Arama

  • Anasayfa
  • Dünya
  • Batı medyası ve FETÖ: Stratejik ortaklıktan zoraki beraberliğe

Batı medyası ve FETÖ: Stratejik ortaklıktan zoraki beraberliğe

Türk milletinin darbecilere karşı verdiği demokrasi mücadelesinin Batılı medya organları tarafından çarpıtılması ve darbe girişiminin başarılı olması yönünde yayınlar yapılması tarihe kara bir leke olarak geçmişti.

Batı medyası ve FETÖ: Stratejik ortaklıktan zoraki beraberliğe
Yayınlanma Tarihi: 15.07.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 15.07.2018 17:39

Türkiye'nin 15 Temmuz 2016'da maruz kaldığı askeri darbe girişiminin ve milletimizin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bu darbeyi püskürtüşünün ikinci yılındayız. Firari olarak ABD'de yaşan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) lideri Fetullah Gülen'e bağlı ordu içindeki militanlar tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi, Türkiye'nin seçilmiş meşru Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ve henüz yedi ay önce sandıktan yüzde 49 oy alarak çıkmış olan meşru AK Parti hükümetini devirmeyi hedefliyordu.

Gece 22.05'te başlayan darbe girişiminde tanklar, zırhlı araçlar, F16 savaş uçakları, savaş helikopterleri ve her türlü askeri teçhizat kullanıldı. Başta İstanbul ve Ankara'dakiler olmak üzere pek çok kamu kurumu ya bombalandı ya da silah zoruyla ele geçirilmek istendi. Katliamlar yapıldı. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının sembolü konumundaki TBMM'nin bombalanması ise ihanetin boyutuna işaret ediyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gece 00.25'te bir televizyon kanalı aracılığıyla yaptığı çağrı sonrasında meydanları dolduran milletin direnişi sayesinde darbe püskürtüldü. Darbenin püskürtülmesinde siyaset kurumu ve milli iradeyle birlikte TSK içinde darbeye direnen vatansever askerlerin bulunması, emniyet ve yargı teşkilatının FETÖ'ye karşı hızlı bir şekilde harekete geçmesi ve medyanın milli bir duruş sergileyerek darbecilerin aleyhine yayın yapması, kamuoyunun sivil siyaset lehine şekillenmesinde belirleyici bir rol oynadı. Bu vatan direnişi esnasında 250 vatandaşımız şehit düştü, 2 bin 194 vatandaşımız ise gazi oldu. Milli iradenin darbecileri çıplak elleriyle durdurmasının ardından FETÖ üyesi militanların çoğu gözaltına alındı ve yargı süreci başladı. Türkiye 16 Temmuz sabahına uyandığında, yakın siyasi tarihindeki en kanlı darbe girişimlerinden birini yaşamış, fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde şekillenen siyaset-millet birlikteliği sayesinde, böylesine kanlı bir askeri darbe girişiminin üstesinden gelerek demokrasisine sahip çıkmıştı.

Bu demokrasi mücadelesinin Batılı siyasetçiler gibi Batılı medya organları tarafından çarpıtılması ve darbe girişiminin başarılı olması yönünde yayınlar yapılması ise tarihe kara bir leke olarak geçti. Gerek darbe girişiminin ilk saatlerinde gerekse sonraki iki yıllık süre içerisinde, Batı medyası gazeteciliğin temel ilkeleri açısından da, demokratik duruş açısından da sınıfta kaldı.

BATI MEDYASINDA FETÖ TEYAKKUZU

Batı medyası 15 Temmuz gecesi verdiği ilk tepkilerde ve sonrasında darbenin başarılı olması yönündeki beklentisini gizleme gereği duymamıştı. Bunun en önemli göstergesi, kuşkusuz Batılı yayın organlarında yer alan içeriklerdir. Gerek BBC gibi devlete ait yayın organlarında gerekse CNN ve Die Welt gibi özel kuruluşlarda, tek merkezden kodlandığı izlenimi veren bir bakış açısı vardı.

Birkaç örnekle detaylandırmak gerekirse, darbe girişimi gecesi CNN uzun süre Türkiye'de bir darbe olduğu yönündeki başlığı ekranından kaldırmadı. ABD ve İngiliz medyası ilk haberlerini "iki taraf arasındaki mücadele"den bahsederek geçti. "Meşru, seçilmiş hükümete karşı bir askeri darbe girişimi" diyerek demokrasiden yana tavır almak yerine, sürekli "taraflar" vurgusu yapılıyordu. Darbe girişimi, Erdoğan ile ona muhalif olan bir grup arasında cereyan eden bir olay bağlamında çerçevelenmek isteniyordu. NBC televizyonu ise hâlâ özür dilemediği bir haber paylaşmıştı o gece: Kamuoyunda FETÖ lehine algı oluşturmak için masa başında üretilen haberde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya'dan sığınma talebinde bulunduğu iddia ediliyordu. Böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştı; fakat haberi yapan NBC aradan iki yıl geçmesine rağmen kamuyu yanılttığı için özür dilemedi.

Daha feci olan tepkiler ise darbenin milli irade tarafından destansı bir şekilde püskürtülmesinden sonra yapılan yayınlarda görüldü. Batı medyasının yayınlarında "Türkiye'nin yeniden demokrasiye kavuşma şansını kaçırdığı" ve "Erdoğan'ın artık daha otoriter olacağı" yönünde bir haber-yorum dili vardı. Haber ve analizlerde kaynak olarak örgüt lideri Gülen, FETÖ üyeleri veya FETÖ ile yakınlığı kamuoyunca bilinen Michael Rubin, Graham Fuller ve Henri J. Barkey gibi isimler gösterildi. Batı medyasında yaygın şekilde darbe girişimcilerinin "mağduriyetlerine" yer verildi; darbenin "tiyatro" olduğu, "kontrollü bir darbe" olduğu, "darbecilerin kim olduğunun anlaşılamadığı", "Gülen'in darbecilerle ilişkisinin bulunmadığı", "kendi haline sürgünde yaşayan hasta bir vaizin bu işle alakasının olmadığı" türünden içeriklerle FETÖ'yle karşılıklı işbirliği yapıldı. FETÖ lehine yayınlar yapılarak politik karar vericiler etki altına alınmaya çalışıldı.

Batı medyasının Mısır'da 2013 yılında gerçekleşen askeri darbeyi alkışlayarak Sisi rejimini "Batılıların dostu" bir sistem olarak sundukları aşikâr. Batılı teorisyenlerin yüzlerce yıldır savunduğunu iddia ettiği demokrasi teorileriyle yüzde yüz ters olmasına rağmen, hem Batılı yazar-çizerler hem de gazeteciler Türkiye'de de böylesi bir darbe rejiminin kurulması için heyecanla beklediklerini, 15 Temmuz sonrası süreçteki tavırlarıyla maalesef düzenli bir şekilde dile getirdiler. Burada "düzenli" ifadesini bilinçli kullanıyoruz, çünkü temsili demokrasinin en büyük göstergelerinden biri olan iki seçim sürecinde, yani 16 Nisan 2017 referandumu ve 24 Haziran 2018 seçimlerinin öncesi ve sonrasında yapılan yayınlar bu açıdan epeyce örnek sunuyor. 24 Haziran seçimlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en yakın rakibi Muharrem İnce'ye 11 milyon fark atarak kazanmasının ertesinde Washington Post'ta çıkan yorumda, demokrasinin Türkiye'ye yakışmadığının belirtilmesi bu tavrın en somut örneklerden biri. Diğeri ise Erdoğan'ın 9 Temmuz'da TBMM'deki yemin töreninin ardından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne gidişinin BBC tarafından "Erdoğan AK Saray'a geçiyor" şeklinde sunularak, yıllardır Batı medyasında kullanılan "otoriterlik-diktatörlük-tek adam rejimi" türünden çarpıtmalarla uyumlu bir içerik üretilmesi konusunda ısrar edilmesidir. Benzer şekilde, Die Welt'in muhalefete "bölünmeyin" çağrısı yapmasını da aynı bağlamda okumak gerekir.

TÜRKİYE GÜÇLENDİKÇE İKİ YAPININ İLİŞKİSİ ÇATIRDAYABİLİR

FETÖ (yukarıda da zikredildiği gibi) belirli mesajlar bağlamında ürettiği Türkiye karşıtı içerikleri, hiçbir sorgulama yapmadan bunları almaya hazır olan Batılı işbirlikçileriyle paylaşıyor. Sonu gelmeyen bu yalan rüzgârı karşısında Batı medyasında ciddi bir sorgulamanın yapıldığını söylemek zor. Alman yayın organı DW'de geçenlerde çıkan bir analiz haberde, Almanya'daki FETÖ üyelerine dair kapsamlı bir yayın yapılması cılız da olsa bir anlam ifade edebilir. Çünkü FETÖ üyelerinin en büyük korkusu deşifre edilmek, görünür olmak. Fakat DW'deki haber genelin içinde oldukça küçük bir adım. Çünkü Batı ülkelerinde FETÖ üyeleri hâlâ Erdoğan karşıtı kampanyanın odun taşıyıcıları olarak algılanıyor ve kullanılıyor. Nitekim Alman yayın organı da haberini bu mesaj üzerine kurgulamış. Fakat bu ilişkinin ilelebet aynı yoğunlukta devam edeceği şüpheli.

Çünkü FETÖ tarafından üretilen içeriklerin Türkiye'de toplum tarafından reddedilmesi, her seçim sonrasında Batı medyasında yaşanan hayal kırıklıkları, bu iki yapı arasında başlangıçta ortak hedefe karşı şekillenen ilişkide yeni bir tablonun doğabileceğine yönelik işaretler taşıyor. Kuşkusuz Batı medyası ve FETÖ militanları arasındaki ilişki devam etmekle birlikte, bu ilişki başlangıçtaki heyecandan uzaklaşmaya başladı. İki yapı arasındaki stratejik işbirliği, giderek zoraki bir beraberliğe doğru yöneliyor. Türkiye siyasal istikrarını koruyarak güçlendikçe, Batı medyasında FETÖ'yü rahatsız edecek haber sayısının artma ihtimali yükseliyor.

24 Haziran seçimlerinin Erdoğan etrafında büyük bir uzlaşmayla sonuçlanmasının ve Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini kuracak isim olarak tarihe geçmesinin, muhatapları tarafından da değerlendirildiğine kuşku yok. Erdoğan milli iradenin desteğiyle kazandıkça Türkiye güçlenmekte, Türkiye her alanda kuvvet kazandıkça aslında Batı medyası da tedavi olmaktadır.

FETÖ üyesi militanların 15 Temmuz 2016'daki askeri darbe girişiminin ikinci yıldönümünde, Türkiye siyasal ve toplumsal açıdan büyük ölçüde kenetlenmiş durumdadır. Bu kenetlenmenin ve siyasal uzlaşının arka planında, 15 Temmuz gecesi verilen destansı direnişin oluşturduğu duygu ve ruh birliği yer almaktadır. Batı medyası artık ya ezberlerini bozacak ya da Türkiye'de terörün ve toplumsal nefretin bir öğesi olarak hafızalara kazınan FETÖ ile birlikte anılmaya devam edecektir.

İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Yusuf Özkır aynı zamanda Kriter dergisinin yayın koordinatörüdür.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN