Ticaret yahut ekonomi dünyasının temel işlerinden ve işlevlerinden biri olan "gelir-gider, kâr-zarar hesabı yapma" zarureti aslında, hayatın bütün alanları ve konuları için geçerlidir. Ana gücümüz, imkânımız, kaynağımız, kazanç kapımız olan "ömür sermayesi" azami derecede olumlu, verimli, iyi, güzel değerlendirmelidir.
Günün ya da yolun sonunda, hesap-kitap ortaya konduğunda "ziyana uğrayanlar" güruhundan olmamalıyız. Dünya ve içindekilerle alış-verişimiz sona erdiğinde "müflis tüccar" gibi eli boş, boynu bükük kalmamalıyız.
Ektiğimiz de biçtiğimiz de iyilik olmalı. İlim, iman, amel, tavır bütünlüğü içinde geçen hayat hikâyemizin hasılatı kantara konduğunda kazancımız, kaybımızdan ağır gelmeli.
İşte bu noktadan hareketle "insan ya tohum, ya toprak olmalı" diyoruz. İkisinin birleşmesinden, bütünleşmesinden meydana gelecek bağın, bahçenin, tarlanın, ovanın; bolluk ve bereket kaynağı olacağına inanıyoruz.
Tohum; insanların, hayvanların, bitkilerin, hâsılı tüm canlıların var oluşlarının devamını sağlayan tanedir, çekirdektir, hücredir. Toprak ise onlara büyüme, gelişme ortamı oluşturan ana rahmi gibidir.
Biri varlıklar âleminin müzekker (yani erkek), diğeri müennes (yani dişi) unsurudur. İkisinin bir araya gelerek birbirini desteklemesi ve tamamlaması adına "hayat" dediğimiz serüveni doğurur.
İnsan, topraktan yaratıldı, ömrü sona erdiğinde çürüyüp toprak oluyor. Bazı hadis rivayetlerinden anlaşıldığına göre; geriye, sadece yeniden yaratılışın tohumu kalıyor.
Vücudumuzun kimyası ile toprağın muhtevası arasında, müthiş bir benzerlik var. Aynı ilahi iradenin tecellisi olduklarını, açıkça belli ediyorlar.
Yaratılmışların en mükemmeli olarak dünya düzeninin hem tohumu hem toprağı biziz. Rolümüzü iyi oynar, kulluk ve halifelik görevimizi gereği gibi yaparsak; cemreyi havaya, suya, toprağa düşürüp sürdürülebilir baharı ve yazı getirebiliriz.
Âşık Veysel, toprağı ana kucağı gibi görüp; kendisini onun vefalı kollarına teslim etmiş. Sazı ile sözünü birleştirip, diliyle ve derunuyla tekrar ederek; "benim sadık yârim kara topraktır" demiş.
Mithat Cemal Kuntay'ın dizelerinde; şehit kanı bezle birleşince "bayrak", toprakla bütünleşince "vatan" oluyor. Son derece anlamlı ve değerli bir sentez yaparak; "Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır" diyor.
Şeyh Sadi'ye göre; "Bitkinin güzelliği, tohumun iyiliğindendir". James Allen'e göre ise; "En büyük ağaç, bir tohumda; en büyük kuş, bir yumurtada gizlidir".
Cengiz Aytmatov; tohum teşbihi kullanarak, vicdandan söz eder. "İnsandaki çocuk vicdanı, tohumun özü gibidir. O öz olmadan, filizlenme olmaz" der.
Rhonda Byrne'nin dilinde ve dünyasında; "Düşüncelerimiz, zihin tarlasına ekilen tohumlar" misali. "Kaldıracağımız hasat, ektiğimiz tohumların eseri".
Carl Sagan'ın dilinde ve dünyasında ise; "Kitaplar, gelecek tarlasına atılan tohumlar". Belki, onlar "Uzun süre uyuya kalır; sonra çiçek açıp, meyve vermeye başlarlar".
Yasef Masadow; tohum ve toprak bağlantılı bir tavsiyede bulunur. Der ki; "İyilik boy verip büyüsün istiyorsanız, toprağa tohum atın, kök salın. O zaman, hayat tarlasından, bire kırk verim alınır".
Üstat Necip Fazıl Kısakürek'in, daha radikal bir söyleminin olduğunu biliyoruz. O'nun dizeleriyle, kendimize ve çevremize seslenip; "Tohum saç, bitmezse toprak utansın / Hedefe varmayan mızrak utansın / Hey gidi küheylan, sen koşmana bak / Çatlarsan, doğuran kısrak utansın" mısralarını tekrar ediyoruz.
Mevlana; konunun gafletle, cehaletle bağlantısını kuruyor. "Gaflet uykusuna dalmış bir cahile öğüt vermek, çorak toprağa tohum atmak gibidir" diyor.
Halk dilinde, biz bunu fıkraya dönüştürmüş; "tarlaya buğday yerine tuz eken, çimlenip başak vermeyince sineklerin yediğini iddia eden, tedbir olarak sinek avlama yoluna gidip alnındaki sinekle birlikte kardeşini de öldüren" adama benzetmişiz. Sonucu veciz bir cümle ile özetlemiş; "Bir sizden, bir bizden; biz olduk bir çuval tuzdan" demişiz.
Evimiz ve ailemiz, ülkemiz ve toplumumuz, dünyamız ve insanlık âlemi için daha iyi bir düzen kurmak istiyorsak; "ya tohum, ya toprak, yahut ikisi birden" olmalıyız. Bunun için; öncelikle gaflet uykusundan uyanmalı, cehalet hastalığından kurtulmalıyız.
Kişisel, kurumsal, toplumsal, evrensel amaçlarımıza ulaşmanın; iyilikle, güzellikle, hakla, hakikatle, huzurla, güvenle buluşmanın yolu budur. O zaman, bir hadis rivayetinde belirtildiği gibi "dünya ahiretin tarlası" haline gelir; yaşadığımız her yer, kelimenin tam anlamıyla "cennet" olur.
Zekeriya Erdim