Son günlerde, dünyada ve Türkiye'de; bir "ekonomik kriz" gündemi var. Siyasetçiler, bürokratlar, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyeleri, uzmanlar, sivil toplum temsilcileri, vatandaşlar; enine boyuna, lehte ve aleyhte, konuşup tartışıyorlar.
Ancak; meselenin önemli bir boyutu üzerinde, hemen hemen hiç durulmuyor. Sayısal veriler değerlendiriliyor, finansal hesaplar yapılıyor, sosyal ve psikolojik etkenler irdeleniyor; malların ve mülklerin, paraların ve altınların elde ediliş biçimleri bakımından hukuken "meşru", fıkhen "helal" olup olmadığı konusuna yer verilmiyor.
Öte yandan; faturanın hep yönetici kadrolara ve kurumlara kesildiğini görüyoruz. Oysa biz, sayısız örnekler ve öyküler üzerinden; yönetilenlerin de piyasayı kirlettiklerini, zehirlediklerini biliyoruz.
Aşağı mahallede yalan söyleyenlerin, yukarı mahalleye varınca kendilerinin de inandıkları ve başkalarını da inandırdıkları kıssası; tekrar tekrar yaşanmakta. Bazı çevrelerin, "fısıltılarını fıska dönüştürme" niyetleri ve gayretleri; gafiller ve hainler aracılığıyla, iradeleri ipotek altına alınmış milyonların zihinlerine ve gönüllerine taşınmakta.
Bu hal ve gidiş içinde; sadece kazancın değil, hemen her şeyin, hayat ufkumuzdaki "bereket" bulutları, terk-i diyar edip göçüyor. Tamahkâr avcı eliyle, ağaca taş ya da kurşun atıldığında; bir kuş ölüyor, bin kuş kaçıyor.
Böylece; kendi elimizle ve dilimizle oluşturduğumuz sarmalın içine düşüyoruz. Üflediğimiz soğuk hava, baharı kışa dönüştürüyor ve birlikte üşüyoruz.
Bir an için, algıların anaforundan kurtulup; çemberin dışına çıkalım. Halimize ve hayatımıza; yukarıdan, kuş bakışı bakalım.
Mesela; kazandıklarımızın gelişi "helal" yollardan, gidişi "hayır" yerlere olsa. İnsanlar iyilikte, doğrulukta, dürüstlükte birleşip bütünleşerek; "sırat-ı müstakim" üzere yürümekte karar kılsa.
İşlerimize besmeleyle başlayıp, şükürle bitirsek. Alışverişlerimizde hile yapmayıp; "helalin azı, haramın çoğundan iyidir" desek.
Anamıza, babamıza, ustamıza, hocamıza hürmette kusur etmesek. Komşumuz, akrabamız açken; biz, tıka basa yiyip tok yatmasak.
Vergi kaçırarak, hırsızlık yahut yolsuzluk yaparak; devletin ve milletin hakkını gasp etmesek. Stokçuluğa, karaborsacılığa meyledip; suni kriz üretmesek.
Zekâtımızı, infakımızı vererek; fakire, muhtaca yardım ederek; sosyal ve ekonomik dengeyi sağlasak. Hayatın bütün alanlarında ve konularında, "birleşik kaplar" gibi olarak; toplum zincirinin halkalarını birbirine bağlasak.
Kavli ve fiili dualarımızla; "katma değer" oluşturmaya, geliştirmeye çalışsak. Kişisel menfaatlerimizi, toplumsal maslahatlarımızın önüne geçirmesek; ortak faydalarda ve paydalarda buluşsak.
İnsanlara, hayvanlara, bitkilere, böceklere, hâsılı yaratılmış herkese ve her şeye karşı; iyilik ve güzellik, şefkat ve merhamet duyguları, düşünceleri taşısak. Başından sonuna kadar; "herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünya, hiç kimse için huzurlu ve güvenli değildir" inancı ile yaşasak.
Dinimizi, devletimizi, vatanımızı, milletimizi, namusumuzu, ahlakımızı, malımızı, canımızı, paramızı, pulumuzu, imajımızı, itibarımızı; dünya ve insanlık âlemi ile birlikte, "bölünmez bütün" olarak görsek. Bütün bunları, koruyup kollamak için; "umumi seferberlik" hali içine girsek.
İşte o zaman; ömrümüz ve rızkımız, zamanımız ve imkânımız, malımız ve canımız bereketlenir. Yurdumuz ve yuvamız, denizimiz ve karamız, toprağımız ve havamız şenlenir.
Allah'ın lütfuna, ikramına, desteğine, yardımına mazhar oluruz. Dağları deler, kayaları kırar, deryalarda yürünüp geçilecek yol buluruz.
Çünkü, Allah (cc) tarafından vahiy edilen pek çok ayetin ve Peygamber (sav) Efendimiz'den rivayet edilen pek çok hadisin manasından, muhtevasından anlaşıldığına göre; iman ve ahlak, tövbe ve istiğfar, dua ve şükür, iyilik ve yardım, zekât ve infak, doğruluk ve dürüstlük bereketi artıran faktörlerdir. Mallarını ve canlarını Allah yolunda harcayanların durumu ise; "yedi başak veren ve her başağında yüz tane bulunan tohum" örneği ile izah edilir.
Doğal ya da suni krizlerin yönetilmesi sırasında; hemen hepimiz, "yangında ilk kurtarılacak şey sükûnettir" ilkesine göre hareket etmeliyiz. Sorunun değil, çözümün parçası olma yolunu tutmalıyız.
Ayağımızla toz kaldırıp, ağzımızla yutma ahmaklığına düşmeyelim. Kaderin ve kalplerin sahibi olma özelliğini, Allah'tan başka ilahlara isnat edip; kulluk ve halifelik sınırlarının dışına taşmayalım.
Bizim halimiz, hareketimiz doğru olursa; Rabbimizin rahmeti, bereketi de bol olacaktır. Her zorluğun arkasından, bir kolaylık gelecek; gecenin arkasından, gün doğacaktır.
Zekeriya Erdim