1926-1984 yılları arasında yaşamış olan Ümit Yaşar Türk şiirinin önemli isimlerinden biridir. Aşkın, ayrılığın, acının, kavuşamayan âşıkların şairidir. Şiir severlere ölümü ve intiharın soğuk yüzünü en etkili şekilde anlatır. Depresif ve melankolik bir yapısıyla dikkat çeker. Üstelik de yalnızdır. Mektup yazıp, kendi adresine postalar. Ve bir süre sonra posta kutusuna gelen mektubun çok uzaklardaki sevdiğinden geldiğine inanarak sevinir. Kekemedir. Bunu kendisi de dile getirir.
"Gözlerimiz kapalı olduğumuzdan başka / Ömür boyu işimiz körebelik değil mi?
Şimdi fazla üzmüyor beni kekemeliğim / Yaşamak da bir çeşit kekemelik değil mi?"
ŞİİRE ÖZENTİSİ 'DUVARDAKİ ADAM'
Ümit Yaşar'ın şiir sevgisi çocukluğunda başladı. Anne ve babasının da etkisiyle 9-10 yaşlarında şiir yazmaya heveslendi. Çocukken evlerinde şiir okunması, annesinin o çağın ünlü ozanı Faruk Nafiz Çamlıbel'in şiirlerini ezbere bilmesi, duvarlarında ünlü şairin çerçeveli bir fotoğrafının bulunması, babasının Faruk Nafiz'i "evin ikinci adamı" olarak görmesi Ümit Yaşar'ın küçük yaşlarda şiire ilgi duymasın nedenleriydi. İlk şiir denemeleri Faruk Nafiz'e (Duvardaki adama) özentinin ürünüydü.
İLKOKULDA 'ŞAİR' DİYE ÇAĞIRILIR
Oğuzcan, ilkokulu bitireceği yıl, annesi ile babası geçinemeyip ayrılırlar. Bu olay onun küçücük yüreğinde derin izler bırakır. Bu yıllar, onun şiire sığındığı, üzüntülerini yazarak gidermeye çalıştığı yıllardır. Ortaokulu üç ayrı şehirde ve üç ayrı okulda okur.
Arkadaşları adını bilmez ve onu çoğu kez de "şair" diye çağırırlar. Türkçe öğretmenlerinin sevdikleri, fakat zaman zaman yazdıklarından ötürü şaşkınlığa düştükleri bir öğrenci olur. Önceleri "su birikintisi" olarak nitelendirdiği şiiri, zamanla "minik bir göl" ve "kendi yatağında kıvrıla kıvrıla, akıp giden bir ırmak" halini alır.
ŞİİR ARTIK BİR TUTKUYDU
Konya'da başlayıp Eskişehir'de tamamladığı lise öğrenimi sırasında ondaki şiir bir özenti olmaktan çıktı, büyük bir tutku halini aldı. Ticaret lisesini bitirir bitirmez yaşam kavgasına başladı. Ankara, Adana, Turgutlu ve Niğde'de sürdürdüğü bu kavgada şiir yazmayı asla bırakmadı. 1954 yılında yeniden Ankara'ya gitmesiyle birlikte, "ırmak yatağından taşmaya başlamış", birkaç yıl içinde koskoca bir nehir oluvermişti. 1960'lara doğru bu nehrin taşlama, rubai ve düz yazılardan oluşan üç kolu meydana geldi.
1961 YILINDA ÜNLÜ BİR ŞAİRDİ
Ümit Yaşar 1961 yılı başlarında İstanbul'a geldiği zaman artık on bir kitap çıkarmış ünlü bir şairdi. Kendi deyimiyle, kollarıyla iyice büyümüş olan nehir, coşkun sularla çağlar, zaman zaman yatağından taşarak denize kavuşur, denizle birleşir, bütünleşir ve ondaki şiir koca bir deniz olur.
"ŞAİRLİK DOĞUŞTAN GELİR, SONRADAN KAZANILMAZ"
"Şiir yeraltı nehirleri gibi oluşur şairin iç dünyasında.
Bir gün yeryüzüne çıkmak için bir çıkış noktası arar.
O nokta ilhamdır işte! O noktada var olur şiir."
Ümit Yaşar için şiir, hiçbir zaman gelip geçici bir uğraş, bir heves olmamıştır. Ona göre şairlik doğuştan gelen, Allah vergisi bir yetenek işidir. Bu yeteneği geliştirmek için büyük bir çaba gereklidir. Şiir ilham işidir. Zorlamayla şiir yazılmaz. Şair, bütün yaşamı boyunca gördüğü, işittiği, okuduğu, duyduğu her şeyin etkisi altındadır.
Ümit Yaşar şiiri yazılmayacak hiçbir konu, şiirde kullanılmayacak hiçbir sözcük düşünemez. Ona göre, "Şiir bir söz sanatıdır; herkesin bilip her gün kullandığı sözcüklere can verme, yeni bir anlam kazandırma sanatıdır. Fakat şiir sadece anlam taşıyan sözcükler dizisi değildir. Sözcükler bir araya gelerek yalnız şiire özgü bir ses düzeni, bir uyum da kazanırlar. Şair dağarcığındaki bütün sözcüklerin ses ve anlam olarak değerlerini bilen ve bunu yanılgısız uygulayan kişidir. Şiir en güç sanat dalıdır. Şiirin en büyük güçlüklerinden biri de kolay sanılmasıdır. Şiir yazmak için yetenekten başka duyarlılık, heyecan, heves, kültür ve çaba da gereklidir. Çünkü şiir bir birleşimdir."
EDEBİYAT DÜNYASINI İKİYE BÖLDÜ
Ümit Yaşar Oğuzcan, zamanında çok ilgi görürken bir yandan da çok da eleştirildi.
"Oğuzcan sanatın çilesini çekmiş, şiire varlığı ile bağlanmış, gerçek bir şairdir.
Sayıları yüzleri aşan şiirlerinin hemen hepsini ezbere okuyabilmesi de
bu sevginin, bu bağlanışın bir delili olsa gerek..."
İlhan Geçer
Şaire yöneltilen olumlu eleştiriler onun kendine has, şahsiyetli, temiz ve her şairin ulaşamayacağı bir şiir diline sahip oluşu ile ilgiliydi. Ümit Yaşar sıcak, sevimli, içten ve pürüzsüz bir dil kullanmış, mısra yapıları sağlam binin üzerinde şiir yazmıştı. Mesneviden soneye, aruzdan heceye kadar her şekli ve vezni kullanmış, ölçülü ve kafiyeli şiirler meydana getirmişti. Şair için en çok sone şeklini beğendiği söylenir. Şiirde ahenk ve musikinin gereğine inanırdı.
"Şair olmak için acayip olma yolunu tutan bu değerli genç şaire bir eski mantık tekerlemesini hatırlatırım.
Her karpuz yuvarlaktır, ama her yuvarlak karpuz değildir.
Her güzel şey biraz başka türlü ve acayiptir ama her acayip şey güzel değildir."
Orhan Seyfi Orhon
Ümit Yaşar'a yöneltilen olumsuz eleştiriler Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Nurullah Ataç, Şevket Rado, Celâleddin Çetin başta olmak üzere birkaç şair-yazar ve eleştirmenden geliyordu. Bunların bilimsel ağırlığından çok sübjektif tarafları ağır basan eleştiriler olduğunu söylenebilir.
Ümit Yaşar'ın çok sayıda şiir yazması kendisine yöneltilen eleştirilerin ilk nedeni. Bu eleştirileri haksız bulan şair, sadece hissettiklerini yazdığını, hatta yazmak istediklerinin pek çoğunu yazamadığını söyler. Ona göre, "Eleştirme ibresine sanat dünyamızda hatır, dostluk, düşmanlık, çekememezlik, cehalet, mesuliyetsizlik duygusu, laubalilik vs. etki ediyor. Sanattan anlamayanlar için en ideal meslek sanat eleştirmeciliğidir. Eleştirmenlerin yetersiz ve yarım olmalarından hiç olmamaları daha iyidir."
ŞAİRLİK HAYATINI BEŞ DÖNEME AYIRIR
Ümit Yaşar hiçbir akıma ve şiir anlayışına dâhil olmamış, kendi tarzını yaratmış orijinal bir şairimizdi. Kendisi 1941-1976 yılları arasındaki otuz beş yıllık şairlik hayatını beş ayrı döneme ayırmıştı:
I- 1941-1954 yılları: Uyanış dönemi
II- 1954-1960 yılları: Arayış dönemi
III- 1960-1964 yılları: Çalkanış dönemi
IV- 1964-1970 yılları: Kaynayış dönemi
V- 1970-1982 yılları: Duruluş dönemi
HANGİ KONULARI ŞİİR OLARAK İŞLEDİ?
" Aşk şairi olarak tanındım, hep böyle kalmak isterim.
Bu konuda şiirlerimde çok şey söyledim. Daha da söyleyeceğim.
Aşk şairiyim, fakat sevmekten sevilmeye vakit bulamadım.
Karşılıklı sevenlerin değil, sevip de sevilmeyenlerin şiirini yazdım.
Aşkın karşılık beklemeden sevmek olduğuna inanıyorum."
İnsanlar, özellikle kadınlar şairin ilham kaynağıydı. Onun için, şiirden önce aşk vardı. Hiciv şiirlerinin dışında en çok işlediği konular aşk, ölüm, yalnızlık ve çaresizlikti.
"Bir şairin şiir yazabilmesi için mutlaka sevmesi gerekir mi?" sorusuna verdiği cevap da şöyledir: "Sevgisiz sanat olmaz. Her sanat eserinin mayasında sevgi vardır. İnsanları sevmek, yaşamayı sevmek, tabiatı sevmek, müziği sevmek, ya da bir kadını sevmek arasında büyük farklar yoktur. Önemli olan, sevmek, sürekli sevmek, sevebilmektir"
Ümit Yaşar'ın kadınlarla ilgili şiirleri sadece güzel, akıllı, seven ve âşık olunan kadınlarla ilgili değildir. Çirkin, yalnız, terkedilmiş kadınlar için de şiir yazmış; bu kadınların yalnız ve sevilmemiş olmaları ile kendi yalnızlığı ve sevgisizliği arasında bağ kurarak onlara acımıştır.
Ümit Yaşar hayatı boyunca kadınları sevmiş, fakat hiç sevilmemişti. 1957 yılında verdiği bir röportajda, aşkı tatmamış bir aşk şairi olduğunu söylemişti. Bu durumu kendisi de gülünç bulmuş ve eklemiş: "Ben aşkı yaşamıyorum, onu arıyorum. Bulduğum zaman gerçek bir aşk şairi olabilirim."
HİÇBİR ŞEY VEDAT'IN ÖLÜMÜ KADAR ACI OLMADI
Ümit Yaşar şiirlerinde aşk ve kadınlardan sonra en çok ölüm temine yer verir. Onun şiirinde ölüm bir ayrılıktı. Ölüm onun hayatının gerçeğiydi. Üç kez intihara teşebbüs etmiş, oğlu Vedat da 1973 yılında kendini Galata Kulesi'nden atarak intihar etti. Oğlunun intiharından sonra yazdığı şiirlerinde bu tema daha çok yer almış, ayrılık, isyan, çaresizlik, umutsuzluk gibi duygular yoğunlaşmıştı. Fakat hiçbir şey Vedat'ın ölümü kadar acı verici olmadı.
Tabut, cenaze, kefen, mezarlık, mezar taşı ölüm şiirlerinin vazgeçilmez unsurlarıydı. Şair için, ölmek bazen bir kurtuluştu. Çoğu zaman da sevgiliden ve güzelliklerden ayrılmak demekti. Aynı zamanda ölümsüzlüktü. Şair bazen de ölülerle konuşurdu.
RUBAİ TÜRÜNDE ÜSTATTI
Dörtlük ve rubai türünün çağdaş üstatlarından biri de Ümit Yaşar Oğuzcan'dı. Dörtlük ve rubailerinde derin ve özlü düşünceler, aşk, ölüm, sevgi, karamsarlık, umutsuzluk, güvensizlik, hayal kırıklıkları ve şikâyet gibi temalar temiz ve pürüzsüz bir dil ile ifade edilmişti.
"Ben hem şair hem de hiciv yazarıyım. Hicve en az tahammülü olan memleket Türkiye'dir.
Hiciv üç kişilik bir oyundur. Yazan, yazılan ve okuyan.
En bahtsızı da yazandır. Hicvin anlaşılması ve tahammül edilememesi
yüzünden ben bir zaman işimden olmuştum."
Hiciv yazmak şairimize göre zordur. Buna rağmen yine de yazmaktan vazgeçmez. Yazdığı binlerce şiir arasında hiciv şiirleri azdır; fakat zaman zaman bu alandaki şiirleri daha çok ilgi çekmiş, daha çok üne kavuşur. Ümit Yaşar'ın körü körüne bir partiyi ya da bir ideolojiyi tutmaması, yergiciliğinin en önemli özelliğiydi. Yirmi sekiz yıllık yergicilik yaşamında polis ve yargıç karşısına çıkmamış, bu yüzden de yazdıklarını günü gününe gazete, dergi ve kitaplarında yayınlayabilme şansına sahip olmuştu.
İLKLERİN ŞAİRİYDİ, YAŞAMADAN YAZMAZDI
Ümit Yaşar bazı ilkleri gerçekleştirmiş bir şairdir. Sanat hayatının 25. ve 40. yılında olmak üzere iki kez jübilesi yapılmış, beş şiir plağı doldurmuştur. Şiirlerinin bazıları Fransızca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Lehçe, Rumca ve Arapça'ya çevrilmişti. Şiirleri çeşitli antolojilere alınmıştı.
Şiirlerinde ahenk ve musikiye çok önem vermesi, onların bestelenmesini de kolaylaştırırdı. Bestekâr Avni Anıl, "... Ümit usta bizler için hem çok zor, bir o kadar da kolay bir şairdir. Zordur; o güzel kelimeleri aynı güzellikte ezgilemek için kahır çekmemiz gerekir. Kolaydır; şiirinde musiki yatar zaten" şeklinde ifade etmişti.
(Ümit Yaşar Oğuzcan'ın Şiir Dünyası - Âbide DOĞAN)