Polisiye romanın edebiyat tarihi🔍
19'uncu yüzyılda söz gelimi Sanayi Devrimi sonrası köyden kente göçün sonucu olarak cinayetler taşradan şehre taşınmaya başlar. Suç çeşitlendikçe, hikâyeler zenginleşir. Fakat "dönüşüm" değil de "gelişimden" bahsedilecekse "ilerlemek" zorunda olan polisiyenin yakıtı yazarın hayal gücü ve zekâsıdır. Günümüz polisiye romanlarında hiçbir katilin akıl edemeyeceği zekice suçlar okuyoruz, çünkü yazarlar "çıtayı yükseltmek" için "kusursuz cinayeti" yazmanın peşindeler. Peki, polisiye edebiyat nasıl ortaya çıktı?
Giriş Tarihi: 19.11.2019
09:34
Güncelleme Tarihi: 26.07.2021
16:36
POLİSİYE ROMANIN TİPOLOJİSİ
Sıradan okurların yanı sıra, kimi yazarların düşünür ve sanatçıların da ilgisini çeken polisiye roman türü, 19. yüzyılın ikinci yarısında sanayileşme, kentleşme ve kitle kültürlerinin oluştuğu döneminde ortaya çıktı.
Okuyucuya en başta bir cinayet sunulur ve bu cinayeti işlemesi muhtemel olan kişiler, birer ipucudur. Olaylar ve olayların sürükleyiciliği her zaman karakter derinliğinin önünde gider. Polisiyelerde suç genelde bireyseldir; dedektif veya amatör meraklı biri tarafından cinayetin çözülmesinin ardından, suçlu yakalanıp cezalandırılır.
Polisiye roman türü, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra klasik formunun dışına çıkarak farklı türlerden ögeler barındırmaya başladı. Polisiyenin başka bir alt türü ise daha fazla şiddet unsurunu içinde barındıran kara romandır . Bu türün en bilinen örneği Mike Hammer 'ın kahramanı Mickey Spillane'dir.
İki Dünya Savaşı sırasında yaşanan gelişmeler başka bir tür polisiye türü olan casus romanına zemin hazırladı. Hareketli roman olarak adlandırılan bu türün yazarları arasında James Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming vardır.
Günümüzde ise polisiye türünün büyük ölçüde melezleştiği ve içinde farklı ögeleri barındırmaya başladığı görülmektedir.
GÜNEŞİN DOĞDUĞU YER: JAPONYA
Uzak ada Japonya, yüzlerce yıllık kendine has kültürü, dünyanın batısından bir hayli "değişik" gelenekleriyle, polisiye edebiyatta da farkını ortaya koyuyor. Korku ve gerilim öğeleriyle bezeli, Kanae Minato tarzı Japon suç romanları, doğrusu herkese hitap edecek cinsten değil. Elbette bu "ürkütücü" tarzın dışında genele hitap eden yazarlar da bir hayli fazla. Fuminori Nakamura, Miyuki Miyabe ve Natsuo Kirino, Japon polisiyesi denilince akla ilk gelen isimlerden bazıları…
POLİSİYENİN YÜKSELENİ: İSKANDİNAVYA
İskandinav polisiyesi, dünya eğlence sektörünün kalbi Hollywood'a doğrudan transfer olacak kadar iddialı örneklerle dolup taşıyor. Milenyum Üçlemesi'nin yazarı Stieg Larsson, aramızdan çok vakitsiz ayrılsa da, "Norveçli Suç Kraliçesi" Karin Fossum, Yrsa Sigurğardóttir, Håkan Nesser, ülkemizde de çok sevilen Jo Nesbo, Elsebeth Egholm, Arne Dahl, genç yaşında ödüllere doyamayan Salla Simukka gibi yazarlar ve daha niceleri, bayrağı taşımaya devam ediyorlar.
GELENEKTEN GELECEĞE: BRİTANYA
Britanya'nın polisiye ile ilişkisi futbola benziyor. Yay Topuklu Jack'in, James Bond'un, Karındeşen'in memleketi, türü adeta var eden derin kökleriyle her zaman polisiyenin bayraktarlığını yapıyor, fakat bazen de diğer ülke polisiyelerinin gölgesinde kalıyor. Bol ödüllü Val McDermid ve Müfettiş Rebus serisi ile gönüllerde taht kuran Ian Rankin, İskoçya'yı temsil ediyorlar.
Lindsey Davis, özellikle Roma dönemini konu edinen suç kitaplarıyla kendini özel bir yere konumlandırıyor. Britanya polisiyesinin dikkat çekici özelliklerinden biri de kadın yazarların bir hayli fazla olması. Tüm dünyada geniş bir okur kitlesine sahip Ruth Rendell yakın geçmişte vefat etmiş olsa da, Kathryn Croft, Dreda Say Mitchell, Helen Giltrow, Minette Walters, Clare Mackintosh, Kate Atkinson gibi isimler, Agatha Christie'nin izinde emin adımlarla ilerliyorlar. Trendeki Kız'ın yazarı Paula Hawkins ise belki de bu kortejin en önde yürüyenlerinden biri.