Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, varlığı unutulan kıymetli kitaplarımızı, çeviri, çeviri yazı ve tıpkıbasım olarak yeniden yayınlıyor. Restorasyona ihtiyacı olan eserlerin bakım ve onarımını büyük bir titizlikle gerçekleştiriyor; kadim medeniyetimizin kıymetli eserlerini hizmetimize sunuyor.
Kurumun, sunduğu kıymetli hazinelerin sonuncusu ise, Feza'îl-i Kuds isimli eser. Bugün işgal altındaki esir şehir Kudüs'ün bizim için mahiyetini anlatacak bu kitap, Osmanlı dönemindeki Kudüs'e ışık tutuyor.
KUDÜS'ÜN TARİHİNİ YAZDI
Na'îmî mahlaslı Çeşmecizâde Ni'metullah Çelebi tarafından kaleme alınan bu eser, Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki Kudüs hizmetlerini şiirsel bir dille anlatıyor ve aslında Kudüs'ün tarihini yazıyor. Yaklaşık 20 yıl boyunca Kudüs'te görev yapan Çelebi, bu dönemdeki imar işlerini Feza'îl-i Kuds başlığı altında topluyor.
Kelime-i Tevhid ile başlayan eser, Resul-i Ekrem Efendimizin (sav) vefatına naat ve dört halifeye övgüden sonra, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kudüs'te yapılan hizmetleri anlatıyor. Na'îmî, bu uzun divanda Kudüs'ün faziletlerinin yanında, Mescid-i Aksa'nın ilk yapılışından itibaren kaç kez harap ve ihya olduğunu da tüm öyküsüyle kaleme alıyor.
Eseri günümüze kazandıran Türkiye Yazma Eserler Kurumu, itinayla yazılmış olan bu mesneviyi, orijinal metniyle birlikte yayına hazırladı. Kitabın arkasında, mütevazı bir sözlük de bulunuyor.
Üç başlıkta toplanan bu eser, içeriğinde şehrin yaşadığı su sıkıntısının giderilmesi için suyollarının imarı, başta Kubbetu's Sahra olmak üzere şehrin genelinde tamir ve tecdit işleri ve Kudüs-i Şerif'in güvenliği ve selameti için surlarının kuvvetlendirilmesi, bölümlerini barındırıyor.
DEVR-İ SULTAN SÜLEYMAN
Na'îmî kaleme aldığı eserin ilk kırk sayfasında, Kudüs'ün tarihini özetliyor. Ardından kendi devrindeki Kudüs'ü anlatmaya başlayan Na'îmî'nin ilk sözleri Kanuni Sultan Süleyman'ın medhi üzerine oluyor.
Bölümün başlığında Kanuni'yi, Rahman'ın gölgesi, yedi iklimin padişahı, kara ve denizin sultanı olarak övüyor. Kanuni'nin yaptığı seferlere değindikten sonra Na'îmî, sözü Kanuni'nin yaptırdığı nadir eserlere getiriyor ve nazarını Kudüs'e çevirmesini şu beyitlerle dile getiriyor:
"Hassa Kuds-i Şerif'e ol server
İtdi 'ayn-ı 'adalet ile nazar
Suya muhtaç olup o Şehr-i Şerif
Teşnelik ehlin itmiş –idi za'rif
Yağdı baran-ı lutf u ihsâni
İtdi seyrâb-ı gül gibi ânı
Çekdi etrâf-ı Beyt-i Makdis'e sür
İtdi günden güne ânı ma'mûr"
KANUNİ, KUDÜS'TE SU KITLIĞI YAŞANDIĞINI ÖĞRENİYOR
Na'îmî, Kanuni'nin Kudüs'te gerçekleştirdiği hizmetlerini anlatmaya su bahsiyle başlıyor. Bölgede, at ile iki günlük mesafede pek çok pınar barındıran bir dağın bulunduğu, vaktiyle İsrailoğullarının buradan şehre su getirdikleri ancak zamanla suyollarının harap olarak, geriye bir taşın bile kalmadığını anlatıyor.
Kudüs'teki su sıkıntısının haberi Kanuni'ye ulaştırılınca, Kanuni, uzun süredir ziyaret ve imar etmek istediği Kudüs'e hizmet edebilme fırsatı bulduğu için hayli seviniyor. Na'îmî, Sultan'ın bu sevincini şu dizelerle dile getiriyor:
"İrdi çünkim o nâme-i mestur
Hâtır-ı şâha virdi hayli sürûr
Didi Kuds-i Şerif'e çok demdür
İştiyâkım gönülde muhkemdür
Fikrim ânı 'imâret itmekdür
Belki varup ziyâret itmekdür
…
Belki de vâcib oldı bî-taksîr
Eyleyim Beyt-i Makdis'i ta'mîr
Evvelâ âna su götürsünler
Ol binaya hemân el ursunlar
Dimesünler ki çok hazîne gider
Bir içim suyı bin hazîne değer"
KUDÜS SUYA KAVUŞUYOR
Na'îmî, bizzat kendisinin de bu su kaynaklarının olduğu dağı gördüğünü, adeta cennetin ayağına getirilmiş gibi hissettiğini yazıyor. Bu pınarların güzelliğini anlatmanın mümkün olmadığını düşünse de, cana safa, hastalığa şifa verdiğini, seyrinin dahi elemi yok ettiğini dile getirerek pınarların ismini şu şekilde sıralıyor: Ayn-ı A'tân, Ayn-ı Ferrûc ve Ayn-ı Sâlih.
Na'îmî, aylarca süren çalışmaların ardından suyun şehre ulaştırılmasıyla vadilerin gülistana, toprağın çimenlerle yeşil bir denize döndüğünü söylüyor. Halkın da suya kandığını belirten müellif, her türlü hayrın bir karşılığı olduğunu ancak suya kavuşturmanın her hayrın üzerinde olduğunu ekliyor. Mübarek bir vakitte Kudüs'e ulaşan suyun Harem-i Şerif'e girişini aşağıdaki beyitlerle tasvir ediyor:
"Gör ol âb-ı latîfün âdâbın
Harem'ün basmadı geçüp bâbın
Geçdi tahtından işigünün ol
Budur ehl-i tevâzu' olana yol"
MESCİDLERİN İHYÂSI VE TEZYÎNİ
Su ile bereketlenen toprakların ardından sıra Mescid-i Aksa'nın tamirine geliyor. Mescid-i Aksâ ve Kubbetu's Sahra'nın baştan ayağa harap olduğunu yazan Na'îmî, yağmurda kubbelerden sızan suyun mescitlere dolduğunu anlatıyor.
Yağmurun yağdığı sırada bir müminin içeri girmesi durumunda, sudaki balık gibi olacağını şu beyitlerle dile getiriyor:
"Sahratullâh'la Mescid-i Aksâ
Olmış idi harâb sertâpâ
Kubbeler eyle olmuş-ıdı harâb
Vakt-i bârânda içine akan âb
Kapularından akmasa fil-hâl
Mescid olurdı suyla mâlâmâl
Girse bir mü'min ol mahalde ânâ
Bî-şekk olurdı ke's-semeki fi'l-mâ"
KANUNİ, KÂBE GİBİ İNŞA EDİLMESİNİ İSTİYOR
Mescid-i Aksa'nın bu harap halinden haberdar edilen Sultan Süleyman, derhal emir vererek mescidin ihya edilmesini istiyor. Mescid-i Aksa'nın Kâbe gibi âbâd edilmesini Na'îmî, şu beyitlerle anlatıyor:
"Çünki bu hâli Aksâtullâh'un
Oldı rûşen zamirine şâhun
Câyiz olmadı hîç yanında
Ki harâb ola ol zamânında
Emr kıldı o menba'-ı ihsân
Kuds ola Ka'be gibi âbâdân
Lâzım ise eger esâs-ı cedîd
Eyleyeler binâ idüp tecdîd
Eyle sa'y ideler o bünyâda
Olmaya dahî misli dünyâda"
Sultan Süleyman'ın emri üzerine, tespit yapmak üzere gelen mimarlar bina yüzeylerinin harap olduğunu ve ahşap zeminlerin köhneleştiğini görüyorlar.
Bakraz Dağından ahşap temin edilerek deniz yoluyla Kudüs'e taşınıyor ve marangozların bir yıl süren ihtimamlı çalışmaları sonucunda, tüm ahşap yüzeyler yenileniyor.
MESCİD-İ AKSA, İNCE İŞÇİLİKLE İHYA EDİLİYOR
Anadolu'dan gelen bir üstad eskiyen kurşunları yenileme işine girişiyor. Mevcut kurşunları eritip yeniden levha haline getirerek, pek çok yeri bunlarla yeniliyor.
Harem içerisinde bulunan eski bir toprak yığınının "eski kurşun türabı" olduğunu fark eden usta, o toprağın içerisinden çıkardığı bir kantar kurşun ile kubbelerin örtüsünü tamamlıyor.
Kendisi de iyi bir kuyumcu olduğu bilinen Kanuni'nin şanına yakışacak şekilde altından âlemler işleniyor. Yıldız gibi parlayan âlemler, bayram gecesindeki ayı andıran hilallerle tamamlanıyor. Kırılan camlar renk renk yenileriyle değiştiriliyor, parçalanan mermerler işlenerek yerlerine konuyor.
SUR YENİDEN İNŞA EDİLİYOR
Yenilenen, tazelenen, süslenen şehrin güvenliği, Kanuni Sultan Süleyman'ın sıradaki meselesi. Her türlü tehlikeden korumak üzere, Kudüs'ün etrafının surla çevrilmesi emrini veren Kanuni, öncelikli olarak da Hz. Süleyman'ın yaptırmış olduğu kadim duvarların kalıntılarının tespit edilerek, yeni yapılacak olan surun bu temeller üzerine inşa edilmesini buyuruyor.
İşe nâzır olarak Halep'te yaşayan Arap ve Acem Defterdarını görevlendirmesini Na'îmî, şu beyitlerle kaleme alıyor:
"Hem o dem itdi şâh-ı cem-mikdar
Bir hıredmendi mâla defterdar
Ola taht-ı yedinde mülk-i 'Arab
Ola mesned-nişini şehr-i Haleb
Âna ısmarlayup didi tekrâr
Varasın Beyt-i Makdis'e zinhar
Âna emr eyledüm ki yapıla sûr
Ola ol da Medîne-veş ma'mûr"
Bulasın çünki ol makâma vuşûl
Cân u dilden idüp bu emri kabul
Sûrı yapmağa ihtimâm idesün
Rûz u şeb ihtimâm-ı tâm idesün
Vardığun gibi sal binaya esâs
Eyleme gayrıya bu emri kıyâs"
Emri alan defterdar, Kudüs'e varır varmaz şehrin etrafını baştan başa geziyor; ancak kadim surdan ne bir eser görebiliyor, ne de bir taşa rastlıyor. Bir iki yerde doldurulmuş eski hendek izleri görerek yaptırdığı ölçümde uzunluğu 3975 metre olarak belirliyor.
Dört bir yana gönderilen nameler ile belirlenen yere temelin kazılması için üstadlar davet ediliyor, Halep, Mısır ve Şam'dan gelenlere şehrin ahalisi de katılarak belirlenen günde surun temeli atılıyor.
Tarihi sur inşaatı hakkında bilgi veren Na'îmî, inşanın 1537-38 yılında başladığını ve dördüncü yılda tamamlandığını belirtiyor. Sura altı kapı yapıldığını söyleyen Na'îmî, bu kapılardan dördünün ismini şöyle sıralıyor: Bâb-ı Amûd, Bâb-ı Halîlü'r Rahmân, Bâb-ı Dâvûd ve Bâb-ı Meryem.
NA'ÎMÎ KİMDİR?
Kendisi hakkında bilgilerin kısıtlı olduğu Na'îmî, kendisinden bahsetmeyi sevmeyen bir edip-kâtip. Kanuni dönemindeki Kudüs'ü ve Kudüs'ün kadim tarihini bizlere aktaran Na'îmî, oldukça kıymetli bir işe imza atarak, günümüze ışık tutan bir isim.
Na'îmî, beyitlerden tespit edilenlere göre, İstanbulludur. Çeşmecizâde diye meşhur olan Na'îmî'nin asıl adı Ni'metullah'tır. Babası Çeşmecizâde Ubeydullah Çelebi, uzun yıllar kadıasker divanlarında kâtip olarak görev yapmıştır.
Na'îmî'nin Kudüs'te ne kadar süre kaldığı belli değildir. Eserinde verdiği yegâne tarih, sur inşaatının başlangıç ve bitiş tarihleri olan 944-948 yıllarıdır. Anlattığına göre, bu tarihten daha önce Kudüs'e gelmiş ve bir süre burada kalmıştır. 960 yılında Kudüs'ten ayrılan Na'îmî, ömrünün son demlerini gençliğinde topladığı kitapları ile geçirmiş ve 974 Ramazan'ında vefat etmiştir.
Türkiye Yazma Eserler Kurumu tarafından hazırlanan "Fezâ'il-i Kuds – Kudüs'ün Faziletleri" adlı kitabın Osmanlıca aslı, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde, Fatih Koleksiyonunda yer alıyor. Kitabın günümüz Türkçesiyle yayımlanmış haline elektronik ortamda ulaşmak için tıklayın.