Allah (cc), âlemi ve içindekileri; denge ve uyum esasına göre yaratmıştır. Her birine bir "yaratılış sebebi yahut gayesi" tayin etmiş; birbirlerini destekleyecek, tamamlayacak yahut ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde var etmiştir.
İnsanların, hayvanların, bitkilerin, hâsılı tüm canlıların varlıklarını devam ettirebilmeleri için gereken temel ihtiyaç maddelerinden biri; genelde atmosfer, özelde canlı organizması içindeki oksijendir. Oranının düşmesine yahut ihtiyacı karşılayamayacak kadar azalmasına; sağlık sektörünün dilinde, "hipoksi" veya "oksijen yetmezliği" denir.
Bu sorunun; hemen tamamı insan hatası kaynaklı olan, çok çeşitli sebepleri var. Yüksek rakımlı uçuşlar, düşük seviyeli dalışlar, kimyasal zehirlenmeler, bazı ilaçlar, astım ve bronşit gibi hastalıklar, halk dilinde horlama diye bilinen ama tıp dilinde uyku apnesi adı verilen durum, hava kirliliğinin artması, ağaçların ve bitkilerin azalması; kısa ya da uzun vadeli, geçici ya da kalıcı olarak oksijen yetmezliği sonucunu doğururlar.
Belirti olarak; nefes darlığı, baş ağrısı, halsizlik, huzursuzluk, çarpıntı, kalp ritim bozukluğu, iletişim zorluğu, algı ve dikkat kaybı gibi haller görülür. Tedbir alınmaz yahut tedavi edilmezse; insanı, ölüme kadar götürür.
Geçtiğimiz günlerde, hayat dengemizi ve düzenimizi bozacak düzeyde "yüksek tansiyon" sorunu yaşadık. Bildiğimiz doğal tedbirlerin işe yaramadığını, günlerce ve hatta haftalarca devam ettiğini görünce; teşhis ve tedavi için, bir sağlık kurumuna gitmek zorunda kaldık.
"Uzman doktorlar" tarafından; muhtelif muayeneler, tahliller, tetkikler yapıldı. Ancak, muhatap olduğumuz sağlık sorununun sebebinin ne olduğu sorusu; tamamen cevapsız kaldı.
Denemek için, hafif dozda bir ilaç verdiler. Tansiyon seviyesinin gidişatını takip etmemizi, ilaç bitince tekrar kendilerine gitmemizi söylediler.
Evde, aile efradına bilgi aktarımında bulunurken; yeni "asistan doktor" olan kızımız, kendinden emin bir şekilde teşhis koydu. O, yaşadığımız tansiyon sorununun; "uyku apnesi" kaynaklı olduğunu söylüyordu.
Bunun üzerine; kalemin ucunu sivriltip, derinlemesine bir araştırma yaptık. Horlamanın sebeplerine, sonuçlarına, tedavi yollarına ve yöntemlerine baktık.
Ayrıca, gece yatarken ve sabah kalkınca tansiyonumuzu ölçtük. Gün içindeki gidişata göre, uyku saatlerinde daha fazla yükseldiğini gördük.
Parçalar birleşince, bir görüntü netliği oluştu. Farklı zamanlarda, farklı şekillerde yaşadığımız haller ve durumlar; dönüp dolaşıp, aynı noktada buluştu.
Kafamıza, kalbimize yatmış olmalı ki; artık biz de öyle olduğuna inanıyoruz. Şimdi, tedavi için; ehil ve güvenilir hekim arıyoruz.
İşin doğrusu; sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik hayatımızda da benzeri bir durum var. Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar; bir oksijen yetmezliği hali yaşıyorlar.
Havamız, suyumuz ve toprağımızla birlikte; bilgimiz, görgümüz, inancımız, ahlakımız ve tüm değerlerimiz kirlendi. İnsanın ve toplumun kimyası bozuldu; anlayışımız, işleyişimiz, yaşayışımız zehirlendi.
Herkese lazım olan iyilikler azalıyor; hepimizin hayatını tehlikeye sokan kötülükler çoğalıyor. Sağlığın yerini hastalık ve ölüm, adaletin yerini haksızlık ve zulüm alıyor.
Elimizle, dilimizle, halimizle; oksijeni azaltıp, karbondioksiti çoğaltıyoruz. Birlikte ve huzur içinde yaşamamızı sağlayacak olan güven iklimini; fitne ve fesat operasyonları ile bozup, giderek daha çok daraltıyoruz.
Alanında "uzman" gibi görünenler, basit ama önemli detayları atlıyorlar. Kendileri çokbilmiş oldukları için; "asistan" düzeyindekilerin aklına, fikrine itibar etmiyorlar.
Algılar, olguların önüne geçip; ortalığı allak bullak ediyor. Zihinleri dolandırılmış, gönülleri bulandırılmış kitleler; yaratılan hakikatin değil, üretilen hayaletin peşinden gidiyor.
Az tamah, çok zarar getiriyor. Bazılarının olağanüstü oburlukları, başka birilerinin olağan ihtiyaçlarını karşılayacak imkânları yiyip bitiriyor.
Hususi menfaatlerin, umumi maslahatları gölgede ve geride bıraktığını görüyoruz. Teker teker, organlarda meydana gelen hastalıkların; organizmanın bütününü tehlikeye soktuğuna şahit oluyoruz.
Böyle giderse, herkesin huzuru ve güveni kaybolur. Bu fırtınalı havada, okyanusun ortasında, devlet ve millet gemisi batarsa; kaptanla, tayfalarla, yolcularla birlikte "korsanlar" da boğulur.
Botlara, sallara, sandallara binip gideriz diye düşünüyorlarsa; yanılıyorlar, yanılıyorlar, yanılıyorlar. Ülkenin ve toplumun, dünyanın ve insanlık âleminin; "birleşik kaplar" dengesi ve düzeni içinde olduğunu unutuyorlar.
Yaşamak ve yaşatmak istiyorsak; oksijen yetersizliği sendromundan kurtulup, tansiyonu düşürmeliyiz. Sebepleri ortadan kaldırıp, sonuçları değiştirecek şekilde; çok yönlü bir "teşhis ve tedavi" süreci içine girmeliyiz.
Bunun için; uzman ve asistan ayırımı yapılmadan, devletle birlikte millet de ihmal edilmeden, akıllar ve gönüller birleştirilmeli. Tüm kadrolarla ve kurumlarla birlikte; bütün cephelerde, "sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik kurtuluş savaşı" verilmeli.
Zekeriya Erdim