"Şu dünyanın bir mirasçısı varsa onlar çocuklardır!" I Ayçin Kantoğlu 🎤
Filistin ve Gazze halkı her geçen gün soykırıma uğramaya devam ediyor. Sabah gözlerini yeni bir güne açabildiklerinde, içlerindeki umut biraz daha yeşeriyor. Seslerine ses olabilmek adına bizler de gücümüz yettiğince yanlarında olmaya devam ediyoruz. "Gazze'nin size insanlığınızı hatırlatmasına müsaade edin." diyen Ayçin Kantoğlu ile ikinci röportajımızı gerçekleştirdik. Çevremizde gördüğümüz tüm şefkatsizliğin ve merhametsizliğin altında "yalnız" bir insanın olduğunu vurgulayan Kantoğlu, "Gazze sizin, örtülerin altından çıkmanızı sağlayabilir. Bu yüzden cesur ve samimi olun. Çünkü bütün bu ihtirasın, şefkatsizliğin, arzu ve isteklerin altında "yalnız bir insan" var. O sizsiniz!" diyor.
Giriş Tarihi: 09.08.2024
14:22
Güncelleme Tarihi: 09.08.2024
16:42
Betül Sav: Biraz siyonizmi bilmek lazım. Ayçin Kantoğlu siyonizmi nasıl tanımlar?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Bize kötülüğün ne olduğu bugüne kadar hep hikaye edildi. Destanlarımızda, anlatılarımızda, masallarımızda, öykülerde edebiyatçılar tarafından. Ama artık bugün kötülüğün ne olduğunu elle tutabilir, gözle görebilir haldeyiz. Kötülük dediğin İsrail'in ta kendisidir. Büyük bir kötülüktür. Mutlak bir kötülüktür. Mesele bir toprak meselesi değildir. Mesele bir vatan edinmek hali değildir. Mesele onların anlattığı gibi dünyaya bir nizam, intizam vermek, fesadı ortadan kaldırmak, sözüm ona selamet getirmek falan değil. Bunların hepsi kendi vahşetlerine, barbarlıklarına, uğrunda insanları katlettikleri kehanetlere örttükleri bir örtü... İnsan hakları da böyle. Çocuk hakları da böyle. Kadın hakları da böyle .
➡ Artık Filistin'e bakan İsrail'e bakan orada yaşanan mezalime bakan herkes hiçbir anlatıya ihtiyaç duymaksızın hatta bu meselenin tarihi bağlamlarını da bilmeksizin mazlum ile zalimi birbirinden ayırabilir. Tek bir şeye ihtiyaç var:"Gözlerini kapatmamaya." O kadar. Eğer görüyorsan gördüğün şey hakikat işte. Orada, kötülüğü de görebiliyorsun, hakkı da görebiliyorsun. Batılı da görebiliyorsun, hakikati de görebiliyorsun. Kalp olanı da görebiliyorsun. İki tarafın da birtakım iddiaları var. Her iki taraf da vatan sevgisiyle hareket ettiğini söylüyor. Peki bunlardan hangisi gerçek? Çok açık ve net olarak görülüyor ki; İsrail'inki kalptır, sahtedir. Onun vatan sevgisi, iman dediği şeyin aslı, hakikati Filistin'dedir, Gazze'dedir. Vatan sevgisi de oradadır, Hakk'a iman etmek, O'nun kaderine rıza göstermek, O'nun istediği yolda yürümek de Filistin'dedir; İsrail'de değil. Bunu çocuklarımız çok rahat anlıyorlar. Ana okulundaki, ilkokuldaki çocuklarımız... Ortaokuldakiler yine fena değil. Lise, üniversite düzeyine çıktığın zaman işler biraz çetrefilleşiyor. Yetişkinlerde iyice kopuyoruz. Bir türlü arzu ettiğimiz o bağı oluşturamıyoruz, kuramıyoruz.
Betül Sav: Siyonizmi yetişkinlere nasıl anlatabiliriz?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Yetişkinler, kendini kaybetmiş durumda. Yani ortada bir yetişkin de yok. Yetişemeyen insan grupları var. O olgunluğu gösteremiyor insanoğlu. O mesuliyeti de taşıyamıyor. Nesne ile kurduğu ilişki bakımından da bu böyle. Bilgi ile kurduğu ilişki bakımından da böyle, tarihle de böyle. "Ben" çevresinde şekillenen bir zihin kavram dünyası ve bunun önüne siz hakikati koyduğunuzda, oradan sıyrılıp, çıkıp bakamıyor. İşte, bunu çocuklar iyi başarıyorlar. Nitekim boykotu da çocuklar iyi yürütüyorlar . Filistin, Gazze desteğini de kolayca özümsüyorlar. O az önceki söylediğin insanı hakikaten dehşete düşüren "artık ölmek ve dinlenmek istiyorum" ifadesini 3 Ağustos günü Heniyye'nin, merhum şehidin çağrısına uyarak meydana çıkanlardan küçük bir kız çocuğu, bir pankart kaldırdı ve dedi ki, "Ölmek ve dinlenmek istiyorum diyen kardeşim, senin için buradayım". O ndaki yansımayı, ifadenin gücünü, oradaki varlığın kıymetini görüyor musun? O yüzden onlara bir şey anlatmaya gerek kalmıyor. Ama maalesef başkalarına anlatıyorsun. Anlatıyorsun ama dinletemiyorsun. Çünkü o baktığı at gözlüklerinden kurtulamıyor, bir. Öğrendiği şeyleri öyle sıkı sıkıya sarılmış ki onları doğru olarak kabul diyor. Hakikatin karşısında "bari bunu yapma diyeceksin" ama oradan sıyrılamıyor. Kendine doğru bir konum bulamıyor. Filistin'deki hadiseyi, çocukların ölümünü kınıyor ama oradaki direnişi bir terörist eylem olarak algılamaya devam ediyor. Buralarda çok ciddi tenakuzlar, çelişkiler var. Şimdi senin karşında işgale uğramış bir toprak ve orada o işgale direnen bir avuç insan var. Sen onların gerçekleştirdiği bir eyleme nasıl terörist eylem diyebiliyorsun?
➡ Kendini savunmayacak mı insanlar? Yani ne güzel bizi işgal ettin, bundan sonra ırzımız da senin, namusumuz da mübah, çoluk çocuğumuzu da kapıp götürüyorsan, organlarını alıyorsan al mı diyecekler? Toprağı işgal etmek meselesi değil ki sadece. Yıllardır orada korkunç bir düzen kurulmuş. İnsanların abluka altında tutulduğu, esir edildiği, her türlü haktan düşürüldüğü, ikinci sınıf muamele gördüğü, insan dahi kabul edilmediği bir düzen için buna baş kaldıranlar için sen "Bu terörist, saldırı yapıyor" mu diyeceksin? Bunu sana hangi şeytan söyletiyor? Sen neye esir düştün? Sana öğretilen her şeyi bırak. Önünde cereyan edenlere bak ve buna göre konuş. Nasıl olur da; işgal altında olan, ar namusu dümdüz edilmiş, çoluğu çocuğu talan edilmiş bu insanların, kendilerini korumak için yaptıklarına böyle diyebilirsin. Artık öyle bir noktadalar ki öyle de ölüyorlar böyle de ölüyorlar. Zaten bunu açıkça dile getiriyorlar. "En azından sessiz ölmeyeceğiz" dedikleri bu çağın artık kemiği delip geçtiği o noktada canı ile başı ile çoluğuyla çocuğuyla mücadele eden insanlara, sen nasıl terörist diyebilirsin? Sen ki bu coğrafyanın insanısın. ➡ Dini anlamda çok derin bir noktada olmana gerek yok. Nitekim dünyada bu işe baş koyanlar, Filistin'in sesini yükseltmeye çalışanlar hepsi Müslüman mı? ➡ Siyasi bir tarafgirlik içinde olmana gerek yok. Nitekim dünyada bu işe baş koyanların hepsi bir partili mi?
İçlerinde bir yürek taşıyor bu insanlar ve o yürek, onlara yapılanın doğru olmadığını haykırıyor an be an.
Söyleyecek hiçbir şeyin yok mu?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Kapatma kardeşim. Sana verilen o gözleri hakikate şahitlik ederken kullan. O dil, o gözün gördüğüne ihanet etmesin. Ne görüyorsan onu söyle. Dürüstçe. Yani bu oyunlardan yıldık. Oradakiler terörist falan değiller. Son derece düzgün insanlar. Yüz senedir olmayacak işlere göğüs germekteler. Sabretmekteler, mücadele etmekteler. Sen bunu anlamayacak kadar insanlıktan düşmüş olma lütfen. Ha bir de oradaki çoluk çocuğun ölümünü de hiçe sayanlar var. Onlar sanıyorum az bir kesim. Öyle olduğunu ümit ediyorum. Zaman zaman sosyal medyada karşılaşıyoruz. İşte bir mesajın bir tweetin altına hemen gelip yanaşıyorlar. Yani bir çocuğun hangi ünsiyeti üzerinden onun ölümü hak ettiğine veya hak etmediğine karar verir insan? Nasıl verebilirsin? Yani bu Arap ise öldürülebilir, Ukraynalı ise kurtarılsın, Amerikalı ise kıymetli, Türk ise hayatının bir kıymeti yok mu? İnsan dünyaya gelirken nerede hangi ailede hangi ülkede hangi coğrafyada dünyaya geleceğine kendisi mi karar veriyor? Öldükten sonra ne yapacaksın? Allah'a gittiğinde ne yapacaksın? Eğer inanıyorsan tabi. Irkınla mı gideceksin, coğrafyan ile mi gideceksin? Bir yetimin bile başını okşamaktan aciz bir insan olarak gideceksin. Farkında mısın? Çünkü ölünce kesecekler bütün bağlarını. Bugün insafsızca, başkasının halinden bilmeden kurguladığın, tarihi yükü o küçücük sabilerin üzerine yıkmaya çalıştığın bütün o bağlarını kesecekler, sen öldüğünde işini bitirecekler senin. O zaman ne anlatacaksın? Bu inanıyorsan böyle. İnanmıyorsan da mantıksız kardeşim.
Ayçin Kantoğlu:
➡ Şu dünyanın bir mirasçısı varsa onlar çocuklar. Kimin döşeğinde doğmuş olurlarsa olsunlar. Artık iş buralara kadar uzanmış durumda. Söyleyecek hiçbir şeyin yok mu yani? Hani sen çok medeni gözüküyorsun. En azından halin, tavrın, giyimin, kuşamın, söylemin bu minvalde. Belirli bir duruşun var. Hayvanları seviyorsun, insanları seviyorsun, özgürlükleri savunuyorsun. Neden Filistin'i görmüyorsun? Gazze'yi senin gözünün önünden alan şey nedir ? Bunlara bir cevap vermesi gerekir herkesin kendi içinde. Eğer tutarlı cevaplar veremiyorsan o zaman gittiğin o yoldan beri gel. Daha beri gel daha beri gel. Çünkü o yol doğru bir yol değil. O yolda çocuklar, kadınlar, erkekler, bir avuç mücahid var. Terörist diyorsun onlara, değiller! Mesele zaten Hamas meselesi değildir. Dışarıdan oraya asker mi getirip yığıyorlar yoksa o mücadeleyi veren oranın insanı mı? "Oranın insanı."
Dolayısıyla bu yaptığın ikircikli tutum bu ötekileştirme hali, senin kendine, senden kendine bir düşman yaratanların sana yaşattığı bir sanrı, gerçeklik dışı vaziyet. Çünkü Filistin, Gazze dediğin şey kendinsin zaten. Senden ayrı değil, zannettiğin gibi. Ötekileştirdiğin gibi senden kopuk da değil.
Betül Sav: Bir röportajınızda "sosyoloji, Latince ya da çevirmenlik yapmak istiyorum" demişsiniz. Bunun bir hikayesi var mı?
Ayçin Kantoğlu
➡ Düşüncem o ki kaybettiğimiz şey dilin kendisi. Bugün dünyada yaşadığımız ahlaki, etik ve varoluşsal krizin temelinde lisanı kaybetmek yatıyor. Çünkü toplumların kimliği Prof. Dr. Yalçın Koç'un deyimiyle "hafıza itibariyle lisanda" yani lisan, aslında bir toplumun kimliğini muhafaza eden mahal. Oradan eksildiğinde, kendine "ben kimim?" sorusunu sorduğunda verdiğin cevap gerçekten, hakikatten kopuyor. Artık post-truth çağındayız. Bu hakikatten kopuş ve halimiz de ortada. İnsan; bildiğimiz, tanıdığımız, anlamlandırdığımız zeminini kaybetti, dil ile beraber. Bunun böyle bir ehemmiyeti var.
➡ Ben Beyazıt'ta bir iş yerinde çalışıyordum. Uzun yıllar dış ticaret üzerine çalıştım. Sonra da emekli oldum. Orada çalışırken tam karşımda da İstanbul Üniversitesi var. Aslında Marmara İşletme mezunuyum. Dediğim gibi Yüksek Lisans yapma arzum, isteğim var. Fakat İşletme olsun Finans olsun iş kolumla alakalı da bir şey de istemiyorum. Ya ne istiyorsun, diye sordu arkadaşlar. Dedim ki, "Vallahi benim gönlümden geçen edebiyat. Sosyoloji olabilir, edebiyat olabilir." O dönem dediler ki; hiç heveslenme, Türkiye'de öyle bir adet yoktur yani senin bir branştan lisansın varsa yüksek lisansını yine o branştan yapmalısın. İşletme ise ona göre. Yok edebiyat istiyorsan Amerika'ya git, orada yap falan deyip epey bir takıldılar bana. Ama benim biraz burnunun dikine giden bir tarafım var. Üç bölüme başvurdum. Üçünden de kabul aldım. Sosyoloji, Latin Dili Edebiyatı, İtalyan Dili Edebiyatı. Sonra da bir rüya gördüm. Rüyamda böyle garipten bir ses bana dedi ki; "Latince bölümünü seç, senin için hayır var." Uyandım, dedim ki ben Latince'ye gidiyorum. Orada kocamla tanıştım. O da yüksek lisanstaydı. Sonra da evlendik çoluk çocuğa karıştık. Öyle bir hikayesi var. Tercih böyle oldu. Tabi sosyolojiyi seviyoruz. Bunlar, insanın daha derinlemesine nüfuz ettiği disiplinler. Ben Latinceyi de ayrı görmüyorum yani klasik Filoloji'yi. Çünkü bir Antik Yunanca eğitimi alıyorsunuz orada. Latince metinler çalışıyorsunuz, Antik Yunanca metinler çalışıyorsunuz. Hala bugün o terminoloji, yoğun olarak felsefe disiplininde kullanılıyor.
➡ Kefiyem yanımda. Bu kefiye de hediye. Ben gittiğim etkinliklerde bana hediye edilenleri hediye ediyorum. Genelde Filistin'le alakalı, hanımlar birtakım el işleri yapıyorlar. Bir karpuz dilimi veya bir bileklik. En son Başakşehir'de Genç Aktivistlerin bir etkinliğine katıldım. Orada boynumda birkaç aydır bende olan Denizli'de hediye edilmiş bir kolye vardı. Onu genç bir kızın boynuna taktım. Onlar bir grup genç kızdı, dedim ki "Her biriniz bir etkinlikte bunu taksın ama sonunda siz de hediye edin." Akşama da bir tesbih hediye geldi. İşte bu, hediye kefiyelerden bir tanesi. Çok yeri gezmiş. Hacca gitmiş ve gelmiş. İnşallah kısmet olur onu da hediye ederim. Bunun bir sünnet olduğunu da söylediler. Hediyeleşmek güzel bir şey.