"Şu dünyanın bir mirasçısı varsa onlar çocuklardır!" I Ayçin Kantoğlu 🎤
Filistin ve Gazze halkı her geçen gün soykırıma uğramaya devam ediyor. Sabah gözlerini yeni bir güne açabildiklerinde, içlerindeki umut biraz daha yeşeriyor. Seslerine ses olabilmek adına bizler de gücümüz yettiğince yanlarında olmaya devam ediyoruz. "Gazze'nin size insanlığınızı hatırlatmasına müsaade edin." diyen Ayçin Kantoğlu ile ikinci röportajımızı gerçekleştirdik. Çevremizde gördüğümüz tüm şefkatsizliğin ve merhametsizliğin altında "yalnız" bir insanın olduğunu vurgulayan Kantoğlu, "Gazze sizin, örtülerin altından çıkmanızı sağlayabilir. Bu yüzden cesur ve samimi olun. Çünkü bütün bu ihtirasın, şefkatsizliğin, arzu ve isteklerin altında "yalnız bir insan" var. O sizsiniz!" diyor.
Giriş Tarihi: 09.08.2024
14:22
Güncelleme Tarihi: 09.08.2024
16:42
Gazze beni çok dönüştürdü
Betül Sav: İlk röportajınızdan sonra hayatınızda neler değişti?
Ayçin Kantoğlu:
➡ 7 Ekim tarihi bence herkesin hayatında bir şeyler değiştirdi. Sizinle röportajımız İDE'deki Mehmet Görmez Hoca'nın enstitüsündeki panelden sonra olmuştu. Benim ilk verdiğim röportajlardan biriydi. Zahmet edip Muğla'ya kadar gelmiştiniz. Benim için kıymetli bir röportaj dı. O günden bugüne söylemlerimde büyük bir farklılık oluşmadı. Maalesef 300 günü tamamladık. Belki 76 sene artı 307 gün demek lazım. Zorlu ve yıpratıcı bir süreç. Yorgunluğu hissettiğim ama devam etmeye de kendimi mecbur hissettiğim bir süreç oldu.
➡ Gazze beni çok dönüştürdü. O röportajdan sonra yani 7 Ekim'den bu tarafa kişisel hayatımla ilgili yapabileceğim en önemli ve öncelikli tespit bu olabilir. Ben Gazze'ye teslim oldum. Orada gördüğüm o zarif insanlara, orada gördüğüm dirence, orada gördüğüm mücadele azmine ve elbette orada gördüğüm derin kedere teslim oldum. Biraz o keder tüketti beni. Ama aynı zamanda oradaki direnç yeniden can verdi, öyle diyelim.
İzlemek için tıklayın 👇
VIDEO
Betül Sav: Peki o günden bu yana yeterince sesin çıktığını düşünüyor musunuz Gazze için?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Kişisel olarak cevap vermem gerekirse, sesimi hiç kısmadım. Tabi kendi ailevi koşullarımdan dolayı molalar vermek mecburiyetinde kaldım. Bakımıyla sorumlu bir hastamın oluşu, evi ihmal etmiş oluşum... Herhalde 30 - 35 şehre, üniversiteye konuk olarak gittim. Orada seminerlere, konferanslara katıldım. Tahmin ediyorum, etkinlikler için 5-6 şehrin belediyeleri tarafından davet edildim, 3 mitinge katıldım ki hayatımda hiç öyle bir miting tecrübem de olmamıştı. Daha öncede konuşmuştuk; ben hayatım boyunca siyasi yönü ağır olan ya da belirgin olan veya bunu önemseyen biri olmadım. Alışkın olmadığım, kişisel performans anlamında da benim için oldukça yüksek bir tempoydu.
➡ Ama üniversiteler tatile girdi, bir seçim süreci geçirildi. Bu arada da başka konular, gündemde ön sıralarda yer almaya başladı. Ama ben gündemimi değiştirmedim ve var olduğum, sesimi duyurabildiğim tüm mecralarda gündemi değiştirmemek gerektiğinin de altını önemle çizdim. Size önerilen, dayatılan her ne olursa olsun eğer siz gündeminizi değiştirmezseniz; o gündem değişmez. Dolayısıyla Gazze, dönem dönem biraz geri plana düştü ama hep varlığını korudu. Çünkü orada hakiki bir soykırım, mezalim, insanoğlunun gördüğü en vahşi hadiseler, gerçekleşmeye devam ediyor. Gündemden düşmesine imkan yok, bu manada. O yüzden "sesi kısıldı mı, sönümlendi mi" şeklinde yaklaşamıyorum meseleye. Benim kişisel hayatımda hiç sönümlenmiyor. Ben de bundan kendimi geri tutmuyorum.
➡ Şunları duyuyorum: "Biz artık bu videoları seyretmiyoruz, psikolojimiz bozuluyor." diyorlar. Sebep? "Çünkü kendimizi çok kötü hissediyoruz" şeklinde ifade ediyorlar. Bu artık insanoğlunun yaşamında "sen" kelimesinin değil de "ben" kelimesinin daha baskın şekilde var olduğunun ifadesi! Hep ben diyorsan kendine ayna edecek bir "seni" bir "ötekini" bulamıyorsun demektir. Hep kendi konforu, menfaati, mutluluğu üzerine yaşayan bir varlık değil insan. En azından şu yüz sene öncesinden bize intikal edenler, insanın böyle olmadığını hala bize canlı olarak anlatıyor ya da anlattı. Ben büyüklerimden birçok hikaye dinledim, herkes gibi ki biz bir asır önce "Kurtuluş Savaşı" vermiş bir milletiz. Dolayısıyla bugün Gazze'de yaşadığımız birçok öykünün, o dönemde bize anlatılanlarla eş değer olduğunu, ortak olduğunu görebiliyoruz. Ama burada bunu canlı olarak izliyoruz. Bundan kaçınmak, yokmuş gibi varsaymak, hiçbir soykırım olmuyormuş, çocuklar katledilmiyormuş, kadınlar erkekler tecavüze uğramıyormuş gibi devam ediyor olmak, insanın yapacağı bir tercih değildir.
Betül Sav: Gazze'de bir çocuğun feryadı vardı; "Ölüp dinlenmek istiyorum" diyordu. Bu acı daha ne kadar sürecek?
Ayçin Kantoğlu:
➡ O korkunç bir cümle... Hayatım boyunca duyduğum en ağır ifadelerden biri gerçekten. Kaderi yazana iman ediyoruz. O'nun yazdığı kadere de rıza gösteriyoruz. Tabi bu, mesuliyetlerimizi ortadan kaldırmıyor. Yani bir salt kadercilikle "onların başına geldi, biz de bir şey yapamıyoruz, onlara fiziken ulaşmamız da mümkün olmuyor" şeklinde anlaşılmamalı. En azından ben öyle görmüyorum. Bunun sona ermesi için elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Bu biraz da bizim bir fikri bir hakkı savunurken neleri göze alabildiğimizle alakalı bir durum. Sadece bizim değil, bütün dünyada. Belirli bir aşamaya doğru gidiyoruz. Herhalde vermemiz gereken bir karar olacak sonunda ve bir tercihte bulunmak gerekecek. Şu anda arzu ettiğimin tam olarak gerçekleşmiş olduğunu söyleyemem ama Filistin bundan önce olmadığı kadar dünyada halklar nezdinde destek buldu. Hakları, yaşadıkları ve anlatısı itibarıyla kıymet görüyor. Bu, Filistin hanesine artı yazdığımız İsrail'e ise eksi yazdığımız bir süreç. Ancak biz hiçbir şekilde oradaki ölümlerin önüne geçemiyoruz. Karşımızdaki azgın güruh da ne söylenirse söylensin ne tepki verilirse verilsin; ne BM'nin çıkardığı raporu dikkate alıyor ne Lahey Adalet Divanı'nın çağrılarını, kararlarını dikkate alıyor.
➡ Peşinde, onu gittiği yerde alkışlayan egemen güçlerin alkışları arasında, bir de absürt bir anlatıyla "biz hiç sivil katletmiyoruz" diye gözümüzün içine baka baka katliama, soykırıma devam ediyor. Bunun önünü almak için ancak siyonizmin dışında kalan hangi dine, dile, ırka mensup olursa olsun siyonizme karşı duruşu benimseyen insanlar bir araya geldiklerinde somut bir etki ve netice ortaya koyabilecekler diye bakıyorum. Ama neticede elbette Allah'ın dediği olur.
Betül Sav: Biraz siyonizmi bilmek lazım. Ayçin Kantoğlu siyonizmi nasıl tanımlar?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Bize kötülüğün ne olduğu bugüne kadar hep hikaye edildi. Destanlarımızda, anlatılarımızda, masallarımızda, öykülerde edebiyatçılar tarafından. Ama artık bugün kötülüğün ne olduğunu elle tutabilir, gözle görebilir haldeyiz. Kötülük dediğin İsrail'in ta kendisidir. Büyük bir kötülüktür. Mutlak bir kötülüktür. Mesele bir toprak meselesi değildir. Mesele bir vatan edinmek hali değildir. Mesele onların anlattığı gibi dünyaya bir nizam, intizam vermek, fesadı ortadan kaldırmak, sözüm ona selamet getirmek falan değil. Bunların hepsi kendi vahşetlerine, barbarlıklarına, uğrunda insanları katlettikleri kehanetlere örttükleri bir örtü... İnsan hakları da böyle. Çocuk hakları da böyle. Kadın hakları da böyle .
➡ Artık Filistin'e bakan İsrail'e bakan orada yaşanan mezalime bakan herkes hiçbir anlatıya ihtiyaç duymaksızın hatta bu meselenin tarihi bağlamlarını da bilmeksizin mazlum ile zalimi birbirinden ayırabilir. Tek bir şeye ihtiyaç var:"Gözlerini kapatmamaya." O kadar. Eğer görüyorsan gördüğün şey hakikat işte. Orada, kötülüğü de görebiliyorsun, hakkı da görebiliyorsun. Batılı da görebiliyorsun, hakikati de görebiliyorsun. Kalp olanı da görebiliyorsun. İki tarafın da birtakım iddiaları var. Her iki taraf da vatan sevgisiyle hareket ettiğini söylüyor. Peki bunlardan hangisi gerçek? Çok açık ve net olarak görülüyor ki; İsrail'inki kalptır, sahtedir. Onun vatan sevgisi, iman dediği şeyin aslı, hakikati Filistin'dedir, Gazze'dedir. Vatan sevgisi de oradadır, Hakk'a iman etmek, O'nun kaderine rıza göstermek, O'nun istediği yolda yürümek de Filistin'dedir; İsrail'de değil. Bunu çocuklarımız çok rahat anlıyorlar. Ana okulundaki, ilkokuldaki çocuklarımız... Ortaokuldakiler yine fena değil. Lise, üniversite düzeyine çıktığın zaman işler biraz çetrefilleşiyor. Yetişkinlerde iyice kopuyoruz. Bir türlü arzu ettiğimiz o bağı oluşturamıyoruz, kuramıyoruz.
Betül Sav: Siyonizmi yetişkinlere nasıl anlatabiliriz?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Yetişkinler, kendini kaybetmiş durumda. Yani ortada bir yetişkin de yok. Yetişemeyen insan grupları var. O olgunluğu gösteremiyor insanoğlu. O mesuliyeti de taşıyamıyor. Nesne ile kurduğu ilişki bakımından da bu böyle. Bilgi ile kurduğu ilişki bakımından da böyle, tarihle de böyle. "Ben" çevresinde şekillenen bir zihin kavram dünyası ve bunun önüne siz hakikati koyduğunuzda, oradan sıyrılıp, çıkıp bakamıyor. İşte, bunu çocuklar iyi başarıyorlar. Nitekim boykotu da çocuklar iyi yürütüyorlar . Filistin, Gazze desteğini de kolayca özümsüyorlar. O az önceki söylediğin insanı hakikaten dehşete düşüren "artık ölmek ve dinlenmek istiyorum" ifadesini 3 Ağustos günü Heniyye'nin, merhum şehidin çağrısına uyarak meydana çıkanlardan küçük bir kız çocuğu, bir pankart kaldırdı ve dedi ki, "Ölmek ve dinlenmek istiyorum diyen kardeşim, senin için buradayım". O ndaki yansımayı, ifadenin gücünü, oradaki varlığın kıymetini görüyor musun? O yüzden onlara bir şey anlatmaya gerek kalmıyor. Ama maalesef başkalarına anlatıyorsun. Anlatıyorsun ama dinletemiyorsun. Çünkü o baktığı at gözlüklerinden kurtulamıyor, bir. Öğrendiği şeyleri öyle sıkı sıkıya sarılmış ki onları doğru olarak kabul diyor. Hakikatin karşısında "bari bunu yapma diyeceksin" ama oradan sıyrılamıyor. Kendine doğru bir konum bulamıyor. Filistin'deki hadiseyi, çocukların ölümünü kınıyor ama oradaki direnişi bir terörist eylem olarak algılamaya devam ediyor. Buralarda çok ciddi tenakuzlar, çelişkiler var. Şimdi senin karşında işgale uğramış bir toprak ve orada o işgale direnen bir avuç insan var. Sen onların gerçekleştirdiği bir eyleme nasıl terörist eylem diyebiliyorsun?
➡ Kendini savunmayacak mı insanlar? Yani ne güzel bizi işgal ettin, bundan sonra ırzımız da senin, namusumuz da mübah, çoluk çocuğumuzu da kapıp götürüyorsan, organlarını alıyorsan al mı diyecekler? Toprağı işgal etmek meselesi değil ki sadece. Yıllardır orada korkunç bir düzen kurulmuş. İnsanların abluka altında tutulduğu, esir edildiği, her türlü haktan düşürüldüğü, ikinci sınıf muamele gördüğü, insan dahi kabul edilmediği bir düzen için buna baş kaldıranlar için sen "Bu terörist, saldırı yapıyor" mu diyeceksin? Bunu sana hangi şeytan söyletiyor? Sen neye esir düştün? Sana öğretilen her şeyi bırak. Önünde cereyan edenlere bak ve buna göre konuş. Nasıl olur da; işgal altında olan, ar namusu dümdüz edilmiş, çoluğu çocuğu talan edilmiş bu insanların, kendilerini korumak için yaptıklarına böyle diyebilirsin. Artık öyle bir noktadalar ki öyle de ölüyorlar böyle de ölüyorlar. Zaten bunu açıkça dile getiriyorlar. "En azından sessiz ölmeyeceğiz" dedikleri bu çağın artık kemiği delip geçtiği o noktada canı ile başı ile çoluğuyla çocuğuyla mücadele eden insanlara, sen nasıl terörist diyebilirsin? Sen ki bu coğrafyanın insanısın. ➡ Dini anlamda çok derin bir noktada olmana gerek yok. Nitekim dünyada bu işe baş koyanlar, Filistin'in sesini yükseltmeye çalışanlar hepsi Müslüman mı? ➡ Siyasi bir tarafgirlik içinde olmana gerek yok. Nitekim dünyada bu işe baş koyanların hepsi bir partili mi?
İçlerinde bir yürek taşıyor bu insanlar ve o yürek, onlara yapılanın doğru olmadığını haykırıyor an be an.