece Türkiye'de değil, İslam Dünyası'nda ve Osmanlı Coğrafyasında, pek çok tarihi eser yeniden ihya yahut inşa edildi. Kültür ve medeniyet dünyamızın, ölüme terk edilmiş mücessem değerleri; yok olmaktan kurtarılıp diriltildi.
Gel gör ki; dökülen kabını doldurmadı. Bu niyetler ve gayretler; "tarihi eserin duvarına tahta çakıp, dibinde çay satan bir nesil" yetişmesine mani olmadı.
Dikkatlerimizi toplayıp, bir hafıza tazelemesi yapalım. Cumhuriyet tarihi boyunca, tarihi eserlerin talan edilmesi konusunda yaşanan süreçleri; birlikte hatırlayalım.
Genelde vakıf eserlerinin, özelde camilerin ve mescitlerin her biri; öncelikli anlamlarının ve amaçlarının dışında, aynı zamanda "tarihi eser" olarak nitelendirilmiştir. Gerek hamileri ve hayır sahipleri, gerekse ustaları ve kalfaları tarafından; temsil ettikleri kişisel, kurumsal, toplumsal değerler kadar özen gösterilmiştir.
1927-1972 yılları arasında; çoğu tek parti döneminde ve 2815'i cami olmak üzere, 3900 vakıf eseri haraç mezat satıldı. Bunlardan bazıları; ambar, depo, hatta ahır bile yapıldı.
Vakıf malını özel mülkiyete dönüştürmek caiz değildir diye, Müslümanlar geri durdular. Gayri Müslimlere gün doğdu, bunca tarihi eserin kolayca sahibi oldular.
Yıkılıp yerine ev, işyeri, meyhane yapılanlar oldu. Duvarlarındaki nadide süslemeleri sıvayla yahut betonla kapatılanlar oldu.
Camilerin tarihi eser niteliğindeki halıları ve tabloları; ya çalındı, ya el altından satıldı. Bunun için, kaçakçılarla iş birliği yapıldı.
Defineciler, memleketin dört bir yanını delik deşik ettiler. Buldukları tarihi eserleri yahut objeleri, gizli kapaklı sattılar.
Kütüphanelerden çalınan el yazması eserler, yurt dışına gönderildi. Bize ait olmayan müzelerin ve kütüphanelerin malı haline geldi.
1931 yılında, dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından; binlerce (bir rivayete göre 50 ton civarında) değerli evrak, "hurda kâğıt" olarak Bulgaristan'a gönderildi. Olay sırasında Türkiye'de bulunan bir Bulgar vatandaşı tarafından, kendi hükümetine telgraf çekilerek; "gelen malzemenin hurda kâğıt değil, tarihi değere sahip Osmanlı belgeleri olduğu" haberi verildi.
Sonuç olarak; Anadolu'dan kaçırılıp Avrupa'da, Amerika'da arşivlenen yahut sergilenen binlerce tarihi eserimiz var. "Uygar" Batı'nın sömürgen yönetimleri, tarihi eser kaçakçılığının baş aktörleri oldular.
Şüphesiz, onların değirmenine su taşıyan yerli işbirlikçiler de oldu. Büyük devletler kurmuş, medeniyetler oluşturmuş bir ecdadın mirası; kadir kıymet bilmeyen bir neslin eline kaldı.
Son yıllarda yaşadığımız dirilişin, uyanışın; hayatımızın bütün alanlarına ve konularına yansıması gerekir. Bunun için; tarihi eserlerine de temel değerlerine de sapa sağlam sahip çıkacak bir nesil yetiştirilmelidir.
Korunması ve kurtarılması gereken nice eserimizin bulunduğunu, bilenler biliyor. İnsanlık için hayat iksiri olabilecek değerlerimiz; güncellenip gün ışığına çıkarılmayı bekliyor.
Zekeriya Erdim