Gönül yarası
İnsan ve toplum hayatının temel ilkelerinden biri; işleri ve ilişkileri, "öncelik" yahut "önem" sırasına koymaktır. Özellikle kaza, bela, yangın, deprem, sel, savaş gibi olağan dışı durumlarda; bizim için "diğerlerinden daha değerli olan" şeyleri ya da kimseleri korumak ve kurtarmaktır.
Bu açıdan bakıldığında; sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, dini, ideolojik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik işlerin ve işleyişlerin merkezinde "insan" var. Öyle süzme ve sihirli bir varlık ki; âlimler ona, "âlemin küçültülmüş özeti" diyorlar.
Ancak insan da kendi içinde, keşfedilmiş ve keşfedilmemiş kıtalardan, okyanuslardan oluşan büyük bir dünya gibi. Merkezi yahut motoru ise; akıl, ruh, beden fonksiyonlarının buluşma noktası olan kalbi.
Biz ona, zaman zaman "yürek" de diyoruz. Daha geniş, daha yüksek ve daha derin bir anlam bütünlüğünü ifade etmek için; "gönül" adını veriyoruz.
Çünkü o; Yunus Emre'nin ifadesiyle, keyfiyet açısından "insanın kıblesi" gibidir. Mevlana'nın beyanına göre ise; kemiyet açısından, "yedi göğün yedi yüz tanesini içine koysan, kolayca sığabilir".
İşte bu yüzden; varlığından haberdar olduğumuz her parçanın da, bütünün de "püf noktası" konumundadır. Hayat denizinde yüzen insanlık gemisinin, hiç şaşmaması gereken "ana rotası" durumundadır.
Yaratılmışların en mükemmeli olan insanın; bedeni "tarla", ruhu "tohum", aklı "çiftçi" misali. "Gönül tahtı"; onların birleşip bütünleşerek, meyveye yahut mahsule dönüşmüş öz ve özet hali.
Peygamber (sav) Efendimiz, bir hadisinde; "göğüs kafesimizde bulunan ve vücudumuzun her köşesine kan, can pompalayan", hayati derecede önemli organımızdan söz ediyor. "O düzgün olursa, bedenin tamamı düzgün olur; o bozulursa, bedenin tamamı bozulur" diyor.
Buradaki beden; sadece insan varlığından ve vücudundan ibaret değildir. Dünya ve ahiret hayatımızın tamamını derinden etkileyen, yolumuzun ve yolculuğumuzun istikametini belirleyen stratejik bir unsura dikkat çekilmektedir.
Onun için; eskiden beri ilim ve fikir, devlet ve din adamları hep gönül almaktan söz etmişler. Hayatın bütün alanlarında ve konularında, gerçek zaferin ya da başarının; "kalelere değil kalplere girmek, ülkeleri değil gönülleri fethetmek" olduğunu, olacağını belirtmişler.
Akıl, ruh, beden terbiyecileri; gene aynı merkeze odaklanmış. Kalp temizlendiğinde, yürek ferahladığında, gönül huzur ve sükûn bulduğunda; ufuklarda güneş doğmuş, karanlık bölgeler aydınlanmış.
Hz. Ali (ra), "Giremediğin gönül senin değildir" diyor. Arkasından, yolunu ve yöntemini gösterip; "gönül almak için, gönül vermek gerektiğini" söylüyor.
Bu gereklilik; kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların tamamı için geçerli bir zarurettir. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın ifadesiyle; "Gönül, sevilene bırakılmış bir emanet olup; onu zorla almaya kalkışmak, ihanettir".
Ali Şir Nevai'ye göre; "Gönül bütün anlamları içine alır, kendinde toplar". Orada aşk diyarının şahı, âlemlerin rabbi olan Allah'ın tecelligâhı var.
İman; dil ile ikrar, kalp ile tasdik demektir. İnsan, tüm tercihlerinde; araştırır, soruşturur, düşünür, değerlendirir, en sonunda gönlüne yatan şeye karar verir.
Necip Fazıl Kısakürek'in, mısralara dönüştürdüğü düşüncesine bakarsanız; "Akıl, akıl olsaydı; adı gönül olurdu". Ayrıca; "Gönül, gönlü bulsaydı; bozkırlar gül olurdu".
Hacı Bektaş Veli'ye sorarsanız; "Allah ile gönül arasında perde, duvar olmaz" imiş. Bir atasözünün beyanına göre; "Minareden düşenin parçası bulunur, gönülden düşenin parçası bulunmaz" imiş.
Hüseyin Nihal Atsız; yoksulluğun iyi bir şey olmadığını söylüyor. Arkasından; "Asıl korkulacak yoksulluk, gönül yoksulluğudur" diyor.
Anlaşılan o ki; adına "kalp, yürek, gönül" dediğimiz şey, insan ve toplum hayatının ana cevheri. İyi işlerin ve ilişkilerin, başlangıç ve bitiş yeri.
O zaman; besmeleyi buradan çekmeliyiz. Yükselmek ve yücelmek için, gönül tahtına çıkmalıyız.
Kadınlar ve erkekler eşlerinin, anneler ve babalar çocuklarının, öğretmenler ve idareciler öğrencilerinin, aydınlar ve yöneticiler hedef kitlelerinin gönüllerine girecek şeyler yapmalı. Aşçı aşına, işçi işine, terzi dikişine, yolcu gidişine; emeği ile birlikte, yüreğini de katmalı.
Gönül diyarı; yerlerden ve göklerden daha geniştir. Oraya ekilen tohum, dikilen fidan; bire on, yüz, bin verir.
Düştüğümüz yer de, kalkacağımız yer de burasıdır. Kanayan her ne yaramız varsa, aslında hepsi gönül yarasıdır.
Sonuç olarak; "Sevgimi günah pazarında satışa çıkardım, alan olmadı. / Söyleyin o yâre ki; nefis kantarında, öfke ile tartılmasın. / İçimde, ondan başka yorgun yokuş kalmadı. / Bir de deyin ki; gönül bezi yama tutmaz, yırtılmasın" diye, içimizden yüksek sesle bağırıyoruz. Her dem, yeni bir başlangıç niyeti, gayreti içine girip; derdimize ortak, yolumuza yoldaş, gönlümüze arkadaş olacak yâranlar arıyoruz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.