Kur'an'ı Kerim bize Yusuf kıssasını böyle betimler: "Hikayelerin en güzeli." Böyle bir ifadenin ardından dikkatimizin konuya odaklanmaması mümkün mü? Âdem'den son peygambere kadar tüm peygamberlerin kıssaları, ana hatlarıyla ilahi kitabın önemli bir kısmını teşkil etse bile, böyle bir ifade sadece Yusuf kıssasında geçer. Allah, peygamber kıssalarında bize, kendini, aleme ve insana inayetini, iyi ile kötü arasındaki çatışmaları, bilinen bilinmeyen lütuflarını, esasında 'bize bizi' anlatır. Her kıssa genel bir ilkeye dönüşür, her zaman ve herkes için güncellenme istidadı kazanarak bize bizi anlatan konuşan ayna olur. Hiçbir mümin ilahi kitapta zikredilen hikayelerin geçmişte kalmış ve hatta başkasının yaşadığı hikayeler olduğunu düşünmez. Aksine kahramanlarla irtibat kurmada herhangi bir güçlük çekmez, hikayelerde anlatılanın -doğrudan veya dolaylı olarak- kendisi olduğunu unutmaz. 'Kitapta sizin zikriniz vardır (anlatılan sizsiniz)' ifadesi, ilahi kitap ile ilişkimizi canlı tutan bir düstur olarak bakışımızı şekillendirir, öteki insanlardan süratle kendimize intikal etmek üzere düşüncemize istikamet verir (ibret almak). Bu yaklaşımla bir mümin bilir ki, "Âdem benim, oğulları Habil ve Kabil de benim; Havva benim, onun doğurdukları da benim." Sadece bu kadar mı? Peygamberlerin mücadele ettiği Firavun ve Nemrut gibiler de benim veya benim bir yönümdür. İnsan olmak öyle müşterek bir ilkedir ki; her şey beni anlatır, her şey bana giden bir ayettir ve her şey beni gösteren aynadır. Kendimi veya içimde saklı bir kabiliyeti keşfedebilmem için herhangi bir şeye dikkatle ve insafla bakmam yeterlidir. Metafizikçi sufilerin dile getirdikleri 'insan bir alemdir' düşüncesi, köklerini bu bakış açısından tevarüs eder.
Yusuf kıssası hakkında biraz düşünürsek kıssa hakkında bazı ayrıcalıklar tespit edebiliriz: Haddi zatında surede anlatılanlar ile insanların anladıkları arasındaki karşılaştırma bize, "hikâye içinde hikâyeyi" veya "olan ile anlaşılan arasındaki çelişkiyi" gösterecektir. Yusuf suresi, müstakil bir bahse tahsis edilen nadir surelerdendir. Öteki peygamberlerin kıssaları ilahi kitaba serpiştirilir ve aynı zamanda lazım olduğu kadarıyla anlatılır. Bu nedenle bütün hikâyeler birbirine benzer. Yusuf kıssası ise baştan sona her insana lazım olan bir hikâye olarak aktarılır. Bunun yanı sıra Yusuf kıssası, herkesin ilgisini üzerinde toplayabilecek unsurlarıyla tam bir insan hikâyesi gibi okunabilir. Nitekim tarih boyunca bu hikâyeden yeni hikayeler çıkartılmış, daha çok da başka hikayelere ve anlatılara eklenerek yeryüzündeki serüvenimizin izlerini taşıyacak şekilde yorumlanagelmiştir. Her insan için kıssa 'güzel bir hikâye' olabilir. Böylece her birimiz hikâyenin kahramanı ile özdeşleşmeye meyilli oluruz ve herkes az çok bir Yusuf olur. Hikâyeyi 'güzel' kılan biraz da bu aynileşme imkanıdır.
Hikâyede insanın arayışı, zaafları, mücadelesi, gaye yolunda önüne çıkan engeller, aile çatışmaları, baba ve oğul ilişkisi, erkek ve kadın vs. gibi birçok unsur, her dönemde edebiyatın cazip konularını teşkil eder. Edebiyat için Yusuf hikâyesi nefis bir aşk hikâyesidir: Güzeller güzeli Yusuf ile (halbuki köle pazarında çok ucuza satıldı) Züleyha'nın aşkı -nereden çıkıyorsa- birçok başka hikâyeye kaynaklık teşkil eden ideal bir konudur. Hikâyenin ayrıntıları muhayyileyi tahrik edercesine dile getirilir ve iki insan arasında yaşanan 'büyük aşk (!)' abartılarla süslenir.
Bazı insanlar için Yusuf'un hikâyesi, bir insanın atıldığı kuyudan saltanata ve iktidara doğru giden hayat mücadelesinin nefis örneğidir. İçimizde sakladığımız arzular ile sınırlı imkanlarımız arasındaki çelişkiler böyle bir yaşam öyküsünde anlamını bulabilir. Düşmek ve kalkmak şeklinde özetleyebileceğimiz bu durum, -Kuran'-ı Kerim'de olmasa bile- başka kaynaklarda anlatılan önceki peygamberlerin hayat hikayelerinde işlenir. Biz Müslümanlar Hz. Süleyman'ın iktidarını biliriz; başka kaynaklar ise onun düşmek ve kalkmak arasında gidip gelen hayatını da anlatır. Düşen bir insanı ayakta tutan en güçlü saik, bir gün varabileceğini umduğu iktidar iken; bu insan iktidara ulaşınca bütün yaşadıklarını yeniden yorumlar. Yusuf birçok insanın yaşadığı kaderi yaşamış, yakınlarının hasedine kurban gitmiş, düşmüş-düşürülmüş, köle pazarında satılmış ve en sonunda ummadığı bir iktidar ile sınanmıştır. Bu bakımdan Yusuf hikâyesi, bir umut hikâyesi şeklinde de okunabilir. Düşen ve kaybeden her insan Yusuf'u düşünerek kendini toparlayabilir, hayatın içerdiği çelişkileri ve imkanları Yusuf'un aynasında görerek direnç kazanabilir.
Birçoğumuz için Yusuf kıssası bir aile hikâyesidir. Peygamber çocuğu bile olsalar, insanların hırs ve tamahkarlık yüzünden nasıl savrulduklarını, hasedin insanları nasıl değersizleştirdiğini gösteren bir hikâye olarak okuruz onu. Hikâyeyi okurken kardeşlere kızar ve Yusuf kadar erdemli olduğumuzdan tereddüt etmeden tarafımızı belli ederiz. Herkes Yusuf'u oynamak ister; onunla aynileşir, ondan yana olur, çevremizin bize haset edenlerle -tıpkı Yusuf'un kardeşleri gibi- ve tuzak kuranlarla dolu olduğunu düşünürüz. Yusuf ile kardeşlerinin hikayesi, iyilik ile kötülük, bir yerde iyi olmak ile öteki yerde ve bağlamda kötü olmak arasındaki belirsiz çizginin büsbütün silinebileceği bir örnektir.
Birçok insan için hikâyeyi cazip kılan, onun bir baba oğul hikâyesi olmasıdır. Hz. Yakub'un peygamberler tarihinde özel bir yeri vardır. Müminler 'sabr-ı cemil' kavramını onun halinden öğrenmiştir. Sabr-ı cemil, Allah'a tevekkülün iktiza ettiği bir iyimserlik ve umut içinde, sıkıntıları veya sınavı geçebilme bilgeliğidir. Bunu Hz. Yakub'dan öğreniriz. Bir yanda ilahi hükmün karşısında zaaflara yenilen çocukları, öte yandan bir dava ile yükümlü olacağını sezdiği oğlu üzerindeki endişesi, Yakub'un halini özetler.
Bütün bunlar ve daha fazlası hikâye hakkında konuştuklarımızdır. Her insan Yusuf kıssasını kendince okur, daha çok da hikâyenin bir bölümüne odaklanır. Bununla birlikte soru ortada kalır: "Hikâyenin 'hikâyelerin en güzeli' olmasının sırrı nedir?"
Önümüzdeki hafta bu sorunun cevabını düşünmek temennisiyle hayırlı Cumalar dilerim.
Ekrem Demirli