Kim kimdir, ne nedir?
Günümüz dünyasında; bilgiye erişimin hızı da arttı, kanalları da çoğaldı. Araştırarak, soruşturarak, tahkik ve tetkik ederek bilgi sahibi olmak; enine boyuna düşünüp değerlendirerek karar vermek, tavır almak; artık çok gerilerde kaldı.
Sağanak yağmurun ötesine geçip, sele dönüşen bir bilgi ve algı akışı var. Bu anafor içinde tutunacak dalı, sığınacak damı olmayanlar; isteyerek ya da istemeyerek, belirsiz bir istikamete doğru sürüklenip gidiyorlar.
Kişisel, kurumsal, toplumsal ölçekli yalan makinaları; günde üç mesai yapan fabrikalar gibi çalışıyor. İdrak ve irade devre dışı bırakılarak; delilsiz, dayanaksız algılar ve yargılar oluşuyor.
Yayanlar ile duyanlar arasında bir kontrol ve denetim mekanizması olmadığı için; kilitsiz ve anahtarsız kapılardan, her gelen geçip gitmekte. Tedbiri terk edip, tepsiye gelen gözler ve gönüller; gümüş tasla sunulan baldıran zehrini, bal şerbeti niyetine içip şükretmekte.
Havanın, suyun kirlenmesi gibi; bilgi kaynaklarının ve kanallarının da kirlendiğini, zehirlendiğini görüyoruz. Hakkı batıl, batılı hak zannederek; gerçekliği ve geçerliliği olmayan bir hayat denklemi kuruyoruz.
Sosyal ve siyasal ön kabuller, bağlılıklar, bağımlılıklar; akıl penceresinin önünde perde, duvar oluşturuyor. İkaz ve itiraz hakkını, sorumluluğunu unutturup; kayıtsız şartsız itaat etme anlayışını, alışkanlığını geliştiriyor.
Çoğunluğun kör, sağır, dilsiz olduğu bir dünyada; hakkı ve hakikati söylemeye çalışanlar, aykırı düşüyor ve azınlıkta kalıyorlar. Geniş kesimler tarafından suçlanıyor, dışlanıyor; sesleri, nefesleri kesilecek şekilde tecrit edsiliyorlar.
Aşağı mahallede yalan söyleyen, yukarı mahalleye varınca kendisi de inanıyor. Yalancının mumu, yatsıya kadar değil sabaha kadar yanıyor.
Böylece; "doğru bildiğimiz yanlışlar, yanlış bildiğimiz doğrular" oluşuyor. Zihinleri saptırma, zihniyetleri sabote etme mekanizmaları; yedi gün, yirmi dört saat çalışıyor.
Tarihi tahrif edip, eksik ya da yanlış okuyoruz. Gözümüzü yumup överek ya da körü körüne söverek, ifrat ile tefrit arasında inip çıkıyoruz.
Bazı geceleri, günleri, haftaları; "anma, kutlama" listemize almışız. Kimin "kim", neyin "ne" olduğunu bilmeden; benimseyip baş tacı yapacak hale gelmişiz.
Kur'an ve sahih sünnet kaynaklı temel dini değerler; masalların, hikâyelerin, hurafelerin, menkıbelerin gölgesinde kalmış. "Uydurulmuş din" anlayışı ve yaşayışı, "indirilmiş din" anlayışının ve yaşayışının yerini almış.
Cehalet gaflete, gaflet ihanete müsait bir ortam oluşturuyor. "İfsat" ediciler, "irşat" edici kılığına girip; bizim ocağımızda, başkalarının körüğünü çalıştırıyor.
İyi niyetlerin istismar edildiğini, fedakârlıkların sömürüldüğünü görüyoruz. Her kanmanın, kandırılmanın sonunda; büyük kayıplar veriyoruz.
Yalan, dolan dünyasında; sahte hayatların sahne alışları var. Maskeli balolar sık ve sürekli hale geldikçe; gerçek yüzler ile temsil ettikleri kimlikler unutuluyorlar.
Oysa, insan ve toplum hayatı; "tanıma, bilme, farkına varma, künhüne vakıf olma" zemini üzerinde yükselmelidir. Bunun için; hak sözün, hakikat bilgisinin peşine düşülmeli, mücadelesi verilmelidir.
Allah'ın emrini, kulun umuru haline getirip; "taklidi iman" safhasından, "tahkiki iman" safhasına geçmeliyiz. Kurunun yanındaki yaşı, pirincin içindeki taşı; ilmimizle, irfanımızla ayırt edip seçmeliyiz.
"Hak" ile "batıl" aynı kaba konulup, birbiriyle karıştırılmamalı. Tevhit inancının alt bileşenleri olan "ilim, iman, amel, tavır" bir bütün olarak idrak edilmeli; ayrı kaplara konulup ayrıştırılmamalı.
Kişilerin, kurumların, olayların, durumların ön vitrinleri ile yetinmeyip; arka alanlarına da bakmalıyız. Su içtiğimiz kuyuların diplerini görmeli, şehadet parmaklarımız olan minarelerin tepelerine çıkmalıyız.
Sırlarımızı saklama, sınırlarımızı bekleme süreçlerinde; "kâfir, müşrik, münafık" güruhu ile "müslim, mümin, muhsin" kesimlerini ayırt etmeye ihtiyacımız var. Suyumuzu bulandıran sızmalar, açık buldukları yerlerden içeri girerek bizi gafil avlıyorlar.
Mümkün ve muhtemel tehlikelere karşı "uyanık" olmak için; göz kapaklarımızın açık, gözlerimizin görür olması yeterli değildir. Aynı zamanda, zihinlerimizin ve gönüllerimizin de açık olması gerekir.
Sonuç olarak; özellikle temel tercihi gerektiren önemli konularda, kendimize "kim kimdir, ne nedir" sorusunu sormalıyız. Kişilerin ve kurumların, olayların ve durumların geri planına bakıp doğru cevabı bulmalıyız.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Bütün kapıları açan anahtar (21.11.2022)
- Devlet ve toplum hayatında kriz yönetimi (14.11.2022)
- Atıksız ve katıksız hayat (08.11.2022)
- Dilimizin ve alfabemizin alafrangası (31.10.2022)
- Ya tohum olun ya toprak (27.10.2022)
- Gönül yarası (20.10.2022)
- Sosyal zekâ zayiatı (12.10.2022)
- Mevlidin münasibi (05.10.2022)