NECİP FAZIL İÇİN "KÜP İÇİNDE HAYATI YAKALAMAK": TİYATRO
🔶 Edebiyatımızda bazı isimler vardır ki onları zikrettiğimizde aklımıza ilk gelen; şair, romancı, öykücü veya tiyatrocu kimlikleridir. Necip Fazıl dediğimiz vakit aklımıza usta şairin kitlelerce sevilen şiirleri ve dolayısıyla şair yönü gelse de tiyatro yazarlığı da onun sanat çizgisinde önemli bir yer tutar. Nitekim Necip Fazıl'ın şiirden sonra en çok iştigal ettiği tür tiyatrodur.
🔶 "Ön tarafı açılır kapanır bir mikap (küp) içinde hayatı yakalamak… Kapana kıstırır gibi…Tiyatro budur." cümlesini kuran ve sanat türleri arasında tiyatroyu "en büyük keşif" ve "güzel sanatlar içinde bir zirve" olarak gören şairin sanatında tiyatronun yeri ayrı bir konumdadır.
🔶 Necip Fazıl, ayrıca geniş kitlelere sesini duyurabilmek için tiyatronun daha elveriş bir tür olduğunun bilincindedir. Nitekim bu durumu "Tiyatro benim için içtimai davada en büyük bir vaaz kürsüsüdür." şeklinde izah eder.
Peki, Necip Fazıl'a göre tiyatro salt biçimde bir davanın savunucu mu olmalıdır?
🔶 Tiyatroyu "vaaz kürsüsü" olarak tanımlayan Necip Fazıl'ın bu sanatta başka hangi kriterleri önemsediğini bilmek de eserlerini anlamak konusunda büyük bir merak konusudur. Necip Fazıl'ın "Tezin laf olmaktan çıkıp büyü olduğu yer" cümlesi, bu düşüncedeki merakı sonuna kadar açıklığa kavuşturan bir izahtır.
🔶 Şairin oyunları tezli tiyatrolar kategorisinde yer alsa da muhtevasına baktığımızda salt fikirden oluşmayan söz gelimi düşüncenin estetik zevk potasında erimiş bir nitelikte olduğunu görüyoruz.
Necip Fazıl'ın "vaaz kürsüsü": Tiyatro
BİR ADAM YARATMAK ESERİNİN DOĞUŞ SERÜVENİ
🔶 Necip Fazıl'ın tiyatro hakkındaki görüşleriyle ilgili genel bir çerçeve çizdik. Bir Adam Yaratmak eserinin mahiyetini aktarabilmek için usta şairin tiyatrocu yönünü anlamak önemlidir.
🔶 Birçoğumuzun bildiği üzere Necip Fazıl'ın Abdülhakim Arvasi tanışması, yaşantısında ve sanat çizgisinde büyük bir değişiklik meydana getirmiştir. Necip Fazıl'ın ilk tiyatro eseri olan Tohum, ünlü şairin Abdülhakim Arvasi ile tanışıklığından bir sene sonra sahnelenir. Tiyatro eseri, Necip Fazıl'ın ilk fikri dönüşümünün izlerini taşır, Muhsin Ertuğrul'un beğenilerine rağmen seyirci tarafından yeterince ilgi gören bir oyun olmaz.
🔶 Tohum, seyirci tarafından çok ilgiyle karşılanmamış olsa da Necip Fazıl umudunu kaybetmez ve kitleleri derinden etkileyecek bir oyun kaleme alır: Bir Adam Yaratmak…
🔶 Tohum'dan bir yıl sonra 1938'de yayımlanan Bir Adam Yaratmak aynı yıl Şehir Tiyatroları'nda Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenir. Seyirci ve tiyatro camiasının büyük beğenisi toplayan oyun, içerisindeki felsefi-psikolojik derinlik ve muhtevasındaki zenginlik açısından Türk tiyatrosuna yepyeni bir soluk getirir.
Necip Fazıl'ın Bir Adam Yaratmak piyesinden 20 alıntı
Şairin tiyatrolarının tezli oyunlar kategorisinde yer aldığını belirttik. Peki, Necip Fazıl'ın bu eseri kaleme alırken amaçladığı neydi?
🔶 Necip Fazıl eserinin amacını şu şekilde dile getiriyor:
"Ve istedim ki, vesile dayanağını maddi harekette bulan bu eser, ruhi harekette de öylesine bir irtifaa çıksın ki, seyirciyi fiziki bir acıya sürüklesin"
NECİP FAZIL'IN EN BAĞLI OLDUĞU ESER: BİR ADAM YARATMAK
🔶 Bir Adam Yaratmak yalnızca seyirci açısından değil, Necip Fazıl için de eserleri arasında farklı bir konumda yer almaktadır.
🔶 Hatta öyle ki ünlü şair eserinin mahiyetini "Bu eserimi bugüne kadar vücuda getirdiğim eserler içinde en bağlı eser biliyor ve öylece bildirmek istiyorum. Ona olan zaafım, üstünde fazla konuşmamı yasak ediyor." şeklinde izah eder.
🔶 Necip Fazıl'ın bu izahı elbette okuru esere karşı farlı bir meraka sürüklüyor. Peki, bu eseri gerek Necip Fazıl'ın sanatında gerekse Türk tiyatrosunda ayrı bir konuma taşıyan özellikleri neler, bunlara doğru bir yolculuğa çıkalım…
RUH ÇİLESİNİN SAHNE DESTANI: BİR ADAM YARATMAK
🔶 Bir muharrir, bir kitap, bir gazeteci, bir yalı ve bir incir ağacı… Bizlere hem gizemli hem de bir o kadar cezbedici gelen bu dekorun içine dahil oluveriyoruz hemen.
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayınız
OYUN MU GERÇEK Mİ?
🔶 "Babası kendisini bir incir dalına asmıştı." cümleleriyle başlıyor oyun ve artan gizem daha ilk cümleden okurun sabırsızlığını kamçılıyor.
🔶 Bir Adam Yaratmak, muharrir Hüsrev'in gazeteci Turgut ile "Ölüm Korkusu" adlı eseri hakkında yapmış olduğu röpartaj ile başlıyor. Ölüm Korkusu adlı eserde baş kahraman annesini kaza sonucu öldürür ve akli dengesini kaybettikten sonra babasının yaptığı gibi kendisini bahçedeki incir ağacına asar.
🔶 Eleştirilerde okurun en merak ettiği durum hiç kuşkusuz eser ve yazarın hayatı arasında nasıl benzerlikler olduğudur. İşte Turgut da bu düşüncelerle kitabın muharriri Hüsrev'e yaklaşır.
🔶Turgut ısrarla bu kitap ile muharririn hayatı arasında bir bağlantı kurmaya çalışır ve Hüsrev'e bu konu ile ilgili sorular yöneltir.
"Piyesteki incir ağacı buluşu, belki birçoklarınca teferruattır. Bence değil. Orada yaşanmışa, hayattan alınmışa benzer bir koku var. Daha bahçenizdeki ağacı görmeden bunu sezdim.
-Hele gördükten sonra…
-Şüphelerim büsbütün dirildi."
OYUNUN GERÇEĞE DÖNÜŞÜ
🔶 Gazeteci Turgut Hüsrev'in verdiği cevaplardan bir türlü tatmin olmaz. Böylesine sağı solu ölüm olan ve muharririn hayatıyla bu denli çevrili olan bir piyesin, muhakkak ki farklı bir arka planı vardır. Bunları araştırmaya devam eder Turgut.
"-Ölüm; sağı, solu, önü, arkası, her tarafı ölüm. Piyes, baştan başa bu adamın ölüm korkusuyla dolu. Zaten ismi de "Ölüm Korkusu". Yanlış mı görüyorum.
-Doğru görüyorsunuz, netice?
-Nihayet bu korku, bu görülmemiş korku onda o kadar büyüyor ki ölümden kaçacağı yerde ölümün kucağına atlıyor. Kendisini, evindeki incir ağacına asıyor. Babasının asıldığı incir ağacına. Aynı ağaca. Piyes de bitiyor.
-Yaşanmışa benzer bir koku, bu vakanın neresinde?
-İncir ağacında. Niçin herhangi bir ağaç değil de incir ağacı? Niçin sadece ağaç değil de incir ağacı?
🔶Hüsrev, çevresindekilerin piyesle kendi hayatı arasında bir bağlantı olup olmadığı sorularından bir hayli sıkılır.
"-İnsan ne sefil, ne küçük sebeplere mahkum!"
- Ben de eserimde hayatın bu taraflarını göstermek istedim. Basit bir sebep temelinin üstünde kocaman bir azap ve cinnet binası kurayım dedim. Binaya hayret edenler sebepten şüphelendiler. Sebep dediğiniz şey de ne, bir hiç, bir hiç…"
🔶 Eseri ve hayatı ile ilgili soruları ve ithamları saçma bulan Hüsrev, çevresindekilere de bu düşüncelerin yersiz olduğunu ispat etmek için ailesinin ve dostlarının bir arada olduğu vakitte insanın kaza sonucu annesini öldürebileceğini ispat etmeye çalışmıştır. Boş sandığı tabancayı annesine yöneltmiş fakat kaza sonucu annesi yerine kendisini içten içe seven hala kızı Selma'yı öldürmüştür.
"Hüsrev hep o. Cevap vermez. Kıpırdamaz. Ulviye kolları uzanmış bekler. Birden Hüsrev'de bir hareket başlar. Tabancayı yavaşça masaya bırakır. Aynı kol, bir ölü kol gibi yanına düşer. Selma'yı götürdükleri odaya doğru, korkunç bir sükunetle yürür."
🔶 Ve oyun gerçeğe dönüşmeye başlar...
DELİRMENİN VE HAKİKATİN KIYISINDA BİR YAŞAM
🔶 İkinci perdede Selma'yı öldürdükten sonra akli dengesini yavaş yavaş yitiren Hüsrev sürekli babasının intiharını düşünerek günlerini geçirmektedir. Selma'yı kaza sonucu vurması kahramanın iç buhranlarını tetiklemiştir. Annesine sürekli babası ile ilgili sorular sorarak ve sorgulayarak günlerini geçirir:
"-Babam kendisini niçin bahçedeki incir ağacına astı?
-Ah oğlum, o vakit yine böyle Maçka taraflarında oturuyorduk. Babanın halinde hiçbir şey yoktu. Sevimli, soğukkanlı, tabii. Bir kış gecesiydi. Eve gelmedi. Ertesi sabah haberini aldık.(…)
-Babam bir deli miydi?
-Dünyanın en sıhhatli insanıydı. (…)
-O halde onu kim deli etti?"
🔶 Bireyin içine düştüğü varoluşsal problemler, ölüm, iç sıkıntısı, vehim, kader ve hakikat arayışı gibi konular eserin ikinci perdesinde daha yoğun bir biçimde kendisini gösterir. Nitekim eserin hakim temaları, ölüm, yaşam, kader, vehim, iç sıkıntıları, hakikati arama, yalnızlık ve varoluşsal problemler oluşturur. Hüsrev ikinci perdede ilk olarak kendi varoluşuyla ilgili sorgulamalara girişir.
🔶 "Söyleyin bana ben kimim?" cümlesini bunun bir tezahürüdür. "(Aynadaki hayaline, avazı çıktığı kadar) Söyle diyorum, ben, bu ben kimim?"şeklinde aynalara haykırmıştır Hüsrev.
🔶 Benliğinde birtakım parçalanmalar yaşayan Hüsrev, yakın çevresinden de beklediği karşılığı bulamaz. Hüsrev'in dost bildiği Doktor Nevzat kendi kariyeri, Şeref ise gazetesinin satışlarını arttırmak onun bu halini malzeme olarak kullanmak istemişlerdir. Hüsrev etrafından uzaklaşmış ve yalnızlığa sürüklenmiştir.
"Birtakım insanlar var ki ağlayamıyorlar. Ağlamak onlara zor geliyor. Bir incir dalına asılmaktan daha zor."
"Âlemden gizli tek bir sırrım kaldı. İçimdeki kıyamet! Kimse bir şey bilmiyor. Bakma kıvranışlarıma! Bakma ağzımın dikişlerinden sızılan hırıltılara! Bakma beni çıldırıyor sanmalarına! Bilmiyorlar. Söylemiyorum. İstesem de söyleyemem. Söylesem de bir şey anlaşılmaz. (…) Eserimi niçin yazdım onu öldürmek için mi? Onu niçin öldürdüm? Eserini yazdığım için ni?
(…)
Ben ne yaptım bir hududu zorladım. Kendimin dışına çıkmak isterken, kendime rast geldim. Meğer kul olduğumu anlamak için Allahlık taslamalıymışım. Meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkmalıymışım."
Necip Fazıl Kısakürek'ten 30 alıntı ile Mektubat
HAKİKATİN BİLGİSİNE ULAŞMIŞ İNCİR AĞACI KESİLEN BİR KAHRAMAN
🔶 Üçüncü perdede Hüsrev, yaşadığı sıkıntılar ve eserinden yola çıkarak mutlak varlık olan yaratıcı hakkında düşünmeye başlar. Hüsrev, Selma'yı öldürdükten sonra, varoluşçu filozof Kierkegaard'ın tanımladığı varlıkla yüz yüze geldiği anda hissettiği o korkuyla kendi benliğine yönelir. Bu korku, Hüsrev'i önce kendi benliği ardından yaratıcı ile ilgili düşünmeye sevk eder. Sorgulamalar neticesinde Hüsrev mutlak Yaratıcının bilgisine artık vakıf olmuştur.
"Biz bu dünyada her şey, en sefil nebattan tut, en uzak yıldızdan tut, en kudretli insana kadar bütün mevcutlar bilerek ve bilmeyerek Allahtan gelen cazibenin kasırgası içindeyiz. Sonbaharda yapraklar nasıl boranın çektiği istikamete çullanırsa, hepimiz, her şey, Allah'a doğru gidiyoruz"
🔶 Hüsrev, üçüncü bölümün ve kitabın sonunda, kendisine komplo kuran dostlarına daha fazla direnemeyerek akıl hastanesine yatmaya karar verir. İntihar etmemesi için bahçedeki incir ağacını kesen annesi ise gitmemesi için yalvarır. Hüsrev'in verdiği ve kitabı noktalayan şu cümle ise içimizde büyük bir iz bırakarak kahramanımızın kendi sesinden kulaklarımızda çınlar.
"Ne yapayım anne, kestiniz incir ağacını…"
🔶 Mustafa Miyasoğlu Necip Fazıl Kısakürek adlı eserinde Bir Adam Yaratmak piyesi ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunmuştur:
"Bir Adam Yaratmak gerçekte, ölümsüz problemleri düşünen, bunları düşündüğü için günübirlik hayatla başbaşa olan çevresinden kopan, yapayalnız kalınca da kendisini ve yaratıcısıyla ilişkisini kavramaya, bunu değerlendirmek için yaşamaya ve birtakım değerlere ihtirasla sarılmaya, bu ihtirasla çevresini ürküterek toplum dışına atılan insanın bütün bunları yaşayan ve düşünen insanın trajedisidir."
🔶 Sezai Karakoç'un Edebiyat Yazıları kitabındaki değerlerdirmeleri de eser için büyük ehemmiyet taşır:
"Eser büyük susuzluğun, edebi olma atılımının insan ruhunu içine soktuğu azabı dillendirmektedir. Yani bir nevi egzistansiyel dramın lirizmiyle, belagatıyla karşılaşmaktayız onda."
🔶 "Düşünen insanın trajedisi" ne doğru yolculuğa çıkmak isterseniz, Hüsrev'in hikayesine hemen başlayın...
Editör: Büşra Özkan