Musa’nın boynuzu var mıydı?
İnsanın, "doğru yaşama" bahtiyarlığına erişebilmesi; "doğru öğrenme" ile gerçekleşebilir. Bu da hayatı ve içindekileri "doğru anlama" farkındalığının oluşması, gelişmesi demektir.
Biz, bildiklerimizi; beş duyu aracılığıyla öğreniriz. Bilinç üstü merkezlerine ulaşan ve bilinçaltı merkezleri ile buluşan mesajları; akıl süzgecinden geçirerek ayıklayıp, benimser ya da ret ederiz.
Anlayamadığımız, kavrayamadığımız, emin olamadığımız konularda; araştırma, soruşturma yapma gereği duyarız. Zararından endişe ettiğimiz şeylerden uzak durur, faydasını umduğumuz şeyleri uygulamaya koyarız.
Öğrenme zincirinin halkalarından birinde arıza olursa, "bilgi güvenliği" zedelenir. Kusur bizde de beslendiğimiz kaynaklarda da olabilir.
Yazılı anlatımlarda virgülün, sözlü anlatımlarda vurgunun yerinin değişmesi bile; anlamın yönünün değişmesine yol açar. Yazanın nasıl yazdığı ve konuşanın nasıl konuştuğu ile birlikte; okuyanın nasıl okuduğunun ve dinleyenin nasıl dinlediğinin de büyük önemi var.
Yanlış anlamaların ve anlatmaların, "gaflet" yahut "ihanet" yüzünden olduğunu biliyoruz. Eskiden olduğu gibi günümüzde de her iki duruma da şahit oluyoruz.
Bu bağlamda, "dedem bana oku yaz adam ol baban gibi eşek olma dedi" sözü; basit ama etkili örneklerden biri olarak kullanılır. Vurgunun veya virgülün yerine göre; "adam ol baban gibi" yahut "baban gibi eşek olma" anlamlarından birini kazanır.
Rivayete göre, IV. yüzyılda, İncil'i İbraniceden Latinceye çeviren Hieronymus tarafından; "ışıldayan" anlamına gelen "karan" kelimesi, "boynuz" anlamına gelen "keren" kelimesi ile karıştırılıp yanlış tercüme edilmiş. Böylece; Hz. Musa kıssasında geçen "Musa'nın başının etrafındaki ışıklar" ifadesi, "Musa'nın başındaki boynuzlar" haline gelmiş.
İş burada bitmemiş; tercüme hatası, başka bir hataya yol açmış. Meşhur heykeltıraş Michelangelo; "boynuzlu Musa" heykeli yapıp tarihe miras bırakmış.
Osmanlı döneminin meşhur aydınlarından ve hekimlerinden biri olan Şanizâde Mehmet Ataullah Efendi'nin, "hekimbaşı" olma ihtimali belirir. Muhalifleri, aleyhinde "algı operasyonları" yaparlar ve ihtimalin gerçek olması engellenir.
Arkasından, bir hamle daha gelir ve II. Mahmut O'nu görevinden alıp "sürgün" eder. İstanbul'dan ayrılır, Tire'ye gider.
Böyle durumlarda, bir ihtimal daha vardır. Sürgüne gönderilen kişiler için, bir süre sonra "ölüm fermanı" yollanır.
Bu sefer beklenenin aksi olur ve iyi ihtimal gerçekleşir. Sultan II. Mahmut sürgün kararından vazgeçer, Şanizâde için "af fermanı" gönderir.
Ancak, büyük bir "dil kazası" yaşanır. Tire Valisi Eğinli Ali Bey, "Şanizâde'nin itlâkına(affına) ferman getirdim" demek yerine yanlışlıkla "Şanizâde'nin itlâfına(idamına) ferman getirdim" deyince; adam önce fenalaşıp hasta olur, birkaç gün sonra ölür ve dünya defteri kapanır.
Divan şairimiz Fuzuli, gaflet ya da ihanet sonucu yapılan anlama-anlatma arızalarını; şiire dönüştürerek, veciz bir şekilde dile getirmiş. Birkaç mısra ile meseleyi özetlemiş.
Kalem olsun eli kâtib-i bed-tahrîrin / Ki fesadı rakamı sûrumuzu şûr eyler / Gâh bir harf sükûtiyle kılur nâdiri nar / Gâh bir nukta kusûrıyle gözü kör eyler.
Kötü yazı yazan kâtibin parmakları kuruyup kalem olsun / Çünkü yazışındaki hatalarla "düğün" coşkumuzu "gürültü" yapar / Bazen bir harfi eksik koyup "nadir" lafzını "nar"(ateş) eyler / Bazen harften bir nokta düşürerek "göz" lafzını "kör" eder)
Hatırladığımız ve hatırlattığımız olaylar, durumlar; "yanlış okuma, yanlış yazma, yanlış anlama, yanlış aktarma" örnekleridir. Bütün bunlar; doğal olarak, "yanlış yaşama" sonucunu da beraberinde getirir.
İnsan fıtratı değişmediği, şeytan ifsat girişimlerinden vazgeçmediği için; günümüz dünyasında da benzeri durumlar devam ediyor. O kadar ki; "hacca gitmek" için yola çıkanlar, "haç huzurunda" ibadet ediyor.
Bugün de hayatın bütün alanlarında ve konularında "Musa'nın boynuzu vardı" diyenler ve onu boynuzlu heykele dönüştürenler var. Dahası; "Başının etrafındaki boynuz değildi, ışık halkasıydı" diyenleri cahil, gafil, hain ilan ediyorlar.
Atalarımızın deyişiyle; "kör görmez sezer, sağır işitmez düzer" durumu oluşuyor. Doğru dereyi geçinceye kadar, yanlış dünyayı dolaşıyor.
Meşhur olan "taklidi iman", makbul olan "tahkiki iman" tercihinin önüne geçti. Muhakeme mekanizmaları zayıfladı, hatta kayboldu; "algıda kolaycılık" anlayışı ve alışkanlığı gelişti.
Yanlış değerler üzerine bina edilmiş "yalan dünya" denklemine göre yaşıyoruz. İçimizdeki susuzluğu gidermek için; sanrılar çölünde oluşturulmuş sanal vahalara doğru koşuyoruz.
Hani Rabbimiz, "İçinizden hayra çağıran bir topluluk bulunsun" demişti ya. O'nun en büyük lütuflarından, ikramlarından biri olan "hidayet" kavramı; temel kaynaklarda "aydınlanma" diye tercüme edilmişti ya.
İşte bu anlamda; yeniden, "durun kalabalıklar" diyecek birilerine ihtiyaç var. İnsanların büyük bir çoğunluğu "uyurgezer" durumundalar ve uyandırılmazlarsa, ateşe düşüp yanacaklar.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Küresel köyün evliyası ya da eşkıyası olmak (12.02.2024)
- Münferit gayretlerden müşterek hedeflere (04.02.2024)
- Aileden topluma Roseto etkisi (29.01.2024)
- Dil de devlet, millet, vatan gibidir (26.01.2024)
- Kalkınmanın kök hücresi (22.01.2024)
- Herkese ve her şeye lazım olan bir şey (11.01.2024)
- Yeniden yazmalıyız (07.01.2024)
- Filistin direnişinin dünyaya mesajı (01.01.2024)