ÖLÜMLÜ KAYBOLUŞLARA TEPKİ
Ben koleje gidip tarih, siyaset, ekonomi okuyabilmiş, okul kütüphanelerine girebilmiş değilim bayım, bu yüzden kendi kütüphanemdeki biyografilerle yetinmek zorundayım!
Virginia 1882'de Adeline Virginia Stephen adıyla Viktoryen bir İngiliz ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Bizler onu evlilikle değişen soyadı Woolf ile tanıyoruz.Virginia'nın babası, seçkin bir editördü. Annesinin, hastalara ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmek gibi birçok işi vardı.Virginia, 13 yaşında annesini, 22 yaşında ablasını, 24'ünde yeğenini kaybettiğinde büyüdüğünü hissetti ve yaşamında yeni bir boyuta geçti.
Bu benliğinden kopuşu daha sonra yazar olarak Virginia ile gösterdi. Geçmişe giderek, daha net ve kendisine göre belki de birlikte yaşadığı kişilerden daha gerçek şeyler söyleyen hayalet seslere sımsıkı sarıldı. Kaybettiklerinin sesleri onu hiç yalnız bırakmadı ve Virginia onları bir kurgu malzemesi haline getirdi. Bizlerde yazdığı her eserde duyduk onların seslerini. Romanları bu ölümlü kayboluşlara birer tepkiydi. "Geçmiş güzeldir" diyordu, "Çünkü insan duygularını zamanında fark edemez. Daha sonra gelişir bu, dolayısıyla biz şimdiyle ilgili tüm duygularımızı yaşayamayız ancak geçmiştekileri yaşayabiliriz." Ona göre; ölüler anılarla doldurularak son bir biçim alabilirdi ama yaşayanlar henüz biçimlenmemişti.
MERAKLI BİR KÂŞİF
"Yazabilmek için mahrem, gizli, olabildiğince anonim ve suyun altında olmam gerek"
Onun kalemi, çağının modern yazarlarının içine kapanık üstünlüğünden, gösterişsiz ve karanlıkta kalmış kişilerin yaşamına, özellikle de kadınların yaşamına doğru bir hareketti.
'Virginia ölümünden sonra geriye 4.000'e yakın mektup, yaklaşık 400 makale ve 30 ciltlik bir günlük bıraktı. O her zaman başkasına değil, kendisine nasıl göründüğüyle ilgilenirdi. Kendisi de kitaplarında gizlidir. Kendini çok genç hissediyordu; aynı zamanda da inanılmaz yaşlı. Her şeyin içinden bir bıçak gibi keserek geçiyordu.
Eylül 1897'de Virginia ilk kez ölüm isteğiyle mücadele etti. O günkü günlüğüne "Bu günlük gerçekten çok uzadı" diye yazdı, "Fakat ölüm daha kısa ve acısız olurdu".
Virginia sık sık, nöbetler halinde birbirini takip eden manik depresif ataklar ile mücadele etti. Mayıs 1904'te babasının ölümünün ardından Virginia tam bir kriz geçirdi. 22 yaşındaydı. O yaz kendisini pencereden attı. 3 aylık bir tedaviden sonra 'fiziksel' olarak iyileşti.
HAYATI BOYUNCA HİÇ OKULA GİTMEDİ
''Bir kadın olarak benim ülkem yok. Bir kadın olarak kendime bir ülke istemiyorum. Bir kadın olarak benim ülkem bu dünya!''
Viktoryen döneminde kadınların okula gitmelerine izin verilmezdi. Erkek kardeşleri okula giderken Virginia eğitimini evde almak zorundaydı ve bu onu yazar yapacak isyanının temelini oluşturdu. Evet, hayatı boyunca hiç okula gitmedi fakat bugün bilinen zekâsı ile tüm İngiltere'deki üniversiteleri bitirmiş gibi kabul edilir.
Virginia, babasından aldığı öğrenimi şöyle özetledi: "İnsanın hoşlandığı şeyi hoşlandığı için okuması, hoşlanmadığı bir şeyi asla beğeniyormuş gibi yapmaması; onun okuma konusunda öğrettiği tek şey buydu. Söylemek istediği şeyin ta kendisini, mümkün olan en az sözcükle, olabildiğince açık ve net yazmak… Yazma konusunda öğrettiği tek şey de buydu."
O yazar olmak istiyordu. Bir yazar olarak sesini yükseltmesi hayli zordu. Çünkü hiçbir sözcük onun duygu ifadesini biçimlendiremiyordu.
Virginia topluma bakınca, kadını sabit kalmış bir olarak görüyordu. Erkekler, kadınların okumasına izin vermeliydi. Hele edebiyat, bir kadının hayatına girebilecek bir iş olamazdı. Virginia'nın eserlerinde kendine hâkim olma tavrı hâkimdi. Yıllarca süren suskunluğuna boyun eğdi. O sadece yazabilmek, bir kadın olarak yazabilmek istiyordu.
''İnsanlar zaten birbirlerinden bu denli farklı iken yeni yeni ayrılıklar çıkarmak ne saçma şeydi.''
1910'un yazın da ruh sağlığı yine tehlikeye girdi. O dönemin günlüklerindeki yüklü mizah gücüne bakarsak kesinlikle deli değildi. Ama o yazın altı haftasını sinirsel rahatsızlık çeken hastalar için uzmanlaşmış özel bir bakımevinde geçirdi. Bu ilk hastane deneyimiydi. Hayatının bu en zorlu dönemlerinde bile düşünce yönünden üstünlüğünü hiç yitirmedi. Virginia'nın ruhsal ıstırabı, içsel algılarla, standart ifade tarzının arasında sürekli bir sürtüşmededir.
ÖNCE DENEYİM SONRA DENEYİMİN ANLAMI
''Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!''
Onun eserleri kocaman bir hikâyenin yani kendi hayatının bir parçasıdır. Virginia, yaşadıklarını, hissettiklerini ancak kaleme dökülünce gerçeklik kazanacağını düşündü. Bunların başında ilk olarak deneyim geliyordu, sonra ise deneyimin anlamı.Ve yazdı Virginia, kimseye aldırış etmeden, kim ne der diye düşünmeden yazdı. Kendine ait evreninde edebiyatta devrim yapan bir edebiyat türü yarattı. İki yüz yıldır İngiliz roman geleneğine hâkim olan gerçekçilik bakış açısını yok ederek, bilinç akışını yazıya döktü ve öncü oldu. Ona göre 'Gerçekçi Yazarlar' "Bir tek gerçek olduğunu sanıyorlardı. Oysa gerçek her insana göre değişen, elle tutulamayan, su gibi akan bir şeydi. Asıl önemli olan o gün ne yaptığını, şu gün ne yaptığını rapor etmek değil aklından geçen duygularla düşünceleri, anlık izlenimleri saptamaya çalışmaktı."
EDEBİYAT DÜNYASINDA BİR İLK
''Yaşam neden bu denli trajik? Neden bir uçurumun üstündeki küçük bir kaldırım şeridine benziyor? Aşağıya bakıyorum, başım dönüyor. Sonuna dek nasıl yürüyebileceğim diye merak ediyorum… Bir tarlanın ortasına konulan bir fener gibi, ışığım karanlığa boğuluyor…''
Yazın dünyasında bir ilki deneyimlerken, zihninden içinden geçen duyguları eserlerine en saf haliyle aktarırken bunları bir yayınevine beğendirmek ya da onların istedikleri gibi yazmak zorunda değildi. Bu onun en büyük avantajlarından biriydi. Kitaplarını eşi Leonard Woolf'la birlikte kurdukları, T. S. Eliot, James Joyce, Sigmund Freud gibi önemli yazarların da kitaplarını bastıkları kendi yayınevinden basılıyordu. Başyapıtlar yılların ortak düşüncesinin ürünüdür.
Virginia cinsiyet konusuna da özgürce yaklaşmış, eşcinselliği, biseksüelliği, erdişiliği romanlarında çekinmeden kullanmıştır. En önemli romanlarından olan ve erkekken dişiye dönüşen bir kahramanı yarattığı Orlando'yla dönemin en aykırı kitabına imza attı. Orlando adlı romanı alışılmış biyografi koordinatlarının dışına çıkar ve bir boyut değil de bir elementmiş gibi zaman içinde yolculuk yapar. Bir yazarın, yaşamöyküsüymüşçesine bir roman yazması, bunu bir kurmaca, aynı zamanda bir yaşam olarak adlandırması, bu yaşamı âşık olduğu kadın etrafında yaratması ve onu yer çekiminden azat olmuş bir beden gibi 400 yıla yayması eğlenceli olduğu kadar cüretkâr bir şeydir. Haşarı bir çocuk oyunu, bir aşk mektubu, kelimenin tam anlamıyla neşeli bir kitap olarak yazılan Orlando, Virginia'nın üslubunda patlayan bir özgürlüğün lokomotifi olur. Bu kitapta, yazıdan korunmamış hisler, hız ve enerjiyi doğurmuştur. Bu kitap Virginia'nın zihninin hastalıktan arınmasını, neşelenmesini ve mükemmel şekilde çalışmasını sağlamıştır, böylece sonraki romanı Kendine Ait Bir Oda, Orlando'dan aldığı cesaret ve kendine güven duygusuyla yazılır.
İLK MANİFESTO
''Üzerinden ordular geçse bile, kılı kıpırdamayan cümleleri seviyorum.''
Kendine Ait Bir Oda, Çağdaş feminizm akımının ilk manifestosu kabul edilir. Bu kitapta "bir kadın roman yazacaksa kendine ait parası ve bir odası olmalıdır" diyerek gününün İngiltere'si için bir hayli radikal olan düşüncelerini cesurca ortaya koydu. Onun eserleri kimsenin keyfi taleplerine bağlı değildi.
Virginia'nın romanlarının biçim ve özünde, geleneksel düzyazıdan çok, lirik şiirin biçim ve özüne benzerlik görülür. Onun amacı benliğin en derin, en çıplak, en bilinmedik halini kusmak değil, sahici bir varoluş hissini verebilecek imgelerin ve izlenimlerin insan portresindeki yerini saptamaktır.
Her şeyi tam zamanında yapmak, ancak yaşamımızın sonlarına doğru öğrenebileceğimiz o küçük erdemlerden biridir.
28 Mart Cuma günü yaşamının son baharında o, bu defa suya teslim oldu.
Virginia eşi Leonard'a bıraktığı notta, onu, kendisinin hayatta mutlulukla veda ettiğini söylüyordu. "Dünyada bizim kadar mutlu olmuş iki kişi yoktur."
(Masa Dergisi)