AİLENİN ANLAMI
Aile, en genel anlamıyla 'toplumun en küçük yapı taşı' olarak tanımlanır.
Aile; evrensel bir kurum olmasına rağmen modern toplumun aile tanımı ile geleneksel toplumun aile tanımı birbirinden farklılık gösteriyor. Bu farklılığın temeli, aileye yüklenen işlevlere ve beklentilere dayanıyor.
Bu çerçeveden değerlendirildiğinde aile; birbirlerine doğrudan akrabalık bağıyla bağlı olan, erişkin üyelerin çocuklara bakma sorumluluğunu üstlendiği bir insan topluluğu olarak tanımlanabildiği gibi biyolojik ilişki sonucu insan türünün devamını sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal vb. yönleri bulunan toplumsal bir birim olarak da tanımlanabilir.
TOPLUM TİPLERİNDE ÖNEMLİ BİR SOSYAL KURUM
Aile, üyelerinin barınma ve bakım gibi fiziksel, sevgi ve şefkat gibi duygusal, öğrenme gibi sosyal ihtiyaçlarını karşılar.
Bireysel ve toplumsal ihtiyaçları ilk elden karşılayan aile kurumu, toplumun diğer kurumlarıyla etkileşim içerisindedir.
Aile kurumu, toplumun diğer kurumlarına uzanır, onlarla birleşir, onlara fonksiyonel kanallar uzatır, kendisini duyurur ve sosyal kurumları da kendi bünyesinde duyar.
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK AİLESİ
İslamiyet öncesi dönem, Türk olarak bilinen ilk topluluk olan Hunlardan itibaren M.Ö. 300'lerden başlayarak, yaklaşık M.S. 10'uncu yüzyıla kadar on üç asırlık bir dönemdir. Bunun bilinmeyen tarih öncesi devirleri de mutlaka vardır.
Eski Türk toplumunda ilk sosyal birlik aile idi. Aile, eski Türk toplumunun çekirdeği konumundaydı. Türklerin, dünyanın dört bucağına dağılmalarına rağmen varlıklarını korumaları, aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten ileri gelir ki, bunun bir delili Türk dilinde, başka milletlerde rastlanmayan zenginlikte mevcut olan akrabalık nüanslarının karşımıza çıkmasıdır.
Türklere göre gök kubbe devletin, çadır ise ailenin birer örtüsü ve kubbesi gibiydi. Gök kubbesi altında devlet, çadır kubbesi altında ise aile düzeni yer alıyordu. Bu sebeple Türklerde devlet düzeni ile aile düzeni arasında benzerlik çok canlıydı. Nitekim Türk ailesinde koca-karı münasebeti ile devlette görülen kağan-hatun hukuku arasında pek fark yoktur. Aile fertleri arasında sosyal ve hukuki denge varsa, toplumu oluşturan bireyler arasında da siyasi, sosyal ve hukuki denge var demekti. Bu itibarla, Türk ailesinin temelinde görülen hukuki ve sosyal ortam, hiç şüphesiz en yüksek devlet düzeninde de kendini gösteriyordu.
Eski Türk toplumunda dikkat çeken en önemli noktalardan biri de kadına verilen ehemmiyetti. Eski kavimler içinde hiçbir kavim Türkler kadar kadına hak vermemişler ve saygı göstermemişlerdir.
Eski Türkler' de tek eşlilik hâkimdi. Gelenekler zorunlu bir iki durum haricinde çok eşliliğe müsaade etmezdi. Bu haller çocuğu olmama, hasta olma durumlarıydı.
Eski Türkler' de kadın devlet yönetiminde, toplum menfaatlerinde, aile içinde ve ekonomik hayatta eşi ile eşit söz hakkına sahip ve eşi kadar işin içindeydi.
Evlilik eski Türklerde kutsal bir güvenceye kavuşmuştur. Bütün insan cemiyetlerinde evliliğin dini bir tören sonucunda gerçekleşmesi bu müessesenin göze çarpan en önemli vasfıydı.
İslamiyet öncesi Türk ailesinin genel özelliklerine bakıldığında; ailenin hiyerarşik yapısında gücü ve otoriteyi elinde bulunduran kişinin baba olduğu ve aile içindeki himayeci örgünün, siyasal sistemi de belirleyen bir karaktere sahip olduğu göze çarpıyor.
İslamiyet öncesindeki Türk ailesi için büyüyüp yetiştikleri ve baba ocağı (törkün) dedikleri aile çok önemliydi. "Ocağın ateşinin hiç sönmemesi", dirliğin sürdürülmesi gerekirdi. Bunun için, büyük ve ortanca kardeşler evlenip "ocak"tan ayrılırlar, ancak küçük kardeş kalırdı. Belirli aralıklarla, tüm kardeşler aileleriyle birlikte, baba ocağında toplanırlar, "ataya (babaya) saygı törenleri" yapılırdı. Türkler, yurtları gibi baba ocaklarını da asla unutmazlar, çok uzakta bile olsalar, ona olan saygılarını, güçlü bir bağlılıkla sürdürürlerdi.
İSLAMİYET ETKİSİNDEKİ TÜRK AİLESİ
İslamiyet etkisindeki Türk ailesine bakıldığında, din değiştiren tüm toplumlarda olduğu gibi Türklerde de bazı değişimlerin yaşandığı görülüyor. Yeni dinin getirdiği en önemli değişiklik ise şüphesiz dünyayı algılama ve yaşama biçimi oldu. İslamiyet ve değişen siyasal coğrafi şartlarla birlikte göçebe hayattan yerleşik hayata geçen Türklerin aile yapısında da kimi değişiklikler oldu.
İslamiyet etkisindeki Türk aile modelindeki en dikkat çekici değişimin Osmanlı Devleti'nde gerçekleştiği söylenebilir. Osmanlı aile yaşamındaki farklılıkların dini olmaktan çok bölgesel, hatta etnik olmaktan çok coğrafi olduğu yaygın bir kanıdır.
Osmanlı ailesi için denilebilir ki; aile, bireyin hayatında bağlarının kopmayacağı temel ve tek kurumdur. Bütün sorunların çözüldüğü makam ve destek burada bulunur. Boşanma hiçbir dinin hoş karşılamadığı ve ailenin korunmasının ilke edilmesi en çok dikkat edilen konuların başında gelir. Bu ilkeler din, dil, ırk vb. bütün farklara rağmen bütün "Osman Ailesi" için söylenebilecek özelliklerdir.
Diğer Müslüman Türk ailelerinden farklı olarak Osmanlı ailesi denilen kurum, sadece Orta Asya'dan gelen Müslüman aileleri bünyesinde barındırmaz. Beraberinde Hristiyan ve Yahudi ile Rum, Ermeni vb. ırklardan gelen tebaasını da kapsıyor. Bu yüzden Osmanlı ailesi dediğimiz kavram, imparatorluğun sınırları içerisinde çoğu yerde birlikte yaşayan dini farklı haneyi anlatır.
CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ TÜRK AİLESİ / MODERN AİLE
Yeni Türk Devleti'nin kuruluşuyla birlikte gelişen tüm siyasi, toplumsal ve ekonomik olaylar, Türk ailesini de etkiledi ve Türk ailesinin yapısında değişim ve dönüşümlere neden oldu. Literatürde bu değişim ve dönüşüme etki eden unsurlar incelendiğinde başlıca beş unsur karşımıza çıkıyor. Bunlar; göç, yoksulluk, toplumsal değerler, teknoloji ve kadınların çalışma hayatına girmesi.
Göç
Türkiye'de 1950'li yıllarda başlayan sanayileşme sürecine paralel olarak toplumsal birtakım değişimler yaşandı. Bu değişimin en önemli nedenlerinden birisi de kırsal göç. Kırsal göçün aile üzerine etkisi, özellikle kendisini kentsel bölgelerde gösterdi.
Kırsal göçle birlikte aile fertleri arasındaki sosyal ve ekonomik ilişkiler azaldı, çekirdek aile tipi hatta bireysel yaşam tipi fertler arasında tercih edilmeye başlandı, aile içi şiddet ve çocuk iş gücünün çalıştırılma yoğunluğu arttı. Ayrıca geleneksel Türk aile tipi yerine birbiri ile daha az hiyerarşik ve geleneksel ilişkiler içerindeki aile tipleri ortaya çıktı ve kadının aile içerindeki rolü ve fonksiyonu çalışma hayatına katılımı ile değişmeye başladı.
Cumhuriyet Dönemindeki en önemli değişim, ailenin yapısında gerçekleşen köyden kente göçle birlikte geniş aileden çekirdek aileye geçişti.
Türkiye'de dış göçler, özellikle aile birleşmeleri yönünden, Avrupa'daki Türk işçilerin evlenecekleri eşleri Türkiye'den seçmeleri ve eşini de belli bir süre aile birleşmesi yoluyla Avrupa'ya getirmesi şeklinde oldu. 'Gurbetçi', 'Alamancı' diye de adlandırılan bu ailelerde, çocuklarının içine doğduğu 'yabancı' kültürün etkisi nedeniyle, kuşaklar arası kültür çatışması yaşandı.
Yoksulluk
Yoksulluk sebebiyle aile içinde çalışan bireylerin artması, sosyal hayatın aile dışına taşınmasına sebep oldu. Yeni bir dünyaya adım atan bireyin sosyalleşme süreci içerisinde ailesinden uzaklaştığı sıkça görülen bir durum.
Yoksulluğun aileye bir diğer açıdan etkisi ise bireylerin çalışma zorlukları ile ailelerinden ayrılmaları yönünde. Köyde ekonomik sıkıntılar yaşayan aileler çare olarak çocuklarını kente gönderdiler. Kentte çalışmaya başlayan çocuklar da köye tekrar dönmediler, ailelerinden uzakta hayatlar kurdular.
Toplumsal Değerler
Toplumsal değerler, toplumsal yapı ve toplumsal düzenin devamlılığı için çok önemlidir. Aile, din, hukuk, eğitim, ekonomi gibi kurumlar toplumsal değerlerin etkisi altında şekillenir. Toplumsal kurum ve gruplar sayesinde toplumsal değerler kuşaktan kuşağa aktarılır.
Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünce yapılan ''Türkiye'de Aile Değerleri'' araştırması, günümüz Türkiye'sinde değişim ve dönüşüme bağlı olarak şekillenen değerler değişimini de gözler önüne seriyor.
"Çalınan ilk kapı aile"
Araştırmaya katılanların; % 83,7'si maddi ve manevi sorunlar olduğunda ilk olarak aileye başvurulması gerektiğini düşünüyor. Ailesinin iyiliği için her türlü sıkıntıya katlanabileceğini ifade edenlerin oranı ise yüzde 90,3. Katılımcıların yaklaşık 4'te 3'ü aile içi sorunların eşler arasında çözülmesini gerektiğini belirtirken, görüşülenlerin yüzde 66,3'ü aile büyüklerine duyulan saygı nedeniyle aile içi ilişkilerin eşler kadar anne babaları da ilgilendirdiğini savunuyor.
"Çocuklar ön planda"
Katılımcıların tamamına yakını, çocuklarının kendi ayakları üzerinde duracak şekilde yetiştirilmesi gerektiğini düşünmüyor. Katılımcıların yüzde 83,7'si çocukların evleneceği eşi kendisinin seçmesi gerektiğini belirtti. Araştırmaya göre, erkek çocuğun aileye itibar kazandırması anlayışı Türk ailesinde artık kabul görmüyor. Katılımcıların yüzde 56,1'i ''Erkek çocuk sahibi olmak daha çok itibar kazandırır'' ifadesine katılmıyor.
"Eğitimde yeni anlayış"
Görüşülenlerin yüzde 64,4'ü çocuk eğitiminde dayağı etkili bir yol olarak da görmemektedir. Evlilik, sadakat ve eşler arasındaki ilişkiye yönelik ifadelerin de incelendiği araştırmada, katılımcıların; yüzde 89'u evliliğin temelinde sadakat olduğuna inanmaktadır.
"Kadın evin başrolünde"
Katılımcıların yüzde 50,8'i ''Bir kadının asıl görevi çocuk bakımı ve ev işleridir'' görüşünü destekledi. Öte yandan, görüşülen kişilerin yüzde 64,1'i ev işlerinde kadın kadar erkeğin de sorumlu olduğunu savunuyor. Araştırmadan, kadın rolleriyle ilgili geleneksel kalıpların değişmekte olduğu, yerine eşitlikçi bir anlayışla ev içi işlerin eşlerin birlikte işbirliğiyle yaptıkları görevler olarak algılandığı sonucu çıkarılıyor. Araştırmada, Türk toplumunda kadına yönelik şiddete izin vermeyen bir değer yargısının giderek güçlendiği görüldü.
"Büyükler baş tacı"
Görüşülen kişilerin yüzde 84,9'u bakıma muhtaç aile büyüklerinin aile içinde bakılması gerektiğini düşünürken, ebeveynlerine huzurevinde daha iyi bakılacağını düşünenlerin oranı yüzde 15,4. Katılımcıların dörtte üçü çocuklarının yaşlandıklarında kendilerine bakması gerektiğini belirtiyor.
"Yeniliklere destek olabilecek bir merkez"
Türkiye'nin hızlı bir değişim sürecine girdiği ve bu süreçten en çok ailenin etkilendiğine dikkat çekilen araştırmada; değişim nedeniyle ortaya çıkan hukuksal, psikolojik ve sosyal konularda ''aile danışmanlığı'' merkezlerinin kurulması ve ailelere destek hizmetlerinin verilmesi önerilmiştir.
Teknoloji
Özellikle aile yapısı ve aile içi ilişkileri en çok etkileyen teknoloji ürünleri radyo, televizyon, bilgisayar, cep telefonu ve internet... Bu ürünlerin aileye, maalesef ki, olumsuz etkileri olumlu etkilerinden daha fazla oldu. Aile, bireyin sosyalleşmeyi öğrendiği en önemli ilk mekân iken, TV ve internetle birlikte aile, aynı evi paylaşan bireylerden oluşan bir topluluk haline geliyor. Sosyal ve duygusal paylaşımlar azaldı, bireyler aileden göreceği ilgi, sevgi ve desteği, dışarıda aramaya başlandı.
Kadının Çalışma Hayatına Girmesi
Sanayileşme ve sonrasında bilgi toplumuna doğru dönüşen dünyamızda iş hayatı geleneksel toplumlardaki aile içi üretim tarzından dış mekânlardaki iş yerlerine taşınıyor. Bunun yanı sıra iş hayatında giderek artan farklılaşma ve uzmanlaşma sebebiyle kas gücüne dayalı çalışma tarzı merkezi konumunu kaybetti.
Tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru bu hızlı değişim sürecinde kadının çalışma hayatına katılımı da aynı doğrultuda değişiklik gösterdi. Bu durum, iş hayatında kadına duyulan ihtiyacı arttırdı.
Aynı zamanda bu süreç, aile yapısında da değişikliklere neden oldu ve her iki eşin çalıştığı çocuklu aile sayısında artış var. Ancak bu süreçte toplumun kadından beklediği rol ve davranışlarda benzer bir değişim söz konusu olmadı. Kadından bir tarafta aile içinde (çocuk bakımı, ev işleri, eşe bakmaktan sorumlu olma vb.) geleneksel rollerine uygun davranışlar beklenirken, diğer taraftan ona, eşit birey olarak iş hayatına katılma imkânı da sağlanıyor.
"Evin bütçesine destek"
Kadınların çalışma hayatında yer almalarının nedeni çoğu zaman ekonomik nedenlerle açıklanıyor. Günümüz ekonomik koşullarının zorlaması, ailede bir bireyin çalışmasını yetersiz kılmakta çoğu zaman birden çok aile üyesinin çalışma hayatına girmesi zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. Bu tip durumlarda kadının çalışması ailenin gelirini arttırmak üzerine kuruluyor.
Kadınların çalışma hayatına katılmalarının nedenleri arasında sayılan ekonomik zorunlulukların yanında; toplumsal yaşama katılmak, başarı kazanarak mutlu olmak, kişiliğini, kendine olan güvenini geliştirmek, boş zamanlarını değerlendirmek gibi sosyo-kültürel kazanımlar da mevcut.
Kadınların çalışma hayatına girmelerinden ilk etkilenen aile üyeleri çocuklar oldu. Anneleri tarafından bakıma muhtaç bebeklerin, ilk eğitimlerini ve annelerine bağlı beslenmelerini tam ve doğru bir şekilde gerçekleştirememeleri, olumsuz etkilerin başlangıcı olarak görülebilir.
SOSYO-EKONOMİK VE EĞİTİM DÜZEY İLE ÇOCUK
Öğrencilerin problem çözme yeteneğinin gelişmesi, ailenin sosyoekonomik durumu, çocuklarına karşı tutum ve yaklaşımları, aile fertlerinin eğitim durumları ve çevrenin diğer özelliklerinden etkileniyor.
Aile, çocuklarda var olan yeteneklerin gelişmesinde veya körelmesinde etkili faktörlerden biri. Ancak, annenin geçirdiği hamilelik süreci, çocuğun büyüme ve gelişme dönemlerindeki beslenme alışkanlıkları, zekâ seviyesi, öğrenim gördüğü okulların sağladığı imkânlar, öğretmenlerinin tutum ve yaklaşımları gibi pek çok faktör çocukların problem çözme becerilerinin gelişmesinde etkili oluyor.
İki yaşından itibaren hızla gelişmeye başlayan zekâ, kalıtımla gelen bir yetenektir. Ancak bireyin zihnî gelişiminde çevresel faktörler de son derece etkili. Ailenin sosyal ve ekonomik durumu yanında, eğitim düzeylerinin de çocuğun problem çözme yeteneklerinin gelişimi üzerinde önemli etkileri görülüyor. Aynı zekâ seviyesine sahip olmasına rağmen, sosyo-ekonomik ve eğitim durumları denk olmayan ailelerde büyüyen çocukların; konuşma, yazma, anlama, anlatım ve çeşitli olaylar karşısındaki davranışları bakımından büyük farklılıklar gösterebilir. Bu farklılığı ortaya çıkaran başlıca sebep, büyüdükleri çevrenin etkisiyle oluyor.
Sorunları giderek artan insana yardım etmenin yolu; onun, çağın gerektirdiği biçimde eğitilmesinden geçmekte. Bireyin eğitilmesinde en önemli kurumlardan biri de ailedir. Ailenin verdiği eğitim, çocukların doğuştan getirdiği zihnî yeteneklerini, düşünme, araştırma ve öğrenme güdülerini desteklemeli. Çocuklara, şimdiki ve gelecekteki hayatlarını kolaylaştırmak için, öğrenmeyi ve problem çözmeyi öğretmek gereklidir. Öğrenmeyi öğrenen bireyler, gelecekte karşılarına çıkacak problemleri çözmek amacıyla, kendilerine gerekli her türlü bilgiyi arayıp bulacaktır.
AİLEDEKİ GELİRİN KULLANIMINA İLİŞKİN PROBLEMLER
Son yıllarda kitle üretiminin artması, toplumsal değerlerin maddileşmesi ve tüketim kültürünün giderek yayılmasıyla birlikte günümüzde gündelik hayat, tüketim etrafında dönmeye başladı ve gelecek düşünülmeden kaynaklar tüketilmeye devam ediyor. Buna bağlı olarak hem bireyin psikolojisi olumsuz etkilenirken aile içindeki huzursuzluk artıyor. Aile bağları zayıflayarak boşanma oranlarındaki artış da ciddi boyutlara geldi.
AİLELERDE GELİR KULLANIMI NASIL?
Ailelerin yarısından fazlası harcama planı yapıyor. Ailelerin öğrenim düzeyi arttıkça, bireylerde harcama planı yaptığını belirtenlerin oranı azalıyor. Yüksek ve düşük gelir düzeyinde harcama planı yaptığını belirtenler orta gelir düzeyindekilerden daha fazla.
Ailelerin çoğunluğu ekonomik konularla ilgili kayıt tutuyor. Geliri borçlar, harcama ve tasarruf arasında daha iyi dağıtma, ihtiyaç ve istekleri önem derecesine göre sıralama konusunda bazen problemle karşılaştığını belirten ailelerin oranı önde geliyor. Ancak öğrenim ve gelir düzeyi arttıkça problemle karşılaşmadığını belirtenlerin oranı da artmakta.
Ailelerin çoğunluğu gelir yetersizliği nedeniyle gelirin kullanımı konusunda problemle karşılaşıyorlar. Öğrenim ve gelir düzeyi arttıkça gelir yetersizliği nedeniyle problemle karşılaştığını belirtenlerin oranı azalırken, yeterli bilgi sahibi olmama nedeniyle problemle karşılaştıklarını belirtenlerin oranı artıyor.
Kitle iletişim araçları yolu ile bireyler bilinçlendirilmeli; tasarruf, enerji tasarrufu ve ev araçlarının verimli, bilinçli kullanımına ilişkin bilgilendirilmeleri sağlanmalı. Özellikle her konuda bilinçli bir tüketime yönelme ve tasarruf için kadın, erkek ve özellikle çocukların eğitilmesi gerekmektedir. Kültürünü koruyamayan, değerlerine sahip çıkmayan milletlerin devamının mümkün olamayacağı bir gerçektir. Bu nedenle gelecek nesillere kültürel mirasın aktarılması, tanıtılması gerekiyor.
"HER ZAMAN SEL KÜTÜK GETİRMEZ"
Tasarrufun kelime anlamı, "tutum", "elinde bulundurma." ve "para arttırma." iken, tasarruf "idareli kullanmak" anlamında da kullanılır.
Geçmişte bireyler ayaklarını yorganlarına göre uzatmış, tüketimle tasarrufu dengeleyebilmişlerdi. Ancak, son yıllarda ülkemizde tasarruf, yerini tüketime bırakmaya başladı. Tüketim toplumu hâline geldiğimiz bugünlerde; gelenek, göreneklerimize sahip çıkmalı, geçmişin ışığında bugünü aydınlatmalıyız. Bunun için örgün ve yaygın eğitimde tasarruf uygulamalarına yer verilmeli, toplumun her kesimine tasarruf ile ilgili eğitim verilmeli, toplumun her bireyine tasarruf bilincinin aşılanması sağlanmalıdır.
GEÇİŞTEN GÜNÜMÜZE TASARRUF UYGULAMALARI
*Geçmiş yıllarda Türk evinde yiyeceklerin çoğu evlerde kadınlar tarafından hazırlanırdı. Reçel, marmelat, turşu, ekmek, yoğurt, ayran, peynir, erişte, salça, konserve, tarhana, yufka ve mantı gibi pek çok yiyecek evlerde yapılmaktaydı.
* Eskiden çaya çok şeker konulmaması için kurutulmuş üzüm, incir, erik gibi tatlı kuruyemişler ile çay servis edilirdi.
*Ayran ya da taze meyvelerden yapılan meyve suları, kompostolar yerini; gazlı içeceklere, hazır meyve sularına bırakıyor. Eskiden sabah kahvaltısı, öğle ve akşam yemekleri evde yenirken ya da kadınlar eşlerine sefertasında öğle saatinde yemek gönderirken, artık sabah kahvaltısı "brunch" adı altında pastanelerde, öğle ve akşam yemekleri restoranlarda yenilmekte ya da eve sipariş veriliyor.
*Yokluk ve tasarrufun bir arada olduğu zamanlarda, değirmenlerde öğütülen mısır unları ince eleklerden elenir, altta kalan ince kısım süt ya da su ile pişirilerek bebek maması yapılırdı. Undan tasarruf sağlamak için ekmek kırıntıları ve bayat ekmekler şekerli ya da ballı süt ya da suya doğranıp ezilerek yine bebek maması hazırlanırdı.
"AKŞAMDAN KALAN AŞ AĞIZ YAKMAZ"
Bir önceki günden kalan yemekler ertesi gün yenebilirken, bugün dışarıda yenilemeyen yemekler çöpe atılıyor. Örneğin, pilavın arta kalanını ertesi gün pirinç çorbası yapılarak ya da makarna, ertesi gün makarna salatası ya da makarnalı börek yapılarak değerlendirilirdi."
SICAK YUVADAN HUZUREVİNE
Anneanne, babaanneler torunlarının bakımını üstlenir ya da ağabey, ablalar kendinden küçük kardeşlerine ders çalıştırırdı. Anne babalar yaşlandığında da çocukları onların bakımını üstlenirdi. Bugün kreş, huzurevi, çocuk ve yaşlı bakıcıları ile dershane ve özel ders hocalarına yüklü miktarda ödeme yapılıyor. Buradan da anlaşıldığı üzere, ailenin üretici rolü zamanla değişme gösterdi.
KADINLAR TASARRUF KONUSUNDA EĞİTİMSİZ
Yapılan araştırmada, konutların aydınlatılmasına ilişkin kadınların bilgi düzeyinin düşük olduğu ve konuya ilişkin bilgiye ihtiyaçlarının olduğu tespit edilmiştir. Çamaşır makinesi, buzdolabı, ocak-fırın ve bulaşık makinesi gibi ev araçlarının enerji kullanımı, bireylerin bu aracı bilinçsiz bir şekilde kullanımı ile artmaktadır. Yapılan araştırmalarda, kadınların çamaşır makinesi, buzdolabı, ocak-fırın ve bulaşık makinesi gibi ev araçlarının kullanımı ile ilgili bilgilerinin yetersiz olduğu belirlenmiş. Bu araçların enerji tasarrufuna katkıda bulunması ve araçların ömrünün uzaması, bireylerin bu araçların doğru kullanımına ilişkin bilgilendirilmelerine bağlı…
İHTİYACIN YOKSA ALTERNATİF KULLAN
Yine günümüzde elektrikli araçların varlığının artması ile ihtiyaç hâline gelen ürünlerin sayısı da artmaya başladı. İhtiyaç hâline gelen bu ihtiyaçlar bazı kolaylıklar sağlamasına rağmen, hayatı doğrudan etkilemiyor. Örneğin yumurta pişirme makinesi, elektrikli diş fırçası, mutfak robotu, narenciye sıkacağı, ekmek yapma makinesi gibi ürünler zorunlu ihtiyaçlar hâline gelmeye başladı. Oysa bu ürünlerin bazılarının elektrik ve su tüketimini arttırdığını ve yine bu ürünlerin kullanım sıklığının sorgulanması gerektiğini söylemek mümkün…
"İKTİSAT EDEN ZENGİNLEŞİR, İSRAF EDEN FAKİRLEŞİR"
Geçmişte bulaşık durulama suları dökülmez, dolap içlerinin silinmesinde veya temizlik bezlerinin yıkanmasında kullanılırdı, çamaşır durulama suları ile ev temizliği yapılır ya da balkon yıkanırdı.
Küçük sabunlar biriktirilip bir araya getirilir, gazete kâğıtları manav ya da bakkallarda kese kâğıdı olarak kullanılırdı. Bugün ise, küçülen sabunlar çoğunlukla atılıyor ya da sıvı sabun kullanılıyor.
Yine kese kâğıtları ve ip fileler yerlerini, çevrede uzun süre kalan, çevre kirliliğine neden olan plastik poşetlere bıraktı.
Dergi sayfaları mektup kâğıdı ya da zarfı olarak ya da takvim sayfaları, gazete kâğıtları kitap veya defterlerin dış kapının kaplanmasında kullanılırdı.
Eski perdeler koltuk örtüsü olarak değerlendirilirdi. Eski mobilyalar atılmaz, dokuma ve döşemeler yenilenir, cilalanır ve kullanılmaya devam edilirdi. Kullanılmış eski kadın çoraplarından paspaslar örülür, eski parça kumaşlardan kilim dokutulurdu ve yine eski çarşaf ve havlular; ev temizliğinde, yer, cam ve toz bezi olarak değerlendirilirdi.
Ayakkabılar eskidiğinde, bugünkü gibi yenisi satın alınmaz, köseleden pençe yaptırılır ve kullanmaya devam edilirdi. Bugün bulaşık süngeri satın alarak kullanılırken geçmişte eski tül perde ya da kadın çoraplarından bulaşık bezi yapılırdı.
Eskiyen giysilerin düğme, çıtçıt ya da fermuarları çıkarılarak yeni dikilen giysilerde kullanılırdı, o yıllarda hazır giyim olmadığı için giysiler evde dikilir, artan kumaşlar eskiyen giysilerde yama yapmada değerlendirilirdi.
"BİR BEDEN BÜYÜK ALALIM, SENEYE DE GİYER"
Çocuklara dikilen giysilerin etek, kol ve paça boyları uzun süre giymesi amacıyla biraz fazla dikiş payı bırakılarak katlanır, çocuğun boyu uzadıkça; etek, kol ya da paça boyları uzatılırdı. Günümüzde moda kavramının belirgin hâle gelmesiyle ihtiyaç dışı giysi, ayakkabı satın alınıyor ve kullanım ömrü tamamlanmadan atılıyor ya da ihtiyacı olan bireylerle paylaşılıyor.
BEZ BEBEKLER, ÇORAPTAN TOPLAR
Hazır oyuncak bebekler yokken anneler kullanılmayan, eskiyen karyola etekleri, yatak ve yorgan çarşafından kız çocuklarına bez bebekler diker, bebeklere kanaviçe iplikleri ile kaş, göz, burun işler, sökülmüş kazak iplerinden saçlar takar ve eski giysilerden bebeklere giysi dikerdi. Hem onlara yaratıcı olmayı öğretir hem de eski kumaşlar ve ipler yeniden değerlendirilmiş olurdu. Lastik topun bulunmadığı yıllarda bezlerin içine atık kumaşlar sıkıştırılır ve top hâline getirilirdi, çocuklar bu toplarla oynardı.
Yine erkek çocuklar, psiko-motor gelişimlerini geliştirmede faydalı olan misket oyunu oynardı. Şimdi aileler, çocukları için bilgisayar oyunları ve çizgi film karakterlerinin oyuncaklarını büyük miktarda bedel ödeyerek satın alıyor. Çocuklar bilgisayar bağımlısı oluyor, arkadaşlık kurmakta ve paylaşmayı öğrenmekte zorlanıyor. Hatta aileler bilgisayar başından kalkmayan çocukları için psikolog yardımına başvurmaya başladılar.
SICAK PARA YERİNE SOĞUK KART
Bireyler mal ve hizmet satın alımında nakit para ile satın alma işlemini gerçekleştirmekteydi. Böylece gelir ve gider dengelerini koruyarak geleceklerini garanti altına almakta ve parasal yönden tasarruf edebilmekteydi. Ancak günümüzde bireyler, kredi kartlarının yoğun kullanımı nedeniyle henüz kazanmadıkları parayı harcamaya başladılar. Dolayısıyla tasarruf yerine borçlanmayı seçiyorlar.
(Türk Aile Yapısının Değişim Ve Dönüşümü Ve Bu Değişim Ve Dönüşüme Etki Eden Unsurların Değerlendirilmesi, Yrd. Doç. Dr. Fatma YAŞAR EKİCİ; Geçmişten Günümüze Türk Ailesinde Tasarrufa İlişkin Değişimler, Ali Fuat ERSOY - Aybala DEMİRCİ; Ailede Gelirin Kullanımına İlişkin Karşılaşılan Problemlerin İncelenmesi, Dr. Zeynep ÇOPUR, Prof. Dr. Şükran ŞAFAK; Ailenin Sosyo-Ekonomik Ve Eğitim Düzeyleri İle Çocukların Problem Çözme Yetenekleri Arasındaki İlişki, Arş. Gör. Erol EROĞLU)