Alman filozof Friedrich Wilhelm Nietzsche, 15 Ekim 1844'te, Saksonya'nın Röcken kasabasında Lüterci bir papazın çocuğu olarak doğdu. Prusya kralı IV. Friedrich Wilhelm'in yaş gününde doğduğu için bu isimle vaftiz edildi.
Kuşaklar boyunca içinden birçok papazın çıktığı bir aileye mensup olan Nietzsche'nin de bu geleneği sürdürmesi bekleniyordu.
Mütevazı bir aileye sahip olan Nietzsche, 5 yaşındayken babasının ölümü ardından, annesi, kız kardeşi, büyükannesi ve iki halasıyla hayatını sürdürdü ve bu deneyim onun karakterini etkileyen bir süreç oldu.
Dindar, şımartılmış iyi aile çocuğu olan Nietzsche, okulda "küçük Protestan papazı" diye çağrılıyordu. Derslerinde başarılıydı. 14 yaşına geldiği 1858'de Pforta'da okumak üzere burs kazandı. Yunanca ve Latincesi çok iyi olan Nietzsche, katı Lüterci yaklaşımı bu okulda edindi.
'TANRI ÖLDÜ' DEDİ VE BİR DAHA KİLİSEYE GİTMEDİ
20 yaşına geldiği 1864'te, ilahiyat ve filoloji okumak amacıyla Bonn Üniversitesi'nde öğrenimine başladı. Hayatının ailesi tarafından planlamasından memnun olmayan Nietzsche, bir isyan duygusu edindi.
Alışkanlıkları değişti, çekingenliği bırakıp girişkenliğe yeltendi. Bu dönemde "tanrı öldü" düşüncesini edindi. Tatil için eve döndüğünde bir daha kiliseye gitmemeye karar verdi.
O günlerde yaşadığı duygu durumunu bir mektubunda kız kardeşine şu sözlerle açıkladı: "Gönül huzuruna ve mutluluğa kavuşmak istiyorsan inan; yok, hakikatin talebesi olacağım diyorsan sorgula."
EN ÇOK SCHOPENHAUER'DAN ETKİLENDİ
Sonraki yıl üniversitesini değiştirerek Leipzig'e yerleşti ve klasik filolojiye odaklandı. Nietzsche, Leipzig'de Arthur Schopenhauer'ın "İstem ve Tasarım olarak Dünya" adlı eserini okudu. Schopenhauer'ın ateizmi, Nietzsche'nin neredeyse tüm yazılarını etkiledi.
"Her satırda kınamanın, feragatın çığlığını duydum; kitapta dünyanın, hayatın ve kendi ruhumun ürkütücü bir sadakatle yansıtıldığı bir ayna gördüm."
1867'de bir yıllığına Prusya ordusuna katılan Nietzsche, geçirdiği kaza sonucu hastaneye kaldırıldı ve terhis edildi. Leipzig'de üniversiteye devam eden Nietzsche, besteci Richard Wagner ile tanıştı.
Babasıyla aynı yaşta olan ve fiziksel olarak ona çok benzeyen Wagner, Nietzsche'nin eksik olan rol modeline uygundu. Wagner'ın Schopenhauer'a olan sevgisini de öğrenince, hayranlığı daha da arttı ve Wagner da Nietzsche'nin bu tavrını kendine yakın buldu.
24 YAŞINDA PROFESÖR UNVANINA SAHİP OLDU
Doktorası olmadığı halde İsviçre'nin Basel Üniversitesi Klasik Filoloji kürsüsünde profesör olarak davet aldığında, henüz 24 yaşındaydı. Filolojiye olumsuz bakmasına rağmen, bu teklifi kabul etti ve Nisan 1869'da göreve başlayan Nietzsche, felsefe derslerine de girdi.
"Karışık duygular içinde ama gururum da gayet okşanmış bir şekilde, daha sadece 24 yaşındayken klasik filolojide profesörlük yapmayı kabul ettim."
Nietzsche, Basel'de kültür tarihçisi Jacob Burchardt ile tanıştı. Burchardt onunla aynı tinsel duruma sahip olan ve belki de hayatı boyunca saygı duyduğu tek kişiydi.
GÖNÜLLÜ OLARAK CEPHEYE GİTTİ
Nietzsche, Temmuz 1870'te Almanya ve Fransa arasında çıkan savaşa, vatanperverlik duygusuyla gönüllü hasta bakıcısı olmak için başvurdu. Cephede güçlü düşmanlarla karşılaşan Nietzsche, ilk kez en güçlü ve yüksek yaşama isteminin hayatta kalmak için mücadele etmekte değil, aksine savaş ve egemenlik isteminde yattığı duygusunu edindi. Böylece "Güç İstemi Kuramı"nı oluşturan Nietzsche, ilerleyen zamanlarda bu görüşten uzaklaşsa da, askerliğin etkisini inkâr etmedi.
Savaşta Prusya galip geldi ancak Nietzsche, savaştaki her şeyin şanlı olmadığını anladı. Üzüntü verici birçok olaya şahit olan Nietzsche hastalandı, dizanteri ve difteri teşhisleriyle hastaneye sevk edildi.
İki ay sonra Basel'deki görevine döndü ve "Tragedya'nın Doğuşu"nu yazmaya başladı. Yunan kültürünün analizini yaptı. Apolloncu (ölçülü ve düzenli), yetinmeciliğin karşısına karanlık, içgüdüsel ve Dionysoscu (coşkulu, tutku) güçleri yerleştirdi.
HRİSTİYANLIK SONA ERDİ: "TANRI ÖLDÜ"
Nietzsche'ye göre Yunan Tragedyası, bu iki unsurun senteziyle oluşmuş, Sokrates'in sığ rasyonalizmi tarafından da yok edilmişti. Uygarlığın zayıflamasına neden olduğunu düşündüğü Hristiyanlığa karşı, diyonisyen anlayışı öne sürdü. Nietzsche'ye göre, tanrı ölmüş ve Hristiyanlık süreci sona ermişti.
"Korkunç ama neşelendirici bir düşünce! Korkunç, çünkü eski koruyucumuzun bizi terk ettiğini hissederiz; ama neşelendirici, çünkü dünyamız aniden sonsuzluğa açılır. Şimdi her şey hayal edilebilir…"
Hristiyanlığın bilinçsiz motiflerine, güç istemini hadım etmeyi amaçladığını düşündüğü "köle ahlakına" karşı saldırıya geçen Nietzsche, Şen Bilim'de tanrının öldüğü haberini bir delinin ağzından verir ve insanlar onu umursamaz. Sabah elinde bir fenerle her yerde tanrıyı arar ama bulamaz. Deli, kimsenin kendine inanmadığını anlar:
"Çok erken geldim. Zamanım henüz gelmedi. Bu büyük hadise olup bitmedi, hala sürüyor; insanlar bunu duymadı… Bu onlara en uzak yıldızlardan da uzak, hâlbuki bunu kendileri yaptı."
Deli, günün ilerleyen saatlerinde kiliselere giderek ölen tanrı için ilahiler okur: "Bu kiliseler tanrının mezarları değil de nedir ki?"
"İSLAM'IN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKÜLMELİYDİ"
Hristiyanlığın tanrısının öldüğünü söyleyen Nietzsche, Hristiyanlık dininin insanları köleleştirdiğini ve insanların dünyaya at gözlükleriyle bakmalarına sebep olduğunu belirtir. Nietzsche'ye göre ilk ve son Hristiyan, Hz. İsa'ydı. Deccal isimli kitabında bu konuda lanetler yağdırır ve İslam ile ilgili ise şu düşünceleri belirtir:
"Eğer İslam, Hristiyanlığı küçük ve hakir görüyor idiyse, böyle görmekte bin kez haklıydı: Çünkü İslam, insanı yüceltir ama putlaştırmaz...
Hristiyanlık, bizi, kadim dünyanın kültürünün mahsulünden mahrum bırakmıştı. Üstelik bununla da yetinmemiş, daha sonraları, bizi İslam kültürünün mahsulünden de mahrum etmişti. Aslında bize, Grek kültüründen de, Roma kültüründe de, esasta temel meseleler açısından daha yakın olan, bizim duygularımıza, zevklerimize ve seçimlerimize daha doğrudan hitap eden İspanya'daki o harikulâde İslam kültürü ve İslam kültürünün eşsiz birikimi ayaklar altına alınarak çiğnenmiş ve yok edilmişti.
İyi de, neden? Nedeni şuydu: Çünkü İslam kültürü, asil bir kültürdü; çünkü İslam kültürü, kökenlerini, temellerini insan fıtratına borçluydu; çünkü İslam kültürü, İspanya'daki Müslüman hayatının nadir bulunan, nefis hazinelerinin üzerinde bile hayata evet diyordu! Daha sonraları, Haçlılar, estirdikleri o toz bulutunun ortasında, aslında önünde diz çökmeleri gereken, diz çökmekle daha iyi bir yapmış olacakları bir şeye karşı, asil bir kültüre karşı, bizim bugünkü 19. yüzyıl kültürümüzle mukayese edildiğinde, bizim çağdaş kültürümüzün, kendisini, İslam kültürünün yanında son derece "yoksul" ve oldukça "geç kalmış" bir kültür olarak görebileceği böylesine asil ve yüksek bir kültüre karşı savaş açmışlardı. Haçlılar, ganimet peşinde koşuşturuyorlardı, hiç şüphesiz ki. Çünkü Doğu, İslam dünyası, zengindi..."
Nietzsche daha sonraları, Hristiyanlığı öven bir eser üzerinde çalışan Wagner'i eleştirdi ve ondan uzak durmaya başladı.
"Wagner, Schopenhauer, modern insanlığın tümü dâhil olmak üzere, içimdeki marazi her şeye cephe almak zorunda kaldım."
GENÇ YAŞTA AKADEMİK HAYATINA SON VERDİ
10 yıl boyunca hocalık yaptığı Basel'de, akademik hayattan soğudu ve 34 yaşına bastığı 1879'da "Akademik hayatta bütünüyle radikal bir hakikat mümkün değildir" düşüncesiyle görevinden ayrıldı.
Hastalıklarının giderek artmasının ardından, üniversite kendisine küçük bir maaş bağladı ve doktor daha ılıman iklime sahip yerlerde yaşamasını tavsiye etti. O da İtalya'yı, Fransa'nın güneyini ve İsviçre'yi gezdi.
"Bir yerden başka bir yere dolanan, kendisini dinleyecek herkese konuşan dostsuz bir gezgin."
Gözleri iyi görmüyor, şiddetli ve felç edici baş ağrıları çekiyordu. Bu ağrılar onu zaman zaman günlerce yatağa bağlıyordu. Bu dönemde "Üstinsan" tasarımını geliştirdi:
"Sana Üstinsan'ı öğretiyorum. İnsan aşılacak bir şeydir, onu aşmak için ne yaptın? Üstinsan'ın yarattığı en büyük şey kendisidir."
BİR ATI KUCAKLADIKTAN SONRA AKIL SAĞLIĞI BOZULDU
Bedensel şikâyetlerini dindirmeye çalışırken, "Sabah Alacası", "Şen Bilim" ve "İyinin ve Kötünün Ötesinde" gibi önemli eserler yazdı ancak okunmadı. Danimarka'da eserleri profesörlerce okutulmaya başlanmıştı ancak yeterince tanınmıyordu.
Ocak 1889'da Turin'de, bir cadde üzerinde yürürken birden fenalaştı. Düşerken feryatlarla sahibi tarafından kamçılanan bir fayton atının boynuna sarıldı ve akıl sağlığı bozuldu.
Nietzsche, frenginin "beyin felcine" neden olan üçüncü evresi nedeniyle yatağa bağımlı hâle geldi. Bir süre hastanede yattıktan sonra annesinin refakâtine verildi. Annesinin ölümünün ardından, bakımını kız kardeşi Elisabeth üstlendi.
Bundan tam 118 yıl önce, 25 Ağustos 1900'de Nietzsche öldü. Kız kardeşi, anti semitist eşinin etkisiyle Nietzsche'nin eserlerine eklemeler yaparak Nazilere yaranmaya çalıştı. Naziler de Nietzsche'nin Üstinsan fikrini kendilerince kullandılar ve onu bir aziz gibi gördüler. Ancak Nietzsche şöyle demişti: "Günün birinde beni aziz ilân etmelerinden çok korkuyorum. Ben aziz biri olmak istemiyorum, öyle olmaktansa, soytarı olmayı yeğlerim…"