Karbon fiber esnekliği ve dayanıklılığı
İnsan için "sağlık", sağlık için "bünye direnci" önemlidir. Hayatiyetini devam ettirmesi, bu unsurların varlığı ile yakından ilgilidir.
Barınmak için yaptığımız binanın, kullanmak için aldığımız eşyanın; yeteri kadar "dayanıklı" olmasını isteriz. Bunun gereğini ve önemini belirtmek için; "mal canın yongasıdır" deriz.
Dilimizde ve düşünce dünyamızda; bir de "esneklik" kavramı var. Meşru ve münasip ölçüler içinde esnek olmayan insanlar, değişen şartlara uyum sağlayacak kadar esneme özelliği bulunmayan cisimler; diğerlerine göre daha kolay çatlıyor, kırılıyorlar.
Bir cisim "basma, germe, sıkıştırma" gibi etkiler karşısında temel özelliklerini kaybetmeden direnebiliyorsa; o, dayanıklıdır. Kuvvet karşısında eni, boyu, hacmi, şekli kısmen değişiyor ama kuvvet ortadan kalkınca eski halini alabiliyorsa; o da esnek cisim olarak tanımlanır.
Zaman zaman küçük, orta, büyük ölçekli mal ve can kayıplarına sebep olan deprem felaketleri; öncelik ve önem sırasına göre, bazı konuların yeniden gündeme gelmesine vesile oluyor. Acılar taze iken konuşuluyor, tartışılıyor, değerlendirmeler yapılıyor.
Binalarımızı sağlam zeminlere kurmanın, sallansa da yıkılmayacak kadar "esnek ve dayanıklı" yapı malzemelerinden oluşturmanın gereğini, önemini anlıyoruz. Bir yandan geçmişin kayıplarına ağlarken; öte yandan, geleceğin mal ve can güvenliğini sağlayacak tedbirleri almayı tasarlıyoruz.
Toplam riskin yüzde kırkının zeminle, yüzde kırkının yapıyla, yüzde yirmisinin depremin nitelikleriyle ilgili olduğuna dair bir kabul var. Bilenler; sağlam zeminlere dayanıklı binalar yapılırsa, mal ve can kaybının çok az olacağını yahut hiç olmayacağını beyan ediyorlar.
Bu bağlamda, taşıyıcı unsurları güçlendirmek için kullanılan yapı elemanlarından birinin; "karbon fiber" olduğu söyleniyor. Alanın uzmanları tarafından, özellikleri anlatılırken; "plastikten daha esnek, çelikten daha dayanıklı" deniyor.
İşte bu "mukavemet" kabiliyeti ve kapasitesi; hayatın ana unsuru konumundaki insanda da olmalıdır. Allah'ın, fıtrat bahçemize gömdüğü kıymetli madenler; bulunup ortaya çıkarılmalıdır.
Sadece binalarımızın ve diğer hayat aparatlarımızın değil; bedenimizin, aklımızın, ruhumuzun bünye direncini de artırmalıyız. Evimizin ve ailemizin, ülkemizin ve toplumumuzun, dünyamızın ve insanlık âlemimizin huzuru, güveni için; "gereği kadar esnek, yeteri kadar dayanıklı" olmalıyız.
Esneklik; dereleri yahut vadileri geçmek için, iki yakayı birleştirecek köprüler kurmak gibidir. Dayanıklılık ise; o köprülerin, dışarıdan gelecek darbeler karşısında, yıkılmayacak kadar sağlam ve güvenli yapılmış olması anlamına gelir.
Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızda; pek çok sarsıcı, yıkıcı etkene maruz kalıyoruz. Dayanabildiğimiz, direnebildiğimiz oranda varlığımızı koruyabiliyor yahut devam ettirebiliyoruz.
Mevlana; "Kötü bir döneme girdiğinde, her şey sana karşıymış ve bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde, sakın pes etme. Çünkü, işte orası, gidişatın değişeceği yer ve zamandır" diyor. Bir Japon atasözü; "yedi kere düşenin, sekiz kere ayağa kalkması gerektiğini" söylüyor.
Seneca'nın deyimiyle; "Altın ateşle, insan zorluklarla sınanır". Dan Brown'a göre; "inancın ölçüsü, katlanabildiğimiz acılardır".
Her türlü zorluk, acı, tehdit, tehlike; sporcuların müsabakalara hazırlanmak için antrenman yapmaları gibidir. Hücrelerimizde, dokularımızda, organlarımızda, organizmalarımızda mevcut olan gizli kabiliyetleri, kapasiteleri uyandırıp harekete geçirir
Graeme Fife; direnmenin, dayanmanın manevi yönüne dikkat çeker. "En büyük mücadelemiz, psikolojiktir. Sınırlarımızı zorlarken, şeytanlar bize sürekli vazgeçmemizi telkin ederler. Onlara, her seferinde aynı dingin ve ağırbaşlı sesimizle, asla teslim olmayacağımızı söylemeliyiz" der.
Ülke ve toplum olarak; bir kültür ve medeniyet savaşının içindeyiz. İçeride ve dışarıda; temel değerlerimizi koruyarak var olmanın ve varlığımızı devam ettirmenin peşindeyiz.
Ayrıca, gücümüz ve imkânımız nispetinde; mazlum milletlere hamilik yapmak gibi bir sorumluluğumuz var. Başta gönül coğrafyamızın içinde bulunan ülkeler, toplumlar ve topluluklar olmak üzere; dara düştüklerinde, ya yolumuzu gözlüyor ya da kapımızı çalıyorlar.
Bu hal ve gidiş sırasında; başımıza beklenmedik belalar da geliyor. Sosyolojimizi ve psikolojimizi bozmak, isteğimizi ve irademizi ezmek için; "bilişsel çarpıtmalar" oluyor.
Olguların üstü örtülüp, algılar öne çıkarılarak; olumlu yönlerin gizlendiğine, olumsuz yönlerin abartıldığına, yangına körük çekildiğine, yerli yersiz suçlamalar ve genellemeler yapıldığına şahit oluyoruz. O kadar ki; şeytan taşlamaktan, besmele çekmeye fırsat bulamayacak hale geliyoruz.
Bütün bunlara rağmen; her yerde, her zaman, her durumda "kopmayacak kadar esnek, çökmeyecek kadar dayanıklı" olmalıyız. Olduğumuz hal ile olmamız gereken hal arasında; geçmişten geleceğe doğru, "güvenli geçiş imkânı sağlayacak köprüler" kurmalıyız.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.