Âşık Paşa'nın kayıtlarda asıl adı Ali'dir. 1272 yılında Kırşehir yöresinde bulunan Arapkir'de dünyaya gelir. Babası Muhlis Paşa, Baba İlyas'ın oğludur. Şeyh İlyas da denilen Baba İlyas, Horasan'dan Anadolu'ya göç etmiş, önde gelen din âlimi, Sünnî bir mutasavvıftı. Bu sebeple öğrencileri gitgide çoğalmış, Sultan I. Alaeddin Keykubat'ı bile endişeye düşürmüştü. Ancak bu hükümdar yaptığı araştırmalar sonucunda Baba İlyas'ın insanların eğitim ve öğretimindeki hizmetini görmüş ve takdir etmişti. Anadolu'daki Hristiyan halktan da öğrencileri vardı.
DEDESİ HAKSIZ YERE ÖLDÜRÜLDÜ
Baba İshak, Karamanlı bir Rum çocuğu veya Kefersudlu (Malatyalı) bir Hristiyan'dı. İçerisinde kötü emeller besliyordu. Görünüşte Baba İlyas'ın öğrencisi olmasına rağmen onun niyeti bir Rum devleti kurmaktı. Bu sebeple de Baba İlyas'a bağlı kimseleri kandırarak Anadolu'daki isyanlardan birincisini başlattı. Baba İlyas her ne kadar Baba İshak'ın isyandan vazgeçmesi için mücadele etmiş olsa da yolundan döndüremedi. Bunun üzerine "Ey İshak kurtuluşa erme, kolundaki kuvvet düşsün" diye bedduada bulundu. Baba İlyas bu isyan hareketine asla katılmadı ama ayaklanma sebebiyle öldürüldü.
MUHLİS PAŞA KARGAŞANIN İÇERİSİNDE YAŞADI
Baba İlyas'ın Baba İlyas'ın Ömer, Yahya, Mahmud ve Muhlis adında dört oğlu vardı. Âşık Paşa, bunlarda Muhlis Paşa'nın oğluydu. Muhlis Paşa Mısır'a gitmiş ve Melik Zahir'in teveccühünü kazanmıştır. İkinci Gıyâseddin Keyhüsrev zamanı olan ve adaletsizliğin alabildiğine hüküm sürdüğü bu devirde Muhlis Paşa iftiralara uğradı. Dördüncü Kılıçarslan'ın 1266 yılında Sultanhanı'nda boğularak öldürülmesine de şahit oldu. Daha sonra Kırşehir'e gelen Muhlis Paşa babasının öğrencilerinden Şeyh Osman'ı zaviyesinde ziyaret ederek oğlu Âşık Paşa'yı yetiştirip kızıyla evlendirmesini vasiyet ettikten iki yıl sonra 1274 yılında vefat etti.
ÂŞIK PAŞA HIZIRDAN DERS ALDI
Âşık Paşa, idarenin zayıfladığı, Moğol zulmünün gitgide arttığı, idarî kargaşa ve çekişmelerin çok olduğu bir zamanda doğmuş ve ömrünü bu hadiseler içinde geçirmişti. Onun öğrenimi ile ilgilenen Şeyh Osman, Âşık Paşa'nın en iyi şekilde yetişmesini sağladı. Böylece o zahirî ve batınî ilimlerde yetişti.
Âşık Paşa'nın çocukluğu o devirde önemli bir kültür merkezi olan Kırşehir'de geçti. Ayrıca o Arapça ve Farsça yanında Ermenice ile İbranice'yi de öğrendi. Kendi verdiği bilgilere göre Hızır da ona hocalık etmişti Böylece ledünnî ilmi öğrenmişti.
ÜÇ SELÇUKLU VE İKİ OSMANLI SULTANI DEVRİNDE YAŞADI
Kaynaklara bakılınca Âşık Paşa hakkında çok fazla bilginin bulunmadığı görülür. Latifî, onun yalnız Sultan Orhan devrinde yaşadığını belirtir. Ayrıca onu arif, veli ve tarikat yolunda önde gelen bir âlim olarak gösterir. Âşık Paşa, Latifî'nin zikrettiği şekilde yalnız Sultan Orhan devrinde yaşamaz, 1272 yılında doğduğuna göre çocukluğu Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284), gençlik yılları İkinci Mesud (1284-1296, 1302-1310) ve Üçüncü Alaeddin Keykubat (1298-1302) zamanlarında geçer. Olgunluk devrini Osman Beğ (ö.1326) zamanında yaşayan Âşık Paşa ömrünün son yedi senesini de Orhan Beğ devrinde geçirmiş ve 3 Kasım 1332 (13 Safer 733) tarihinde vefat etmişti. Türbesi Kırşehirde'dir.
KIRŞEHİR'İN OSMANLI'YA KATILMASINDA BÜYÜK ROL OYNADI
Devrinin siyasî şahsiyetleri yanında âlim ve şeyhleri ile temas kurdu; Hacı Bektaş-ı Veli'nin öğrenim halkasında bulundu. Osman Gazi'nin istiklalini ilânı sırasındaki törenlere katıldı. Kırşehir'in Osmanlı topraklarına geçmesinde büyük rol oynadı. Burada açtığı zaviyede ilim öğretti. Kırşehir beyi tayin edildi.
Ayrıca Mısır'a elçi gittiği ve Anadolu valisi Timurtaş Paşa'nın veziri olduğu rivayetleri de vardır. Bu, yabana atılmaması gereken bir görüş. Çünkü Âşık Paşa, Peygamber'in miracını anlattığı bölümde Kudüs şehrini, özellikle Mescid-i Aksa ve Kubbetü's Sahrâ gibi yerleri görerek dile getirir. Bu yönü ile onun, ele aldığı mekanı en iyi şekilde canlandırdığı bir gerçek. Buradan şairimizin Mısır'a giderken Kudüs'den geçtiği de anlaşılır.
DEVRİNİN İDEALİST ADAMLARINDANDI
Âşık Paşa'nın en önemli vasfı devrinin bir ideoloğu olmasıydı. Bu yönü ile ele alındığı takdirde Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında kendine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmişti. O, yeni Türk devletinin kuruluşunda temel meseleleri öne süren ve fikirler getiren bir bilgindi. Bu açıdan bakıldığı takdirde Âşık Paşa işe Türkçe'den başladı. Türkçe için fikirler getirdi.
ÂŞIK PAŞA'YA GÖRE DOKUZ ÇEŞİT İNSAN VARDI
Bir devlet için dilin önemi üzerinde durdu. İdare meselesinde hükümdarın başta asalet, bilgi, vücut sağlığı, cesaret, cömertlik ve vefa duygusu gibi özelliklere sahip olması gerektiğini söyler. Askerin ne şekilde yetiştirilmesi, gerektiğini, ordunun teşkilini, onlara gerekli harp aletleri ile silahlarını zikr eder. Ayrıca halka yol gösterir. Gerçek insanın nasıl olması gerektiğini anlatır. Zaten ömrü, açtığı zaviyesinden de anlaşılacağı üzere, hep öğrenci yetiştirmekle geçmiştir. Diğer yönden insanları başlıca üç bölükte verir ve her bir bölüğü üstün, orta ve aşağı olmak üzere ele alır. Ona göre dokuz çeşit insan vardır.
Âşık Paşa ayrıca öğütlerde bulunur; ana, baba hoca ve esnaf velisi olan ahîlerden dua almayı tavsiye eder. Bunlara hizmeti, sözlerini dinlemeyi, ilim öğrenmeyi, özellikle hoca eşiğinde kul olmayı, doğruluğu ve ihlas sahibi olmayı, halkın sıkıntılarını yüklenip gidermeyi, malı mülkü insanların faydalarına harcamayı, gelenle gidenle ilgilenmeyi ve yolunu kaybedenlere yol göstermeyi sıkı sıkıya tembih eder.
Birliğin önemi üzerinde durur ve bu fikri on hikayede işler. Kooperatif fikrine yer verir. İlme büyük değer verir. Âlimleri örnek gösterir. Özellikle dört büyük imama gönülden bağlıdır.19 Prof. Dr. Mehmet Kaplan'nın önemle işaret ettiği gibi, Osmanlı Türklerinin kurmuş oldukları cihan devletinin ideolojik ve metafizik temelini hazırlar.20 Ayrıca edebiyatımızda tasavvuf alanının ilk temsilcileri arasında yer alır.
TÜRK EDEBİYATINDA ÂŞIK PAŞA
İyi eğitim görmesinin yanında geniş bir düşünce yapısıyla da dikkatleri üzerine çeker. Eserinde Türk kültürünün bütün devirlerine gider gelir. İfade ve bilgi olarak Orhun Abideleri'ne, Kutadgu Bilig'e, Dede Korkut'a, Mesnevi'ye ve Yunus'a giderken, bazı sözleri ile Süleyman Çelebi'yi yönlendirir ve Mevlid'in temelini oluşturur.
Âşık Paşa'nın tesiri yalnız Süleyman Çelebi'de görülmez. O edebiyatımızda Yusuf ile Zeliha, Leylâ ile Mecnun gibi aşk hikayelerinin de ilk yazarlarındandır. Ayrıca miracnâme ve mevlid gibi türlerin yazılmasında da öncülük eder. Yine gül ve bülbül konusu da Türk edebiyatında çok işler.
Âşık Paşa, çağdaşı Gülşehrî'ye paralel olarak, gül ve bülbülün hâllerini eserinde aşk içinde verir. Bu konu daha sonraları tek bir eser şeklinde şairlerimiz tarafından işlenecektir. On altıncı yüzyılın önde gelen mesnevi şairlerinden Kara Fazlî bunların başında gelir. Âşık Paşa, Hz. Hızır'ın hayatını anlatmakla ayrıca menkıbe türü içinde yine ilk sırada yer alır.
HİKEMİ EDEBİYATIN ÖNDE GELEN TEMSİLCİSİ
Şairimiz her hadiseye ibret gözüyle baktı. Bununla kalmayıp insanı olayların arkasını görmeye davet etti. Onda akıl, gözlem, düşünme ve hayatı bu açıdan görme esastı. Böylece edebiyatımızda Ahmedî 'de yer alan hikmet konusu, daha sonra on yedinci yüzyılda Nabi ile ortaya çıkıp bir ekol şeklinde Rami Mehmed Paşa ve Koca Ragıp Paşa ile devam ettirildi. O, böylece hikemî edebiyatın da başını çeken ilk şairdi.
EN BÜYÜK MESNEVİ YAZARI SAYILIR
Âşık Paşa, devrinde en büyük mesnevi yazarıydı. Ayrıca gazeller de yazdı. O, önder bir bilgin ve düşünürdü. Halkı aydınlatmada bir hayli gayret sarf etmiş ve bütün ömrünü öğrenmek, yazmak ve öğretmekle geçmişti. Bu yüzden bilim adamlarımız onu, Türk ahlâkçılarının başında sayarlar.
Âşık Paşa'nın ulaşılmaz bir görüşü vardı. O eserini düzenlerken bile onlu sistemi kullanır. Ona göre onlar ve katları sonsuza açılan bir penceredir. Bunun da ötesinde Türkçe'nin ifade gücünü günümüzden daha canlı bir şekilde Âşık Paşa'da buluruz. Bu da onun samimi oluşundan, Türkçe için düşünüp fikirler ileri sürmesinden ve büyük gayret sarf etmesinden ileri gelir. Âşık Paşa kendi ana dilinde yazdığı eseri ile tasavvufu bile en ince şekilde anlatır. Bu, Türkçe'nin daha o günden ilim dili olması demekti. Âşık Paşa bunu gerçekleştiren ve eserini Türk milleti için yazan, âlim şair ve düşünürümüzdü.
ÂŞIK PAŞA'NIN GARİB-NÂME'Sİ
Âşık Paşa kitabını anlatırken âleme baktığını, ibretler gördüğünü, bütün bunları bir yere toplayıp bir kitap yaptığını, böylece on bölüm ve her bölümde on destana yer verdiğini, her bir meseleyi kılı kırk yararak anlatmaya çalıştığını anlatır.
Âşık Paşa'nın en önemli eseri 10613 beyitten meydana gelen Garib-nâme adlı büyük mesnevisidir. On bölüm hâlinde yazılan bu eserin beyit sayısı, nüshalara göre değişiklik gösterir. Saadeddin Nüzhet Ergun'un bildirdiğine göre 10293, Amil Çelebioğlu'nun sayımına göre de 10015 ve 10312 beyittir. Eser, fâilâtün fâilâtün fâilün vezni ile yazılmıştır. Eserin başında, Farsça mensur bir dibâce bulunur. Bundan sonra gelen 228 beyitlik kısımda tevhidler, münâcât, Peygamber ile dört halifenin methine yer verilmiştir. Kutadgu Bilig'de de görülen bu tertipten sonra asıl bölümlere geçilir.
Garib-nâme'nin en önemli özelliğinden biri de eserin tercüme olmayıp telif olmasıdır. Bu durum bir bakıma Türk edebiyatının Farsça ve Arapça edebî eserlerin tercümesi ile işe başladığı gibi yanlış iddiaları da çürütüyor.
BÖLDÜKÇE BÜYÜYEN KAPSAMLI ESER
Garib-nâme'nin bölümleri onar kıssaya yer verir. On bölümde 100 kıssa bulunur gibi görünürse de, her bölümdeki kıssalar on ile çarpıldığı takdirde eserin en azından 550 konuyu işlediğini veya şairin bu kadar mesele üzerinde durduğunu belirtmek gerekir. Böylece açılan ve bu açılmada genişleyen, genişleyip büyürken de nizam ve intizamını koruyan, insanı daha ötelere çeken hendesî bir eserle karşılaşırız.
İşte Garib-nâme'nin belli başlı özelliği budur. Bu durum, şairinin ne derecede geniş bir düşünce ve ibretle baktığını, nasıl bir hayal gücüne sahip olduğunu, ne derecede görüş ve inceliklere dikkat ettiğini, ilmî titizliği ile nizam ve intizam içinde olduğunu göstermesi ve hikmet yönünü vermesi açısından da önem taşır.
ALTI YÜZ SENEDİR ÖNEMİNİ KORUYOR
Garib-nâme'nin elde bulunan ilk nüshaları on beşinci yüzyıla ait. Tespit edebildii kadarı ile eserin 115 nüshası var. Bunlardan 35 adedi yurt dışına kaçırılmış. Yazıldığından beri, kaybolanları bir yana bırakırsak, 600 sene gibi bir zamanda nüshalarının çoğalarak gelmesi Garib-nâme'nin ne derece kıymetli bir eser olduğunu da gösteriyor. Garib-nâme'nin bütün nüshaları tek cilt olmasına rağmen, Süleymaniye Kütüphanesi Laleli 1752/1-2 numarada kayıtlı nüshası iki cilt hâlinde yazılıp düzenlenmiş. Eserin hat bakımından en güzel nüshası bu numarada kayıtlı olandır. Bu nüsha Mısır devâdarlarından Yaş Bek adına 882/1477 yılında istinsah edilmiş.
ÂŞIK PAŞA'NIN DİĞER ESERLERİ
Aşık Paşa, kalemi bereketli bir şairdi. Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimya Risâlesi de Âşık Paşa'nın yazdığı küçük kitapçıklardı. tespiti yapılanlar dışında daha bulunamamış eserleri de saydığımızda edebiyata kazandırdığı ürünlerin sayısı onu geçmektedir. (Âşık Paşa – Prof. Dr. Kemal YAVUZ)
Garib-nâme'nin birinci cildini incelemek veya satın almak için tıklayınız...
Garib-nâme'nin ikinci cildini incelemek veya satın almak için tıklayınız...