'Firavun'a git, o azmıştır' ve 'Rabbim sadrımı genişlet' (Taha, 24-25)
Allah, Hz. Musa'ya 'Firavun'a git, kuşkusuz o azmıştır' dediğinde, Hz. Musa ne düşünmüş olabilir? Metafizikçiler 'Bir'i bir bilir, kamil olanı kamil bilir' dediklerine göre, bu emir karşısında Hz. Musa'nın halet-i ruhiyyesini hiçbir zaman anlamayız. Bununla beraber Hz. Musa bu emir karşısında sıradan bir insanın halet-i ruhiyyesine sahip ise kendimizden hareketle bazı tespitlerde bulunabiliriz: Herhangi bir insanın ailesinin ve kavminin düşmanı olan bir zalime 'peygamber' olarak gönderilmesi, zihni allak bullak edebilecek beklenmedik bir durum olmalıdır. Onun umut ettiği veya hayalini kurduğu şey, zalimle hesaplaşmak, yaptığı haksızlık ve zulümleri yüzüne haykırarak meydan okumak ve intikam almak olabilir. Büyük zulme maruz kalanların yaşama direnci genellikle intikam arzusundan beslenir, bu sayede tarihlerinden kopamadan geçmiş ile an arasında savrulmuş ve ezilmiş bir hayat yaşarlar. Hz. Musa kavmi tarafından Firavun'a gönderilecek olsaydı, intikam amacıyla gitmiş, kavminin yılları aşan ezilmişliğinin hesabını soracak, kavminin tarihin bu çetin yükünden kurtarmak için intikamın yollarını arayacaktı. Allah bir peygamberi bir zalime gönderdiğinde ise işin doğası tamamen değişir, normal bir insanın tarihinden ve psikolojisinden arınmış bir halet-i ruhiyye ile onu gönderir. Bu itibarla peygamber, kavminin beklediği gibi hesaplaşmak, meydan okumak veya kavminin yüreğindeki ateşi söndürmek için zalime gitmez, kavmi ile ters düşecek şekilde düşmanı kurtarmak üzere gider. Ez cümle Hz. Musa Firavun'u kurtarmak, ona doğru yolu göstermek, onu öldürdüğü insanlarla kardeş kılmak için gitmişti. Herhalde Hz. Musa'nın hayatında ortaya çıkan mucizelerin hiç biri bu kadar şaşırtıcı ve bu kadar aciz bırakıcı olamazdı.
Hz. Musa böyle bir emre muhatap olunca nübüvvet yükünün altında daralmış, görev karşısında acizliğini idrak etmiş, öteki birçok peygamberde gördüğümüz gibi nübüvvetin taşınamaz bir yük olduğunu fark ederek, Allah'tan yardım talep etmişti. Bu esnada yaşadığı halet-i ruhiyyeyi 'Rabbim sadrıma açıklık ver' diye dua edişinden anlıyoruz. 'Sadrıma genişlik ver', vazife için beni hazırla, bilgimi ve aklımı artır, beni istikamet üzere sabit eyle demektir. Hz. Musa'nın bu sözü, Hz. Peygamber'in 'oku' (Alak, 1) emri karşısında söylemiş olduğu 'ben okuyamam' veya 'ben okuma bilmem' sözünü hatırlatır. Vahiy ile kehanet arasındaki temel farklardan birisi budur: Birincisinde insan Tanrı karşısında acizliğini ve yetersizliğini itiraf ederek kulluğu itiraf ederken kehanet ve türevlerinde iddia, güven, üstünlük fikri ve önderlik arzusu ortaya çıkar.
Sadr; Müslüman düşünce dahilinde aklın bir hali veya seviyesidir. Bu itibarla sadr, dış dünyayı algılayan duyuların verileriyle şekillenen ve tecrübe alanının verilerini saklayan müdrikenin genel ismidir. Başka bir anlatımla sadr, insanın hafızası, hafıza verilerini yorumlayan duyulara ve tecrübeye bağlı birinci merhaledeki düşünme faaliyetinin gerçekleştiği yerdir. Geçmişte ve günümüzde bilgi teorisinin en önemli amaçlarından birisi bilgi ile bilgi olmayanın sınırlarını tespit etmektir. Bunun için bilgilerin kaynağı kadar, bilgide insan psikolojisinin etkinliği bu teorilerin önemli bir sorunuydu. Bu meyanda insanın psikolojisini şekillendiren yaşanmış tecrübeler, duyumlar, kısaca insanın bireysel ve toplumsal tarihi dil üzerinden onun zihnini şekillendirir, düşünme faaliyetine yön verir. 'Sadrın daralması' ile kast edilen şey, müdrikenin dış dünya ve tarihe olan bağlılığıdır. O zaman Hz. Musa'nın duasını temelli bir kırılma olarak düşünmek mümkündür. Burada Hz. Musa bir önceki düşünme tarzını şekillendiren halet-i ruhiyyesi, üzerinde bir kimlik olarak taşımış olduğu toplumun ve bireysel hayatının tarihi, hepsinden önemlisi tarihin taşıyıcısı olan dilin zihnini hapsettiği mağara'ya atıf yaparak 'sadrımı genişlet' demiş olmalıdır. Haddi zatında dil insan için bir mağara olduğu kadar düşünmenin ana istikameti mağaranın genişlemesi veya mağaradan çıkış olacaktır.
O zaman vahye mazhar olduğunda Hz. Musa önceki hali ile talep ettiği hali 'dar sadr' ile 'geniş sadr' karşıtlığıyla dikkatimize getirmiş oldu. Vahiy Hz. Musa'yı tarihin yükü ve dilin mağarasında şekillenmiş olan dar sadrından Tanrı karşısında olmanın insana vermiş olduğu geniş idrak ve anlayışa ulaştırmakla birinci amacını gerçekleştirmiş oldu. Musa'nın kurtuluşu vahyin ilk ve büyük lütfu olmalıdır.
Sadrın genişlemesiyle zihin kalp adını alır. Kalp metafizikçilerin yorumuyla duyguların etkisinden görece bağımsızlaşmış, tarihin ve dilin şekillendirmesinden arınmış müdrikenin birinci kemalidir. Müdrikenin bu kemale ulaşması ilahi inayete doğrudan mazhar olmasına bağlıdır. Hz. Musa 'sadrımı genişlet' diye dua ederken bu idrake çıkmak, kalbini tarihin yükünden arındırmak, ezilmemiş, kirlenmemiş bir bakış açısıyla hadiselere, hayata ve ölüme bakmak istemiştir. Bu dua Hz. Peygamber'in 'Rabbim kalbime nur ver' veya 'Bana şeylerin hakikatini göster' ile 'Kalbimi senin dinin üzere sabit kıl' hadislerinin bir benzeridir. Hz. Musa böyle bir duanın neticesinde mağaranın (sadr) dışına çıkmış, Medyen'e yolculukla başlayan serüven (seyr ilellah) burada kemaline ermiş (seyr fillah), hafızasında en büyük düşman olarak yer etmiş birisine 'kurtarıcı' olarak gönderilmenin (seyr anillah) çetin yükünü üstlenebilmiş, görevinin ise Allah'ı çok tespih ve zikir olduğunu hatırda tutarak (seyr meallah) insana yaşamanın anlamını hatırlatmıştır.
Ekrem Demirli