"Cehle Hak mevt dedi ilme hayat
Olma hemhali güruhu emvât"
Urfalı ünlü şair Nabi, oğlunun şahsında cümle gençlerimize nasihat ederken, işte bu sözlerle sesleniyordu. "Ey evladım! Cenab-ı Hak cehalete ölüm, ilme ise hayat dedi. Sakın cahil kalarak ölüler grubundan olma!.."
Demek ki ölü sadece musalla taşına getirilen değildir, cahil de ölüdür. Musalla taşına getirilen ölünün işi bitmiş bu dünya ile ilgisi kesilmiştir. Üzülürsünüz, ruhu için okuyup dua edersiniz. Peki ya yürüyen ölülere nasıl bakarsınız? Nasıl acırsınız? Adam yaşıyor, yürüyor, gezip eğleniyor ama ölü! İşte asıl acınacak, asıl üzülecek kimse budur.
Bu sebeple büyük âlim Şeyh Edebali şöyle sesleniyordu:
"Oğul insanı yaşat ki, devlet yaşasın!"
Anlaşılacağı üzere Şeyh Edebali de bu sözü söylerken gençlerinizi ilimle donatın, eğitimli ve bilgili olsunlar. Aksi hâlde musalla taşında yatan ölüden bir farkları kalmaz demekteydi. Zira ölüler ülkesinin ayakta kaldığı hiç görülmemiştir. Öyleyse devletimizin en asli görevi, gençleri hakkıyla yaşatmaya çalışmak olmalıdır.
Geçen hafta bir gencimiz öğretmenini öldürmüştü. Hapse girerken söylediği sözler ise insanın kanını daha fazla donduruyordu. "Pişman değilim!.." Gençlerimizi yaşarken ölü hâle nasıl getiriyoruz. İlgililer, yetkililer bunun üzerinde uzun uzun düşünüp değerlendirmeliler. Zira aile boyu öğretmene saldıran, öğretmene hakaret etmeye koşanların sonunda evlatlarını getirecekleri nokta budur!
Öte yandan eğitimcilerimizi de düşünmeye sevk etmesi gereken noktalar az değildir. Geçen hafta tarafıma gönderilen bir test metninde, 11. sınıf talebesinin zihnine yerleştirilen şu ifadeye bakınız. Sorunun cevap şıklarından birinde kurulan cümle şu şekildeydi:
"Uzak Doğu'dan gelen Mehmet amcam bana bonzai getirince çok sevindim..." Bu cümleyi sınav kâğıdına yazan, hazırlayan, okutan, mâni olmayan hemen herkes gençlerimizi öldürmeye namzettir. Çünkü eğitimci olmuş ise de kendisi cahil yani ölü bir kişidir. Yürüyen ölü herkesi de ölü görmek ister. Öldürmek ister.
Bunun çaresi nedir? Tarihinde yaşamış gerçek muallimleri tanımak, bilmek ve onlara benzemektir.
II. MEHMED'İ FATİH YAPAN ÂLİM!
Bizim eğitimcilerimiz gerçek âlimlerdi. Gerçekleri öğretirlerdi. Edep, ahlak timsali, vakar sahibi idiler. Yaşayışları ile de örnek olurlardı. Ana babalar bu eğitimcilere, âlimlere çocuklarını teslim ederken, "eti senin kemiği benim" diyerek bırakırlar ve onlar da gençleri mükemmel bir insan hâline getirmeye çalışırlardı. Bu eğitimcilerin elinde gençler ana babasına saygılı, vatanına devletine sadık, dinini bilen ve yaşayan bir kişi olurlardı.
Biz sadece tarih fukarası olmadık. Maalesef bu âlimlerimizi de unuttuk. Mevlana'ları Yunus'ları, Ahmed Yesevi'leri Akşemseddin'leri, Molla Gürani ve Molla Hüsrev'leri de tanımaz ve bilmez olduk.
Hizmetlerini büyük bir heyecanla takip ettiğim bir belediye başkanımız var. Bursa Yıldırım Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali Bey. Belediye hizmetlerini büyük bir aşkla yürüttüğü kadar gençlere kültür hizmetlerini ulaştırabilmek için de büyük bir gayret ve fedakârlıkla çalışmaktadır. "Köklere Tutunmak" projesi dâhilinde gittiğim okullarda gençlere Fatih Sultan Mehmed'in ünlü hocası Molla Hüsrev'i hatırlatıp anlatıp mutlaka ziyaret etmelerini istiyorum. Yıldırım Belediyesi sınırları içinde medfun bu büyük âlimi, ana babalar çocuklarına, öğretmenler talebelerine mutlaka ziyaret ettirmeliler, birlikte gitmeliler ve bu büyük âlimi orada tanıtmalılar. Sevdirmeliler saydırmalılar. Zira kişi kimi severse onun gibi olmak ister.
Fatih Sultan Mehmed, 12 yaşında tahta çıkmış ve bir buçuk sene padişahlık yapmıştı. Ardından babası II. Murad Han tekrar tahta çıkınca oğlu Mehmed'i yine Manisa'ya gönderdi. Bu sırada Şehzade Mehmed'in yanındaki ilim adamlarının çoğu birer bahane ile Manisa'ya gitmek istemediler. Molla Hüsrev ise bu sırada Kazaskerlik makamında bulunup Divan-ı Hümayun'un bir üyesi idi. Yani bugünkü karşılığı olarak bakanlar kurulu üyesiydi.
Derhal Kazaskerlikten istifa ederek Şehzâde ile birlikte Manisa'ya gitmeye karar verdi. Geleceğin Fatih'i genç Mehmed, onun bu kararını duyunca;
"Hocam lütfen vazifenize devam edin. Zira memleketin size ihtiyacı var" dediyse de Molla Hüsrev; "Tahtınızdan ayrılıp Manisa'ya giderken, sizi yalnız bırakmam uygun olmaz. Müsaade buyurun geleyim" diyerek samimiyetini bildirdi. Zira talebesinin daha öğreneceği çok şeylerin olduğunu biliyor ve eğitimini yarıda kesmek istemiyordu.
"ZAMANIN İMAM-I AZAMI!"
enç talebesi ile birlikte Manisa'ya gitti. Fatih Sultan Mehmed bu muhterem âlimden çok istifade etti. Talebe hoca ilişkisine, muhabbetine ne güzel örnek oldular.
Molla Hüsrev orta boylu, gür sakallı, heybetli, tevazu sahibi bir zât idi. Güzel ahlâkı, vakarı, yüksek ilim ve İslamiyet'in emirlerine uymaktaki titizliğiyle halkın ve devlet adamlarının sevgisini kazandı. Bu büyük, âlim, kendi işini kendisi görmeyi severdi. Konağında hizmetçileri olduğu hâlde hiçbirini kendi hizmetinde kullanmaz odasını kendi süpürür, lâmbasını kendi yakardı.
Ayasofya Medresesi'nde müderrislik yaparken halk ve talebeleri arasında büyük hürmet ve saygı görüyordu. Talebeleri her gün kuşluk vakti evinin önünde toplanırdı. Hoca yemeğini yedikten sonra atının iki yanında yaya olarak medreseye kadar yürürlerdi. Ders bittikten sonra da aynı şekilde evinin önüne kadar kendisini hürmetle geri götürürlerdi.
Molla Hüsrev, cuma namazı için Ayasofya Camii'ne girdiğinde halk tazimkârane saf bağlayarak mihraba kadar aralarında yol açarlardı. Fatih Sultan Mehmed Han bu hâli gördüğünde vezirlerine onu gösterip, "zamanımızın İmam-ı Azam'ıdır", diyerek iftihar ederdi.
Bu büyük âlimden hem eğitimcilerimiz ve hem de gençlerimizin alacağı o kadar güzel dersler var ki. İşte o zaman gençlerimiz yürüyen ölü değil, öldükten sonra dahi yaşayan âlim olurlar.
Molla Hüsrev talebesi Fatih Sultan Mehmed'den bir yıl önce 1480 yılında İstanbul'da vefat etti. Cenaze namazı, Fâtih Camii'nde kılındıktan sonra Bursa'ya götürülüp Emir Sultan'ın doğusunda kendi yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi. Mezar taşında; "Menbâ-ı ilm ü hüner, Vâris-i ulûm-i Hayrü'l-beşer, Fâzıl-ı hurşîd-i eser Sâhibü'd-Dürer vel Gurer Mevlânâ Muhammed Hüsrev" yazılıdır. Bu büyük ilim erbabımızı hakkıyla tanımak dileğiyle...
TEFEKKÜR
Olma mahrûm-ı hayât-ı ebedî
İlim ile fark edegör nîk ü bedî
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil - Türkiye Gazetesi