Cemal Süreya ve bilinmezliklerinde tanımladığı Sezai Karakoç
Edebiyatımızın hem sürekli öncüsü, hem de genç klasiği Cemalettin Seber, sonradan herkesin severek anacağı ismiyle Cemal Süreya… Keskin zekasıyla sınırsız dil aracını kullanarak uçarı şiirler yazmış bir şair. Dersim'den sürgünle başlayan hayatında Dostoyevski ile yeniden doğmuş, şiirin anayasaya aykırı olduğunu, alışkanlıklara karşı bir yaylım ateşi olduğunu savunan bir deha. Süreyya olan soyadındaki iki y'den tekini, bir iddiada kaybeden sözünün eri edebiyatçı. Kendi gibi olduğunu söylediği fakülte yıllarında Sezai Karakoç'un yakın arkadaşı. Tüm bilinmeyen yönlerini gün yüzüne çıkardığımız Cemal Süreya, Sezai Karakoç için ne söylemişti, sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 24.02.2019
13:50
Güncelleme Tarihi: 24.02.2019
14:45
HEM SÜRGÜN, HEM PARASIZ, HEM YATILI
1938 yılında, daha 7 yaşındayken, Dersim'den 32 vilayete yapılan sürgün listesinde, "Bizi kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde," diyen Cemalettin ve ailesi de vardı. Bir yük vagonunda ailesiyle birlikte Bilecik'e sürgüne gönderildi. Annesi henüz 23 yaşındaydı ve sürgünün altıncı ayında vefat etti. Cemal 7 yaşında toprağa verdi annesini. Sonra babası ve kardeşi de peşinden eğitimi için İstanbul'daki amcasının yanına gitti.
3 yıl sonra polis kaldıkları o evi de basmış, Bilecik'ten izinsiz ayrıldıkları için sürgün yerlerine geri gönderilmişlerdi. Cemal'i parasız yatılı okuluna kayıt ettirdiler. O, artık kendi deyimiyle, "hem sürgün, hem parasız, hem yatılıydı."
“DOSTOYEVSKİ’Yİ OKUDUM, ONDAN SONRA HİÇ HUZUR KALMADI BENDE”
Cemal, ortaokulun ilk yılında Dostoyevski'yle tanıştı. Karamazov Kardeşler romanı, üzerinde öyle bir etki bırakmış ki Cemal, içindeki huzursuzluğu yazarak dışa vurmaya o zaman karar verdi: "Aslında ikinci bir doğum tarihim de var benim: 1943. Dostoyevski'yi okudum, ondan sonra hiç huzur kalmadı bende. Beni edebiyata, şiire iten şeylerde tuhaf bir şekilde en çok bir romancının, Dostoyevski'nin etkisini buluyorum."
TÜRK ŞİİRİNDE BİR KOPMA NOKTASI
Gülün tam ortasında ağlıyorum Her akşam sokak ortasında öldükçe Önümü arkamı bilmiyorum Azaldığını duyup duyup karanlıkta Beni ayakta tutan gözlerinin
Henüz 23 yaşındayken Yeditepe dergisinde yayımlanan "Gül" şiiri, Türk şiirinde bir kopma noktasıydı. Pek çok anlamda ondan öncesi yoktu. O güne dek Türk şiirinde söylenmemiş, dile getirilmemiş imgelerle, ironiyi temellendiren bir şiirdi "Gül". Bu, Cemal'i müstesna kılan pek çok imzadan yalnızca biriydi.
Yazın serüveninde hicve de çokça yer verdi, ama bunu ironi olarak aktardı, hissettirdi. Örneğin, burjuvalardan söz ederken, onları motorun çıkardığı pat pat sesine benzetti. İstanbul içinse, "İstanbul bir kent gibi değil, bir hayvan gibi. Canlı. Yağmur yağdığı zaman tüten, kokusu olan, diri bir kent. Çok karışık, hiçbir simetrik duygu barındırmayan bir kent," derdi.
Şiir kadar vazgeçilmez bir başka tutkusu da dergicilikti. Askerlik zamanında çıkarmaya başladığı Papirüs'ü imkânsızlıklarla boğuşarak üç ayrı dönemde çıkardı. Dergiyi kapatmak zorunda kaldığında, bu durumu da kendi alaycı üslubuyla değerlendirdi: "Bir dergi gibidir benim yaşamım; bu yüzden ben ölmem, batarım."
CEMAL SÜREYA NELER OKURDU?
"Ben okumaya, din kitapları, halk kitapları, cenk kitapları okuyarak başladım. Aynı kitabı yüz kere okumak ama… O şekilde başladım. İlkokul üçten sonra, ve daha çok ortaokulda, daha çok edebiyat kitapları, romanlar gibi yapıtlara yaklaşabildim. Ama ondan sonra hız kazandı bu bende. Yeni edebiyatı üniversitede yakalayabildim. Lisede aruzcuydum. Eski edebiyatçıydım! 1940'a gelen şiir devrimini pek sevmiyordum!.. Sonradan, onlardan çok yararlandım."
"Çok roman okudum. Hatta kötü romanlar okuyarak yetiştim diyebilirim. İyi bir roman benim için her şeydir. Şiire de, başka türlerin örneklerine de yeğ tutarım onu." "Karamazovlar Kardeşler'i beş kez okudum. Goriot Baba'yı dört kez okudum. Cemo'yu üç kez okudum. Savaş ve Barış'ı iki kez okudum."