'Kulunu geceleyin bir vaktinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah münezzehtir.' (İsra, 1)
Hz. Peygamber'in gecenin bir vaktinde Mekke'deki Harem'den önce yatay bir düzlemde Mescid-i Aksa'ya oradan ise 'gökler' diye tabir edilen bir yolculukla ilahi mertebeye götürülmesine isra ve miraç yolculuğu deniliyor. Yolculuğun ikinci kısmı yani 'gökler' boyunca götürülme ayet-i kerimede ilki kadar açık bir şekilde yer almaz, ona daha çok Necm gibi surelerde belirsiz atıflar yapılır. Bu atıflarda geçen ifadeler, dini düşüncenin en derin ve en özel kavramları haline gelerek İslam geleneğinde Allah insan irtibatının sonuçlarını beyan eder. Fakat hadis-i şeriflerde konu bu şekilde tadat edilir, yolculuğun yatay ve derin kısmı birlikte anlatılır, Müslüman toplum da zaman içinde isra ile miracı birlikte düşünmüş, özellikle metafizikçiler insana dair birçok konuyu bu meseleye dayandırmışlardır. Bu itibarla özellikle Miraç, İslam metafizik düşüncesinde İslam'ın ibadet ve ahlak hayatının derinliğini, kuralların 'ilkeler' olarak temellendirilmesini teşkil eder. Onlar için Miraç, Hz. Peygamber'e mahsus özel bir inayet olarak görülebileceği kadar her peygamberin farklı bir şekilde idrak etmiş olduğu Allah'ı tanımanın özel bir tarzı olarak düşünmek metafizikçilerin genel tavrıdır.
Hemen bütün geleneklerde metafizikle ilgilenmek, insan hakkında büyük ideallere kani olmak demektir. Metafizik okumak, metafizik yapabilmenin imkanına inanmak, insanın ezeli doğası kadar insan ile varlığın bütün katmanları arasındaki bir irtibata da inanmak demektir. Bir metafizikçi nihayetinde böyle bir tespitle ortaya çıkar, varlığın bütün mertebeleri, yer ve gök ile temsil edilen yatay ve dikey düzlemler hakkında tümel bir bilgi ortaya koyarak insan var oluşunu anlamlandırır. Miraç, Hz. Peygamber'in böyle bir yolculuk ile varlığın bütün katmanlarını aşarak Tanrı ile yani ezeli ilke ile karşılaşmasını anlatırken öteki insanlar için ise 'gidebilme' ve varabilme umudu haline gelir. Bu bakımdan onlar için miraç insanı böyle bir yolculuktan alı koyan alışkanlık ve adetlerin aşılma yolu, Tanrı'ya varmanın tahakkuk etmiş yolu ve yöntemidir. Miraç yolculuğunun insan idrakiyle ilişkisini kurabilmek için Hz. Peygamber'in iki hadisinin metafizik yorumunu takip etmek gerekir:
Birincisi 'Allah'ım! Bana şeylerin hakikatini göster' veya 'oldukları hal üzere göster' anlamındaki bir hadis-i şeriftir. Bu hadis-i şerif hiç kuşkusuz sıhhat sorunu bir yana yorum bakımından Müslüman düşüncenin temayül farklılıklarını yansıtabilecek bir ayna gibidir. Bununla beraber hadis-i şerifte beyan edilen talep muhakkik düşünürlerin yorumladığı anlamda veya en azından onu boşa çıkartmayacak anlam derinliği dahilinde söylenmişse, din ve insanın merak ve talebi hakkında daha kesin, daha güçlü ve daha entelektüel bir söylem geliştirmiş olmamız gerekirdi. Vakıa miracın dile getirdiği şey, hadiste beyan edilmiş olan şeylerin hakikatine dair temelli bir değişim ve yolculuktur. Ayet-i kerimede 'sana ayetlerimizi göstermek üzere' denildiğine göre, yolculuğun amacı bellidir: şeylerin hakikati hakkında tümel ve umumi bir idrak miracın semeresi olacaktır. Zihnimizin amacı öğrenmek, şeylerin hakikatini olduğu hal üzere görmek ise, ahlakın görevi bunun engellerini ortadan kaldırabilecek cesaretle yola koyulmaktır. Peki bunun sonucunda ne olacaktır? Bu da ikinci hadis-i şerifte beyan edilir: 'Allah'ım! Benim sendeki hayretimi artır.' Birinci kademede idrak etmekle bir sonuca varacağını düşünen zihin, ikinci hadis-i şerifte beyan edilen durum ile yolculuğu bitimli bir yolculuk olarak değil sürekli bir değişim, sürekli bir yenilenme, kısaca ezelden ebede doğru bir yolculuk eklinde terakki eder. Bilginin başı talep iken sonucu sadece hayret olacaktır.
Hz. Peygamber ve Öteki İnsanlar: Eşitliğin İki Tarzı
Metafizikçi düşünürler Hz. Peygamber ile öteki insanlar arasında hemen her bakımdan bir benzerlik kurarak 'örnek' olmanın anlamını tespit ederler. Hz. Peygamber rehber ve örnek ise talep ederken, merak ederken, yola çıkarken, neticeye varırken öteki insanlarla benzer olması gerekir. Bu bakımdan Hz. Peygamber'in söz ve dualarında geçen talepleri müdrikenin bir imkanı olarak kabul ederler. Bu tutum Sünni düşünce ile Mutezile'nin nübüvvet anlayışında da yer alır. Onlara göre Peygamber ile öteki insanlar arasında esasta ayrım yoktur, peygamber bir görev üzere seçilmiş, tebliğ etmek üzere gönderilmiştir. Bu eşitlikte daha katı ve kesin bir üslup taşıyan, Mutezile bilginleriydi. Onlar için Hz. Peygamber müminlerden sadece görevi ve Allah'ın lütfettiği bazı ihsanlar bakımından üstündür, yoksa arada temelde bir farklılık söz konusu değildir. Sünni düşünce ise belirli yönlerde Hz. Peygamber'i temeddünün kurucu ilkesi olarak peygamberi öteki insanlardan ayrıştırsa bile, kullukta herkesi eşit görür. Bu meyanda farklı disiplinleriyle Müslüman düşüncenin Hıristiyanlıkta Hz. İsa'nın konumunu bir 'muhalif' görerek ondan uzaklaşmaya çalıştığını dikkate alabiliriz. Fakat mesele sadece Hz. İsa ile ilgili değildir. Hemen bütün dinlerde ve yaşayan geleneklerde toplumsal-siyasi liderler, dini rehberler ilahi bir rol üstlenirler, Tanrı ile ya tam ayrıştırılmazlar veya insanlardan büsbütün ayrı bir şekilde Tanrı'ya yaklaştırırlar. İslam ile yıkılan buydu.
Peygamber ile insanlar arasında tesis edilen eşitlikte metafizikçilerin farklı bir tavrı vardı: Onlar da Sünniler veya Mutezile gibi eşitlikçi hareket ederek peygamber ile öteki insanları birbirine yaklaştırmıştı. Fakat metafizikçiler bu eşitlemeyi tamamen başka bir zemin üzerinde inşa ettiler. Farklı disiplinleriyle Sünni ekoller eşitliği beşeriliğin iktiza ettiği acizlik, yoksulluk ve metafizik iddialardan kurtulma zemininde ararken metafizikçiler eşitliği daha büyük ve daha iddialı bir zeminde tesis ettiler. Bu itibarla Sünnilik çeşitli geleneklerce semavi varlıklar gibi addedilen peygamberleri yerde görerek Allah'ın mutlak kudreti karşısında insanlığın eşitliğini tesis ederken metafizikçiler ise bütün insanları ilkesel olarak 'göklere' çıkartarak eşitliği büyük ideallerde ve insanlık iddiasında tesis etmek istediler.
Metafizikçiler insanın talebini insanın ne olabileceğinin delili kabul ederler. 'Biz kimiz?' sorusunun cevabı 'gerçekte neyi istiyoruz ve neyin peşindeyiz?' sorusunun cevabıyla verilebilir. İstediğimiz ve bir ömür merakla peşinden koştuğumuz şey, ilkesel olarak bize verilmiş olan, peşinden gittiğimizde kendimizi bulacağımız şeydir. İnsanın talebini bir abartı veya terbiye edilmesi gereken bir taşkınlık şeklinde görmek, insan Tanrı ilişkisini anlamamak demektir. İnsan şeylerin hakikatini görmek üzere yaratılmış, bunun için gerekli imkanlarla teçhiz edilmiş, yola çıkabilmek için gerekli cesaret onun merakının bir sonucu olmuştur. Bu bir temenni değil bir ihbardır, müdrikemizin imkanları hakkında müjdedir. İnsan maksadına erecektir, talebine varacaktır. Şeylerin hakikatini görmek arzusu Tanrı'yı görmek talebiyle neticesine ulaşır; daha doğrusu gerçek hayrete dönüşür. Çünkü 'şeylerin hakikati' gerçekte Tanrı'dır ve insan O'nu görmekle nihai amacına ulaşır.
Miraca inanmak bu talebin bir kişide bilfiil gerçekleştiğine inanmak, insan hakkında umudu korumak demektir.
Ekrem Demirli