Ana rahminden mezara kadar, sürekli hareket halindeyiz; ya gidiyor, ya geliyoruz. Kısa, orta, uzun mesafeli menzillere ulaşma niyeti ve gayreti içinde hep "seferber" oluyoruz.
Kimi "iyiliğe ulaşmak" kimi "kötülükten kaçmak" için. Kendimize iş, eş, dost, kardeş, yurt, yuva, dert, dava seçmek için.
Gelirken, sırtımıza vurup getirdiklerimiz; giderken, heybemize koyup götürdüklerimiz var. Halden hâle, mahalden mahalle geçişlerimizde; bizi, yükümüzle birlikte karşılıyorlar.
Aldıklarımız, verdiklerimiz; ya "kâr" ya "zarar" etmemizi sağlıyor. Bazen yüzümüz gülüyor, yüreğimiz ferahlıyor; bazen gönlümüze gölge düşüyor, gözlerimiz kan ağlıyor.
Yük alanların da yük olanların da yaşadığı bir dünyadayız. Kimilerimiz, her dem "diriliş" ve direniş" içinde; kimilerimiz, derin uykuda ve tozpembe rüyadayız.
Hayat; "ekin tarlası" ile "mayın tarlası" karışımından oluşan, inişli yokuşlu bir arazi. Kader; kılı kırk yararak, herkesi ve her şeyi tartan bir terazi.
Önemli olan; nereden gelip, nereye gittiğimiz. Uğradığımız "pazar" yerlerinde; neleri alıp, neleri sattığımız.
En sonunda; "kesin hesap" görülecek. Adına "amel defteri" dediğimiz kayıt kütüğü; sağ ya da sol taraftan, elimize verilecek.
Orada eksiği ve fazlası, yalanı ve yanlışı olmayan bir "sonuç raporu" göreceğiz. Ederimize uygun bir "şahadetname" alıp; hak ettiğimiz kapıdan içeri gireceğiz.
Tarihin en eski çağlarından bu yana; adına "iç göç" yahut "dış göç" dediğimiz toplu yer değiştirmeler oluyor. Savaş, doğal afet, salgın hastalık, açlık, susuzluk gibi muhtelif sebeplerle; insanlar, yurtlarını ve yuvalarını terk edip, daha güvenli bölgelere yahut beldelere gitmek zorunda kalıyor.
Geldikleri yerlerden getirdikleri kişisel, kurumsal, toplumsal değerleri; gittikleri yerlerde buldukları ile birleştiriyorlar. Hayat hamurunu, yeniden yoğurup yeni bir yaşama biçimi geliştiriyorlar.
Eskiden beri ilim tahsili için yollara düşüp, uzak diyarlara gidenler olmuş. Her yola çıkan, ilgi ve ihtisas alanına giren konunun ehlini buluncaya kadar gitmiş; aylarca veya yıllarca talebe olup, "icazet" almış.
Dönüp geldiğinde; elde ettiği ilmi ve irfanı, başkaları ile paylaşmış. Nihayetinde; o da, ayağına gelinen kişi olma seviyesine ulaşmış.
Ticaret için, uzak diyarlara gidip gelen Müslüman tüccarlar; İslam'ın isimsiz kahramanları haline gelmiş. Mal, ürün, hizmet alıp satmanın ötesine geçip; aynı zamanda bir "kültür elçisi" olmuş.
Doğruluk ve dürüstlük sınırları içinde kalarak, ehil ve güvenilir tüccar olarak inandıkları ve yaşadıkları değerleri, iyi "temsil" etmişler. İlgi ve istek uyandırmış; gelen talepleri değerlendirerek Allah'ın dinini "tebliğ" etmişler.
Bizim, kültür ve medeniyet tarihimizin; bir "alperenler" geleneği var. Onlar Anadolu yarımadasının, Selçuklu yahut Osmanlı coğrafyasının Türk yurdu ve İslam beldesi haline gelmesinde, "öncü" rolü oynamışlar.
Sadece, "savaşçı" kimlikleriyle sınırları ve surları aşıp fetihler yapmamış; halleriyle, dilleriyle, duruşlarıyla gönüllere de girmişler. Gittikleri yerlere; adalet, huzur ve güvenle birlikte yeni bir ruh da götürmüşler.
Bu bağlamda; "seyyah" olup dünyanın çeşitli ülkelerini, bölgelerini gezenleri, görenleri de hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekir. Onların "seyahatname" adı verilen notları, kitapları; sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, tarihi, coğrafik, askeri, arkeolojik alanlarda yapılan çalışmalara kaynaklık etmiştir.
14. yüzyıl seyyahlarından İbn-i Battûta; yüz yirmi bin kilometre yol teperek, üç kıtayı gezmiş. 1907 yılında Türkçeye tercüme edilen meşhur seyahatnamesinde; Anadolu insanından ve coğrafyasından, övgüyle söz etmiş.
"Allah, güzellikleri öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtırken; buraya, hepsini birden vermiş" diyor. Ayrıca "burada dünyanın en güzel, en temiz, en şerefli, en şefkatli, en merhametli insanlarının yaşadığını" söylüyor.
Şimdi biz, bu tariflerin ve tanımların neresindeyiz? Dostlarının beğendiği, düşmanlarının imrendiği ecdadımızın kimiyiz, nesiyiz?
Hangi değerler dünyasının ve düzeninin içinde yaşıyoruz? Kapı komşumuzdan akrabamıza, oturduğumuz mahalleden en uzak diyarlara kadar; gittiğimiz yerlere, muhatap olduğumuz kimselere ne taşıyoruz?
Gelirken alıp getirdiğimiz iyi, güzel şeyler var mı? Onlar; hayatımıza yeni bir anlam ve değer katıyorlar mı?
Hepimiz geçmişten gelen, geleceğe doğru giden yolcularız. Geçici olduğunu bildiğimiz "dünya" ve kalıcı olacağına inandığımız "ahiret" hayatımızda götürdüğümüz ve getirdiğimiz şeyler kadar değerliyiz, varız.
Zekeriya Erdim