Asıl adı Ebu Zeyd Veliyyuddin Abdurrahman bin Muhammed bin El- Hadrami olan İbn Haldun, 1332-1406 yılları arasında yaşayan, İslam düşünce tarihinin en önemli âlimlerinden biridir. Mukaddime adlı eserinde İbn Haldun'un beslenme ve ahlâk ilişkisine bakışı oldukça ilginç fikirleri barındırır.
COĞRAFYA İNSANI NASIL ETKİLİYOR?
İbn Haldun, öncelikle verimli ve çorak olan coğrafyalara değinir. Her ılıman iklimin verimli olmayacağına, dolayısıyla bu topraklarda yaşayanların tamamının bolluk içinde yaşamadığına dikkat çeker.
Yeryüzünde toprakları verimli ve her ekilen hububat ve meyvenin yetiştiği bölgeler olduğu gibi, aşırı sıcaklar nedeniyle otun dahi yetişmediği bölgeler de bulunur. Bu coğrafyalarda yaşayan insanlar, kıtlık ve açlık içerisinde, yardıma muhtaç bir şekilde yaşamlarını sürdürürler.
Hicaz, Güney Yemen ve Batı Afrika hububattan mahrum olan bölgelerdir ve insanları yoksuldur. Yiyecek ve besinleri, et, süt, yoğurt gibi hayvansal ürünlerden oluşur. Çöllerde yaşayan göçebe Arapların yaşam biçimi de bu duruma benzerdir.
Bu tür hayatın sürdüğü devletlerin yöneticilerin tutumu nedeniyle, bölgede yaşayanlar ürünlerin yüksek fiyatları nedeniyle az alıp az tüketmek zorundadırlar. Fazlasını elde etme durumları yoktur ve çoğunlukla hayvansal ürünlerle geçimlerini sürdürürler.
İKLİM VE AHLÂK
İbn Haldun, birçok olumsuzluk ve mahrumiyete karşın, hububat ve katıktan yoksun olan çölün göçebe insanlarının vücut ve ahlâklarını, bolluk içindeki verimli ve bereketli bölgelerin halkının vücut ve ahlâklarından daha güzel ve estetik olduğunu gözlemler.
Onun gözünde ihtiyaç içindeki bu insanların renkleri saf, tenleri temiz, görünüş ve kıyafetleri mükemmel; ahlâkları aşırılıklardan uzak ve ölçülüdür. Bununla birlikte onların akıl ve zihinleri ilim ve hakikati çabuk kavrar ve anlayışları iyidir.
Ona göre, Arapların kıtlık ve zorluk içinde bulunmalarına rağmen, yaratılış ve meziyetleri refah ve bolluk içindeki Berberîlerden daha güzel ve hoştur. Yine çöllerde darlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalan Müslüman toplulukların ahlâkları, verimli topraklarda bolluk içindeki halklardan daha güzel ve daha güçlüdür.
ÇOK YEMENİN VÜCUDA VE ZİHNE ZARARI NE?
İslâm düşüncesinin en önemli temsilcilerden biri olarak İbn Haldun, beslenme ile vücut arasındaki ilişkilere dikkat çeker. Onun gözlemlerine göre, çok besin tüketmek, bu besinlerin rutubetlerinin ölçüsüzlüğü nispetinde vücutta bir takım kötü artık ve pis kokan sarı safra, kara safra, kan ve balgama (ahlât-ı erbaa) sebebiyet verir. Bu nedenle renkler bozulur, aşırı kilo almakla şekil ve suretler çirkinleşir.
Görüntüyle sınırlı kalmayarak¸ aşırı besin tüketimiyle hâsıl olan kötü buharların, beyne sirayetiyle zihinler körleşir, fikirler kısırlaşır. Kişinin zihinsizlik, idraksizlik, gafillik özellikleri artar ve her geçen gün ölçülülükten uzaklaşır.
İbn Haldun, tespitini yaptığı düşünceleri, ilk olarak hayvanlar üzerinde tasvir eder. Onun insanlar için söylediği şeyleri, çöllerde ve verimsiz topraklarda yaşayan ceylan, deve kuşu, zebra, zürafa ve yabanî eşeklerle, verimli bölgelerin bol ve yeşil otlaklarındaki hayvanlarda görmek mümkündür.
Çorak ve kıtlığın yaşandığı topraklardaki hayvanların derileri ince, parlak, şekil ve suretleri güzel, organları münasip ve duruşları güçlüdür. Ceylan keçinin, zürafa katır ile eşeğin, yabani sığır eşek ile ineğin kardeşidir. Ancak bu hayvanlar arasındaki farklılık çok belirgindir. Ona göre farklılığın nedeni, verimli bölgelerde, bolluk içinde yaşayarak çok yemenin, hayvanların tenlerinde kötü artıklar ortaya çıkmasına zemin hazırlamasıdır.
AÇLIK, KARAKTER VE AHLÂKI OLUMLU ETKİLİYOR
İbn Haldun'un gözlemleri, açlığın çöl hayvanlarını şekil ve suretlerini güzelleştirdiği yönündedir. O bu tespitini insanlara yönelik olarak sürdürür. Dolayısıyla açlık, insanların da şekil ve suretlerini güzelleştirir.
Verimli ekinleri, hayvanları, katık ve meyveleri bol olan toprakların halkı, çoğunlukla zihinleri ve fikirleri zayıf olarak nitelendirilir. Bu bölgelerin insanlarının tenleri kabadır. Berberîler, Mesalime, Gumare ve Sus halkı bu tür insanlardan meydana gelir. Kıtlık ve zorluk içindeki halklar, bolluk içinde bulunan Berberîlerden akıl ve fikir yönünden üstün ve tenlerinin daha güzel olduğu görülür.
Hububat ve katıkları bol olan Batı Afrika (Mağrip) halkı ile sadeyağ (tereyağ) kullanmayan Endülüs halkı arasında önemli farklar bulunur. Endülüs insanları, şaşılacak derecede olan zekâ, akıl, tenlerinin hafifliği ve öğrenmeye yetenekli olmalarıyla belirginleşir.
YEMEKLERDE KULLANILAN BAHARAT NE SAĞLIYOR?
İbn Haldun'un Tunus (Batı Afrika) doğumlu ve Endülüs'te yaşamış bir kişi olması, beslenme ve akıl-zekâ bağlantısındaki örnek verilen coğrafyalar konusunda objektifliğini tartışma konusu yapacak niteliktedir.
Zira ona göre, Mağrip şehirlerinde yaşayan ahali, çevre bölgelerde yaşayanlardan akıl ve şekil-suret yönünden üstündür. Her ne kadar bu şehirlerde yaşayanlar, bol katık tüketiyor ve refah içinde yaşıyorlarsa da, aldıkları besinler, birtakım lezzet ve neşe verici baharat ve maddelerle harmanlanarak, yemeklerde oluşabilecek ağırlık verici haller gideriliyor.
Bununla birlikte aynı halkın tükettiği besinlerin çoğunluğunu, koyun ve tavuk etleri oluşturur. Onlar semizlik vererek hamakata neden olacağı için katıklarına tereyağı ilave etmezler. Bunun için yemeklerinde rutubet azalır; dolayısıyla aldıkları yiyeceklerden dolayı tende oluşan kötü artıklar azalır ve hafifler.
Bu beslenme şeklinden dolayı Mağrip şehirlerinin yaşayışları ve vücutları, kaba ve hoş görünüşlü olmayan köy halkının yaşayış ve vücutlarından daha ince ve estetiktir. Sahrada yaşayanlar arasında açlığa dayanıklı ve alışkan olanların vücutlarında ağır ve hafif hiçbir tür artık bulunmaz.
BESLENMEK İBADETİ NASIL ETKİLİYOR?
İbn Haldun'un bildirdikleri çerçevesinde, bolluk ve genişliğin tendeki hal ve etkileri ibadet ve zahitlikte de gözlenir. Sahra veya şehir halkından nefsini ve bedenini açlığa alıştıran ve dünyevî lezzetlerden uzaklaştıranlar, kendilerini daha fazla dine ve ibadete verirler.
Et, katık, hububat ve bitkilerden yapılan yemekleri çok yiyenlerin kalplerini sıkıntı basar ve sürekli gaflet içerisinde oldukları bilinir. İbadete düşkün olanların çoğu, sahra ahalisinden az yiyen ve besinleri kıt olanlardır. Bu itibarla genişlik ve kıtlık içinde yaşayan bir şehir halkının halleri de birbiriyle benzerlik taşımaz. Sahra ve kasaba ahalisinin hoş nimetlerine sahip olanların kıtlık zamanlarında, kıt bir yaşayışla yaşayanlara oranla çabuk ve çok öldükleri görülür. İbn Haldun'a göre, Mağrip Berberîleri, Fas ve Mısır halkları bu grupta yer alır.
HURMA VE ZEYTİN YİYENLER AÇLIĞA DAHA DAYANIKLI
Çöl ve sahra insanlarından, çoğunlukla hurma yiyenlerin; arpa ve zeytin yiyerek geçinen Kuzey Afrikalıların; darı ve zeytinle beslenen Endülüslülerin durumu bahsedilenler gibi değildir. Kıtlık ve açlık yıllarında bu bölgelerin insanlarından ölenler nadir olmakla birlikte, çevre bölgelerde yaşayan halklar böyle değildir.
Bolluk ve refah içinde yaşayanlar, çoğunlukla katık ve yağa alışmış olduklarından, bağırsak ve karınları tabiî rutubetten fazla rutubet elde ederek sınırlarını zorlayanlar, alışkanlıklarının tersine olarak az yemeye mecbur kalırlar, katık bulamazlar ve kaba yemekler yemeğe başlarlar ise, vücutları birtakım sıkıntılara maruz kalır. Bu hali yaşayanların bağırsakları çabuk kurur ve buruşur. Zayıf bir organ olan bağırsaklar hastalıklara karşı dayanaksızdır. Böyle bir hastalık ise, çabuk öldürür.
"İNSANI AÇLIK DEĞİL; TOKLUK ÖLDÜRÜR"
Beslenme ve sağlık ilişkisinde İbn Haldun'un ilginç tespitleri bulunur. Ona göre açlık zamanlarında, ölenleri açlık öldürmez; gerçekte onları alışmış oldukları tokluk öldürür.
Kısıtlı katık ve az yağla geçinerek, bu hayata alışmış kimseler ise; tabiî olan rutubetleri artmadan eski halini korur ve rutubetli-kötü artıkları arttıran yiyecekler dışında her çeşit yemeği vücutları kabul eder. Bu insanlarının yemeklerinin değişmesi, bağırsaklarda kuruma (yubuset) meydana getirmez.
Bolluk içinde yaşayıp her çeşit katık ve yiyecekleri yiyenlerin, açlık zamanlarında ölüm oranlarının arttığı görülürken; darlık ve zorluk içinde hayatlarını sürdürenler, sağ kalırlar ve daha dayanıklıdırlar.
NEFS TERBİYESİ VE AÇLIK
İbn Haldun, perhiz ve beslenme ilişkisini, ehlinin bildirdikleri çerçevesinde aktarır. Ona göre, bir kimse açlığa dayanarak yemek yememeye kendini alıştırırsa, riyazet yoluyla yavaş yavaş açlığa alışır.
Nefs, bir nesneye alışırsa, o iş nefs için bir tabiat haline dönüşür. Çünkü nefs, her renge girer. Tabipler, "açlık helak edicidir" derler. Onların sözleri, tamamen yemekten keserek aç bırakmak şeklinde düşünülmelidir. Bu durumda açlığın etkisiyle bağırsaklar kesilir, vücut helak edici hastalıklara açık bir hale gelir. Ancak Sufîlerin yaptıkları gibi¸ riyazetle birlikte yemekler tedricî olarak azaltılırsa, yapılan uygulama sağlığı tehlikeye sokacak bir duruma sebep olmaz.
Aynı şekilde eğer riyazeti bırakarak eski duruma dönülmek istenildiğinde de, uygun olan tedricî bir usul izlemektir. Aksi takdirde önceki haldeki gibi yemek yemeye başlamak, riayet etmeyen kimsenin hayatını tehlikeye sokabilir.
Bu kapsamda İbn Haldun, nadir bir takım olayları da naklederken, kırk gün ve daha fazla açlığa tahammül eden insanları gördüğünden bahseder:
"Üstatlarımız Sultan Ebu Hasan'ın meclisinde bulunduklarında Endülüs'teki el-Cezirete'l-Hadhzra ile Runde şehirlerinden iki kadın getirilmiş. Bunlar yıllarca kendilerini aç bırakmışlar, bunların bu hali şayi olduktan ve sultana işitildikten sonra, sultan bunları katına getirtmiş (müşahede altında bulundurulduktan sonra) bu haberin doğru olduğu anlaşılmıştır. Bu iki kadın ölünceye kadar bu hallerinde yaşamışlardır. Arkadaşlarımızdan birçoğunun, bir keçinin sütü ile yaşadıklarını gördük. Bunlardan biri gündüz veyahut iftar vaktinde ağzı ile bu keçinin sütünü emiyordu. Arkadaşımız on beş yıl bu hal üzere yaşadı. Bunlardan başka da aç yaşayanlar çoktur."
YİYECEKLERİN TÜRÜNE GÖRE KARAKTERLERİN OLUŞMASI
İbn Haldun, alınan besinlerle karakterlerin şekillenmesi hususunda oldukça ilginç gözlemlerden bahseder. Ona göre, büyük gövdeli ve kuvvetli hayvanların etlerini yiyenlerin ve onların çocuklarının da vücutlarının büyük olduğu gözlenir. Bu durum, sahra ve şehir halkında görülür.
Deve eti ve sütüyle beslenenlerin ahlâklarında bulunan dayanıklılık ve tahammül özelliklerine bu hayvanın etkisi olur. Onların da ağır yük kaldırmak ve güç bakımından, devede olduğu gibi kuvvetli ve dayanıklı olduğu bir gerçektir.
Ziraat ve hayvancılıkla uğraşanlar ile bu hususta tecrübeli kimselerin gözlemlerini nakleden İbn Haldun, şaşırtıcı ifadeleri aktarır:
"Ziraatle meşgul olanlar ve gözleri ile gören tecrübe sahipleri, deve tezeği ile gübrelenmiş ve terbiye edilmiş olan topraklarda yetişen hububat ile beslenen tavuk ve kaz gibi hayvanların yumurtaları üzerine oturarak, bu yumurtalardan çıkan piliç ve tavukların gövde ve kuvvet bakımından diğer piliç ve tavuklardan üstün olduğunu söylerler. Çok kere yalnız deve fışkısı içine bu yumurtalar konulduğunda son derecede büyük gövdeli piliçler meydana gelir."
Fazla besin tüketen insan ve hayvanların, beslenme özellikleri vücutlarında gözükür. Az besin almanın ve perhiz yapmanın ise, kendine özgü etkileri bulunur. Çok yemek, tenlerde kötü artıklara sebep olur. Az yemek ve perhiz yapmak, vücudun aşırı rutubete maruz kalmasını önler. Dolayısıyla az yiyen ve dengeli beslenenlerin hal ve ahlâkları da ölçülü olur.
İbn Haldun'un bize anlattıkları, yaşadığımız çağın fizyolojik ve ahlaki hastalıkların kaynak ve kökenlerini daha belirgin bir hale getirir. Günümüz insanı, kapitalist ekonomi ve tüketim girdabında boğulmayı sürdürüyor ve ahlakı da buna uygun olarak şekilleniyor.
Derlenmiştir.
Bayram Ali Çetinkaya, İbn Haldun düşüncesinde besin, Sağlık ve Ahlak, Bilim ve Hikmet, 75.Sayı.