Bir zamanlar Ahmet Mithat Efendi'nin Beykoz'daki yalısını görmüş olanlar, yirmi odalı bu yalıdan söz ederken, orta katındaki büyük kütüphaneye de mutlaka değinirler. Veled Çelebi'nin hatıralarında, bu kütüphanenin farklı bir yeri vardır. O sıralar eviyle beraber kütüphanesini bir yangında kaybetmiş olan Çelebi, üzerinde çalıştığı Türk dili hakkındaki son eserinin müsveddelerinden de olmuştur. Durumu öğrenen Mithat Efendi, derhal kütüphanesinin anahtarlarını Veled Çelebi'ye teslim ederek "Kütüphanem sizindir, arzu ettiğiniz şekilde istifade ediniz!" diyerek onu aynı konuda tekrar çalışmaya teşvik eder.
Veled Çelebi, Ahmet Mithat kütüphanesinin hacmi, içinde taşıdığı kitap varlığı hakkında, "Kütüphanesinde binlerce cilt eser vardı" diyerek genel bir fikir veriyor bize. Çalışması için oradan evine "kuman kuman" eser taşıdığını da belirterek… Bu kütüphanenin Ahmet Mithat'ın ölümünden sonra ne olduğu konusuna, Yeni Şafak'ta yer alan bir haber açıklık getiriyor.
MİRASINA SAHİP ÇIKAMADIK
Rahmetli Orhan Okay hocayla zaman zaman bu konuyu konuşurduk. Bu soruyu hoca da sorar ve cevabını merak ederdi. Bir davet üzerine 2009'da yalıya yaptığımız bir ziyarette –o ziyaretin hikâyesini Tanıdığım Orhan Okay kitabımda anlattım- Terhan Hanım'dan kütüphanenin zaman içinde dağılıp gittiğini öğrendik. Terhan Hanım, Ahmet Mithat'ın torunu, Muallim Naci'nin kızı olan Fatma Nigar Hanım'ın geliniydi. Bu kısa bilgiyi bize Kayınvalidesi Nigar Hanım'dan naklen söylemişti.
Zamanla okumalarım sırasında önüme çıkan bazı ipuçları, Ahmet Mithat kütüphanesinin başına gelenler hakkında bir fikir edinmemi sağladı. O ipuçlarını bir araya getirerek hikâyenin bazı safhalarını aydınlatmak istiyorum. Refi Cevat Ulunay, "Takvimden Bir Yaprak" köşesinde 1967 yılında yayımladığı bir yazısında, Midhat Efendi'nin maddî ve manevi mirasına yeterince sahip çıkamayışımızdan yakınır. Bu yakınmalardan biri de "Beykoz'daki evinden bütün kütüphanesini mavnalara doldurarak kesekâğıdı yapılmak üzere kâğıtçılara sattık" cümlesinde ifadesini bulur. Satan Ulunay değildir elbette. Fakat o tüm toplumla beraber kendini de bu işten sorumlu görmektedir.
Asıl somut bilgilere gazetelerde rastladığım bazı haberlerle ulaştım. 1944'te yapılan A. Midhat Efendi jübilesinden birkaç sene önce Tan gazetesi sayfalarında küçük bir ilan yer almıştı. "Kitap Meraklılarına: Müzayede ile Fevkalade Satış" başlığını taşıyan bu ilanda "Şeyhülmuharririn merhum Ahmet Mithat Efendi'nin kütüphanesinde mevcut olan bütün kıymetli eserler"in bir gün sonra saat ondan itibaren Ankara Caddesi Tan gazetesi sırasında 94 numaralı dükkânda satılacağı haber veriliyordu. İlana göre satılan bu kitaplar arasında "Türkçe ve Fransızca bilumum tarih, edebiyat, lügat, eski ve yeni Türk tarihine ait eserler, müteaddit ansiklopediler" bulunmaktadır.
Belli ki bu satış Efendi'yi sevenlerin dikkatini çekmiştir. Tan'dan sonra Cumhuriyet, Akşam, İkdam gibi gazeteler de konuya ilgi gösterir, ardı ardına haber ve röportaj yayımlamaya başlarlar. Onlardan öğrendiğimize göre, satışın yapıldığı 94 numaralı dükkân "İnkılâp Kütüphanesi"dir. Kitabevi sahibinin söylediğine göre "Ahmet Mithat'ın bütün kitapları buradakilerden ibaret değil"dir. "Yüzlerce cilt kitabı daha varmış ki vaktiyle şunun bunun elinde mahvolmuş." Gazetecilerden Selahattin Güngör, mevcut kitaplara bir göz atar. Yazdıklarından kütüphanenin kitap varlığı hakkında birkaç somut bilgi daha öğreniriz: "Raflarda birkaç bin cilt kitap var. Çoğu ansiklopedi. Bir kısmı da tarihe ait. (…) Ansiklopediler hayli zengin. En başta 39 ciltlik Dictionnaire raisonné des sciences, des arts et des métiers. Sonra 45 ciltlik Biographie üniverselle ve daha böyle bir sürü ansiklopedi." Bu ansiklopedi varlığı, A. Midhat Efendi'nin bilgi dağarcığı yanında XIX. yüzyılın ikinci yarısı Türk dergiciliğindeki malumatçı tutumun kaynakları hakkında da bizi aydınlatmış oluyor.
MÜHÜİMCE KISMI ELDEN ÇIKARTILDI
Selahattin Güngör, söz konusu yazısında önemli bir iş de yapıyor: Maarif Vekaletini acilen bu satışa müdahaleye çağırıyor. Dönemin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel'dir. Bu çağrı hemen yankısını bulur. İki gün sonraki gazetelerden, Maarif Vekilliğince satışın durdurulduğunu öğreniriz. Vekâlet satışı durdurarak kitapların incelenmesi ve değer tespiti için Üniversite Kütüphanesi Müdürü Fehmi Etem Karatay ile Fatih Millet Kütüphanesi Müdürü İsmail Hakkı İlter'i "memur etmiştir." Fehmi Karatay ile İsmail Hakkı İlter kitapları inceleyerek bir rapor hazırlar. On gün kadar sonra, Anadolu Ajansı kaynaklı bir haber olarak raporun içeriği gazetelere yansır. Oradan bir başka bilgiye daha ulaşırız. Kitaplar sadece Ahmet Midhat'a değil "Mithat efendi merhumla damadına (Muallim Naci'ye)" aittir. Anlaşılıyor ki Efendi'den daha önce hayata gözlerini yuman damadı Muallim Naci'nin kitapları da aynı kütüphaneyle birleşmiştir.
İkinci ve asıl önemlisi ise "kitapçılardan mürekkep bir gruba toptan satılmış" olan Mithat Efendi Kütüphanesindeki kitapların "mühimce bir kısmı bugün için elden çıkarılmış bulunmaktadır. Geriye kalanlar arasında yazma ve nadir kıymette eser bulunmadığı gibi umumi kültüre ait ve ansiklopedik malumat kitapları dışında, ilmî bir müesseseye yarayacak, ihtisasa müteallik kitaplara da tesadüf edilmemiştir. Bu itibarla bahis mevzuu olan kitapların devlet tarafından satın alınmasında bir fayda görülmemiştir."Anlaşılıyor ki hikâye de böylece bitmiştir. Sonraki günlerde gazeteler aynı konuya tekrar dönmez. Ancak hikâye gerçekten bitmiş midir? Çünkü on beş gün kadar devam eden bu süreç içinde gazetelerde çıkan haberlerde, raporda sözü edilmeyen bazı ayrıntılar vardır. Buna göre "A. Mithat Efendi kütüphanesinde 6500 adet muhtelif eser mevcut olup bunların arasında yazma kitaplar, birçok şark ve garp müelliflerine ait nüshası tükenen mühim eserler, ansiklopediler ve kendi külliyatı bulunmaktadır." Tam açıklığa kavuşturulmuyorsa da bu haberdeki bilgiler kütüphanenin dağılmadan önceki mevcudiyetine ait olmalıdır Yine aynı habere göre "kitaplar, merhumun veresesinden 1500 liraya bazı kitapçılar tarafından satın alınmış ve teker teker satılmak üzere müzayedeye çıkarılmıştır." Bir başka kısa haberde ise "Ahmet Mithat Efendi'nin el yazılarından mürekkep zengin bir muhabere koleksiyonu ile el yazısı bazı eserlerden" söz edilir.
İşin bu kısmı biraz muğlâktır. Raporu hazırlayacak iki kişiye bu el yazısı koleksiyon –mektup vb. olmalı- hiç gösterilmemiş midir? Onlar kimlerin eline geçmiştir? Belli değil. Dört sene kadar sonra Hakkı Tarık Us tarafından yapılan A. Mithat Jübilesinin ardından Mahmut Yesari'nin yazdığı bir yazıda, A. Mithat Kütüphanesi hakkında şu satırları okuyoruz: "Bundan bir iki sene evvel A. Mithat Efendinin kütüphanesi satılmıştı. Bu satışa kan ağladım. Kitaplar bir kütüphanede parça parça yok pahasına satıldı. Kitapların bir kısmını gördüm. Mithat Efendi'nin çalışma tarzı hakkında biraz fikir edindim. Kitapların arasında notlar yazılmış kâğıtlar vardı ve satır altları çizilmişti. Yarım kalmış tercümelere de tesadüf ettim. Kitaplar el yazması ender ele geçen kitaplar değildi ama gene kıymetli idi."
Son olarak dönemin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel'in yıllar sonra yazdığı bir yazıdan, konuya ışık düşüren bazı satırlar aktarayım: "Sekiz on sene önce Mithat Efendiye ait bazı evrak ve belgeler elime geçmişti. Bunlardan bir kısmını dostum Hakkı Tarık'a vermiştim. Sözünü ettiğim jübilede teşhir edilmişti. Bu evrak arasında dikkati çeken epey şey vardır. Onlardan birini buraya alacağım. Bu parça Tercüman'da neşredilmiş mi, vaktim olup arayamadım." Tüm bunlar, büyük oranda, Ahmet Midhat Efendi Kütüphanesine ne olduğunu, bir kütüphanenin hazin hikâyesini ortaya koymuş oluyor.