Birleşmiş Milletler'in (BM) 1945'te kurulmasının ardından küresel siyaset, uluslararası ilişkilerin normlarını, değerlerini ve kurumlarını, takip edecek on yıllar boyunca İkinci Dünya Savaşı'nın muzaffer güçlerinin şekillendirmesini sağlayacak konumda bulunduğu yeni bir zaman dilimine girdi.
DÜNYA DÜZENİ
ABD savaş zamanındaki müttefiklerinin yanına Almanya ve Japonya'yı da katarak 'liberal dünya düzeni' olarak adlandırılan yapıyı tedavüle soktu. Bu teşebbüste sahnenin merkezini BM ve ona bağlı fonlar, programlar, ajanslar ve bölümler oluşturuyordu. Bugün itibariyle, dünyanın her köşesine yayılmış çeşitli organlarında görevli yaklaşık 40 bin çalışanı olan BM, yıllık yaklaşık 40 milyar dolar bütçeye sahip. Bu rakamlar, çok daha dar kapsamlı görev tanımlarına ve sorumluluklara sahip diğer birçok uluslararası ve bölgesel kurumun sahip olduğu fonların yanında mütevazı kalıyor. Emri altında yaklaşık 100 bin kişilik bir askeri kuvvet bulunan BM, ayrıca çatışmaların yaşandığı farklı coğrafyalarda çok sayıda barışı koruma misyonu yürütüyor. BM'nin sözleşmesi kapsamındaki görevleri arasında barışı koruma misyonları olmamakla birlikte, bu kurum 1950'lerin ikinci yarısından günümüze dek böyle pek çok görev üstlendi. İki güç bloğu arasındaki çift kutuplu gerginliğin buharlaşması ve uluslararası güvenlikle ilgili artmakta olan devlet içi zorluklar göz önüne alındığında, Soğuk Savaş dönemine kıyasla, son yirmi beş yılda bu tür operasyonların sayısının hızla arttığına tanık olundu.
"BM BİZİ CENNETE GÖTÜRMEK İÇİN DEĞİL, CEHENNEMDEN KURTARMAK İÇİN KURULDU"
BM Genel Kurulu çerçevesinde, bütün BM üyeleri her Eylül'de New York'ta bir araya gelerek endişe kaynağı olan küresel meseleleri masaya yatırıyor. Ayrıca BM'yi küresel siyasetin mevcut dinamiklerine daha uyumlu hale getirmek için yeniden yapılandırılmasına ilişkin fikirlerini paylaşıyorlar. Bu yıllık zirveler, aynı zamanda liderlerin resmi toplantıların oturum aralarında birbirleriyle kaynaşmalarına da fırsat sağlıyor. Ülkeler arasında gerçekleşen birçok gayriresmi ikili görüşme ve BM'nin en güçlü üyelerinin liderlerinin Genel Kurul kürsüsünde yaptığı konuşmalar, dünya kamuoyundan özel bir alaka görüyor.
Kuruluşu itibariyle BM, hem gerçekçi hem de liberal temellere sahip. Temel işlevini uluslararası barışın ve güvenliğin sağlanması ve insan haklarının geliştirilmesi oluşturur. Üye ülkeler arasında düzenin ve güvenliğin korunmasına yardımcı olmak, sürdürülebilir ekonomik kalkınma sağlamak, insan haklarını geliştirmek, küresel çevreyi korumak, yoksulluk ve açlığı azaltmak BM'nin temel görevleri. Veto hakkı bulunan daimi üyelerinin imtiyazlı bir statüye sahip olduğu Güvenlik Konseyi BM mekanizmasının gerçekçi mantığını yansıtırken, eşitlikçi üyelik yapısıyla Genel Kurul, Ekonomik ve Sosyal Konsey ve Uluslararası Adalet Divanı, BM'nin liberal ruhunu temsil ediyor.
BM genel sekreteri bütün bir BM bürokrasisinden sorumlu ve BM'nin gerçekçi ve liberal nitelikleri arasındaki doğru dengeyi sağlama konusundaki ana sorumluluğu da taşıyan kişi. BM'nin egemen eşitlik ve iç meselelere müdahale etmeme ilkelerine dayanarak barış ve güvenliği sağlamaya yönelik olarak sahip olduğu gerçekçi amaç, evrensel standartlara kavuşma ve 'koruma sorumluluğunu' ifa etme ilkeleri üzerinde insan haklarını geliştirmeye yönelik olan liberal hedefiyle her zaman bir gerginlik içinde oldu. Batılı güçlerin sahip olduğu 'rüçhan hakkına', ortaya çıkmakta olan çok kutuplu dünya düzeninde yükselişe geçen Batılı olmayan güçler tarafından giderek yükselen bir sesle itirazlar gelirken, BM'nin bu iki hedefinin arasındaki boşluğu dolduramaması, son yıllarda giderek daha çok göze batmaya başladı.
BM'nin kurumsal kapasitesini zorlayan farklı sorunlara en uygun çözümleri bulma ve BM üyeleri arasındaki uyumu koruma görevinden bahsederken şu sözü hatırlamalı: "BM bizi cennete götürmek için değil, cehennemden kurtarmak için kuruldu". 1953-1961 yılları arasında BM genel sekreterliği yapan efsanevi Dag Hammarskjöld, Batı ve Doğu blokları arasındaki Soğuk Savaş dönemi çatışması başlarken bu cümleyi sarf etmişti. Bu cümle, BM'nin kapısını çalıp duran zorluklarla başa çıkmaya yönelik olarak sergilenecek tüm çabaların mütevazı hedefler gütmesi gerektiğini gösteriyor ki bu tevazu küresel barış ve güvenliğin bu en önemli temel kayasının kuruluşunda mevcuttu. BM hiçbir zaman, devletler arası rekabeti ve çatışmaları sona erdirebilecek ve insanoğullarını, onların özgürlüğünü ve insanlık izzetini azaltan her türlü boyunduruktan, engelden ve zincirden kurtarma garantisi veren bir kurum olmadı, olmayacak da.
DÜNYA DÖNÜŞÜRKEN BM'NİN DEĞİŞİMİ KAÇINILMAZ
Bunu söylemiş olarak şunu da ifade edelim ki BM'nin temel işlevi, küresel sorunlara küresel çözümlerin kolaylıkla ve düşük maliyetlerle bulunabileceği bir uluslararası çevrenin oluşturulması için yol açmaya yardımcı olmak. Bunun sağlanması için de artık gecikmeden atılması gereken bir dizi adım var: Birincisi, en büyük küresel güç ve BM sisteminin de ana finansörü olan ABD, BM'nin çok yönlü ve fikir birliği odaklı ruhuna bağlılığını muhafaza etmeli. Amerikan kamuoyu ve muhafazakar elitlerinin birçoğu BM'den ve genel olarak uluslararası kuruluşların ABD'nin karar alma süreçlerine getirdiği kısıtlamalardan nefret ediyor. Trump'ın Beyaz Saray'da oturduğu şu günlerde, ABD'nin BM'nin çok taraflı mekanizmalarına olan bağlılığının aynı şekilde devam edeceği varsayılamaz. Trump'ın "Önce Amerika" anlayışı, küresel ısınma ve serbest ticarete yönelik zararlı etkilerini şimdiden gösteriyor. Ülkesini Paris İklim Anlaşması'ndan ve Trans-Pasifik Ortaklığı'ndan çekme kararı, ABD'nin BM'nin çok taraflı kurumsal mirasına olan bağlılığı açısından hayra alamet değil. BM'nin bütçesine sadece ABD değil, BM'nin diğer zengin üyeleri de daha fazla katkıda bulunmalı.
İkincisi, BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri, BM'yi, reel-politik eksenli güvenlik çıkarlarını koruyabilecekleri ve hiçbir kazananı olmayacak şekilde, dünya genelindeki nüfuz alanlarını muhafaza etmeye devam edebilecekleri bir platform olarak görmekten vazgeçmeliler. Bu tavrı ne kadar sürdürürlerse, BM'nin işlevleri ve küresel barışa ve güvenliğe potansiyel katkıları da o kadar ulusal vetolarla karşı karşıya kalacaktır. Tüm yetersizlikleri ve kusurlarına rağmen BM, farklı güç kapasitelerine, coğrafi konumlara, ulusal kimliklere ve siyasi değerlere sahip ülkelerin kendilerini potansiyel olarak 'evde' hissedebilecekleri, en büyük meşruiyete sahip uluslararası kurumsal platform olarak görünüyor. BM'nin bu meşruiyetinin yüzyılımızın ileriki zamanlarında da sürebilmesi için, liberal ve çok taraflı niteliklerinin en çok veto hakkına sahip büyük güçler tarafından saygı görmesi gerekiyor.
Üçüncüsü, farklı BM organları ve ajansları, dünyanın Batılı olmayan yükselen güçlerine daha fazla alan açacak şekilde yeniden tasarlanmalı. BM, günümüz dünyasında ortaya çıkan güç dinamiklerini yansıtmalı. Almanya, Hindistan, Japonya, Brezilya, Türkiye ve diğer yükselen güçler, Genel Kurul tarafından seçilmeyi bekleyip Güvenlik Konseyi'ne sadece ikişer yıllık periyotlar halinde ancak geçici olarak üye olabiliyorken, Güvenlik Konseyi'nde İngiltere ve Fransa'nın neden hâlâ veto hakkı var? BM'de gerçekleşmesi gereken yapısal reform daha katılımcı ve adil olmayı hedeflemeli ve mevcut daimi üyelerin kapris ve kıskançlıkları tarafından rehin tutulmamalı. Batılı olmayan güçlere, ayrıca Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi BM'ye bağlı diğer uluslararası organizasyonlarda daha çok oy hakkı tanınmalı ve bu ülkelerin vatandaşları BM bürokrasisi içinde daha nüfuzlu görevlere tayin edilmeli.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sıkça belirttiği gibi: Dünya beşten büyüktür.
Prof. Dr. Tarık Oğuzlu
[Antalya Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesidir]