Cahit Külebi’nin ‘Hikâye’ şiirinin pişmanlıktan doğan öyküsü
Cahit Külebi, şiirlerinde Anadolu'yu ve Anadolu insanını çok başarılı bir şekilde anlatan şairler arasında yer alır. Şairin Anadolu ve bilhassa doğduğu yerlerden derin izler taşıyan 'Hikâye' şiirinin yazılış öyküsünü sizler için inceledik.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Ayrıca Anadolu insanının türküye olan sevgisi, Cahit Külebi'nin şiir dilinde de kendisini gösterir. Külebi'nin şiir dili, Anadolu insanının tarlada, harmanda çalışırken söyledikleri türkü kadar sıcak, içten ve bizdendir…
Mehmet Kaplan, Cahit Külebi'nin şiirleri için "Ben ona inanıyorum ki, Anadolu'yu, çocukları bu topraklarla karışmış, şehre geldikten sonra yüksek kültür edinmekle beraber ilk yaşantılarını kaybetmemiş sanatkârlar anlatabilirler. Cahit Külebi, bunu başarabilen nadir şairlerden biridir." cümlelerini kurar.
Dönemde şiir dili ve konusu hakkında bu denli tartışmalar yaşanırken, Cahit Külebi, halk şiirinden yararlanarak sade bir dille başarılı şiirler yazılabileceğini kanıtladı. Buna verilecek en güzel örnek ise şairin 1944'te yazdığı Hikaye şiiridir.
'Hikaye' Cahit Külebi'nin en bilinen ve sevilen şiirleri arasındadır. Fevzi Halıcı bu şiir hakkında, "Bu şiirde Türk şiirinin asırlar boyu gelişiminin ortak bir yanı mevcut. Bu şiiri tekmil Anadolu olarak da yorumlayabilirsiniz." cümlelerini kurar.
Cahit Külebi, Fevzi Halıcı'ya bu şiirin hikayesini anlatır ve Halıcı 'Bir Şiir'in Hikayesi' isimli eserinde anlattığına göre olaylar şu şekilde gelişir:
Cahit Külebi, 1944'te Tarih öğretmeni Süheyla Hanım ile evlenir. Antalya'ya tayinleri çıkan karı kocanın sade ve mütevazi bir yaşamları vardır. Oldukça titiz bir kişiliğe sahip olan Külebi, bir gün temizlik yapmak için masasını dağıtan eşine " Masamı elleme" diye bağırmasının ardından eşler arasında bir tartışma peyda olur. Tartışmanın ardından Süheyla Hanım küser, kapıyı çarpıp yatmaya gider. Cahit Külebi, bu olaylar neticesinde eşini kırdığı için çok üzülür ve bu olayı şu şekilde anlatır:
"Benim, inatçı tabiatım yüzünden, hiçten çıkmıştı tartışma.. Hissettiklerimi söyleyemezdim, yapımda var bu.. İşte Hikâye adlı şiirim o gece hem de yarım saat içinde ortaya çıkıverdi. Böylesine kısa zamanda şiir yazan birinin, elli yılı aşkın bir süre şiirle haşır neşir olmasına karşın yayımlanan şiirlerinin azlığı dikkat çekebilir. Açıklayayım. Bir şiir üzerinde çok çalıştığım için değil, o şiiri yaşadığım için diyebilirim. Az şiir yazmam, şiirde bilinçli bir titizlikten ileri gelmiyor. Yani ben şairin bir şiirini kuyumcu gibi işlemesi benzeri düşüncelere hiç kapılmadım. Kafamda birçok şey dolaştırıyorum, uykuyla uyanıklık arasında.. Yolda yürürken, yalnızken, her yerde o şiiri yaşarım. Şöyle diyelim: Bir sözcükten, bir imgeden, bir düşünceden yola çıkıyorum. Bunu geliştiremezsem şiir yazamıyorum. Ama bu yola çıkışta biçimsel yönden bir kalıp oluşturabilirsem eğer, o şiiri yarım saatte, bir saatte yazarım. İşte o gece, eşimle kavga ettiğimiz o gece, içim içime sığmıyor, vicdan azabı çekiyordum. Kendimi suçlu buluyordum. Haksızlık etmiştim. Sabaha kadar uyuyamadım. Masamın başına oturup bir çırpıda Hikâye şiirimi yazdım. Eşim sabahleyin masanın üstündeki şiiri görünce eline aldı.. Mırıldanarak okudu:
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz
Al tut ellerimi, bebek,
Tut biraz Bana dönüp,
Bana dönüp, Cahit, niye yazdın bu şiiri diye sordu. Tartıştık, kavga ettik ya deyince gülmeye başladı. Tabiatıyla her zaman olduğu gibi barışıp yolda tekrar tekrar Hikâye şiirini okuyarak okula gittik."
Cahit Külebi, 1995 yılında Güneş Müftüoğlu ile yaptığı bir konuşmasında ise 'Hikaye' şiirin öyküsünü şöyle anlatır:
"Şiir benim daima kafamda uzun süre içinde yaşayarak oluşur. Ama Hikaye şiirim birdenbire yazılmıştır. Anadolu'da bir yerdeyiz. Okul eve yakın, bitişik. Eşim Süreyya bir çocuk doğurdu, Ali denen çocuğu. Süreyya okuldan gelir terli terli emzirirdi Ali'yi. Yoksulduk, parasızdık. Süreyyayla bir konuda tartıştık. Sonra o okula dersine gitti. Tarih öğretmeniydi. Ben okuldan bazı belgeleri temize çekmek için getirdiğim ödünç daktiloyla oturdum bu şiiri yazdım. Öyle daktiloya takılı kalmış.
Hep aslında sahip olduğum şeye "değilim", olan şeye "yoktur" diye yazmışım aslında. Benim doğduğum köyler Türkiye'nin en güzel ceviz ağaçlarını olduğu yerdi, ceviz tarlaları içinde doğdum desem yeridir. Gülmesini de bilen insanların arasında yaşadım. Ama gerçekten de dudaklarım hep çatlak çatlaktır. Hep krem almışımdır ömrüm boyunca!"
Görüldüğü gibi, şiirin arkasında Cahit Külebi'nin eşiyle yaşadığı böyle bir hikaye var. Fakat Külebi şiir boyunca bu durumu okuyucularına asla hissettirmez, 'Hikaye' şiirini okuyan biz okuyucular, bu şiirde ilk etapta Anadolu, bilhassa şairin doğduğu köy ve çocukluğunun izlerini buluruz. Elbette şiir bu konulara da temas eder, fakat diyebiliriz ki 'Hikaye' şiiri arka planda bir kadının kırılganlığıyla yoğrulmuştur. Şiiri bu denli sevilir kılan belki de pişman olan şairin okuyucusuna yansıttığı samimiyettir.