Türkiye'nin YPG'nin Suriye'nin kuzeyinde bir "terör koridoru" oluşturmasını engellemek üzere başlattığı Zeytin Dalı Harekatı ABD'yle ikili ilişkilerde gerginliğin had safhaya ulaşmasına neden oldu. Uzun süredir devam eden Suriye politikasındaki farklılıklar ABD'nin SDG şemsiyesi altındaki YPG'ye doğrudan destek vermesiyle stratejik karşıtlığa dönüşmüştü. Bu stratejik karşıtlığın giderilememesinin en önemli sebebi iki taraf arasında YPG'ye bakıştaki uçurum oldu. Türkiye YPG'nin PKK'nın Suriye şubesi olduğunda haklı olarak ısrar ederken, en üst düzey Amerikalı yetkililerin bu bağı kabul etmesine rağmen Washington SDG'yi DEAŞ'a karşı kullanmaya devam etti.
Obama yönetiminin Suriye politikasını büyük oranda devam ettiren Trump yönetimi DEAŞ'la mücadelede yeni bir konsept geliştiremedi. Obama'nın "yerel güçler"le çalışma politikasını devam ettiren CENTCOM'a geniş bir manevra alanı bırakan Trump yönetimi Türkiye'nin tepkisini yumuşatmakta güçlük çekti. Türkiye'nin ulusal güvenlik kaygılarını takdir etme konusunda yüzeysel bir retorikle yetinen yaklaşımın devam ettiğini görüyoruz. Başkan Trump'ın bireysel anlamda Ankara ile ilişkileri düzeltme isteği olduğunu varsaysak bile bunun Türkiye için varoluşsal bir tehdit teşkil eden YPG konusundaki derin anlaşmazlığı ortadan kaldırmaya yetmeyeceğini görmek gerekiyor.
Trump yönetiminin kapsamlı bir Suriye politikası oluşturamadığını, DEAŞ sonrası Suriye'de devam eden Amerikan varlığını meşrulaştırmakta güçlük çektiğini söyleyebiliriz. Trump'ın ABD'nin YPG'ye artık silah verilmeyeceğini söylemesine karşın CENTCOM'un yaptığı "sınır güvenlik güçleri" oluşturma planı açıklaması bu politikasızlığın ortaya çıkardığı bir çelişki olarak değerlendirilebilir. Dışişleri Bakanı Tillerson'ın Irak'tan erken çıkarak yaptıkları hatayı Suriye'de tekrarlamak istemedikleri ve İran'ın etkisini kırmak için kalmak zorunda olduklarını söylemesi de benzer şekilde Suriye konusundaki kafa karışıklığına işaret ediyor. Suriye'deki Amerikan varlığının hala 11 Eylül sonrasında Kongreden terörle mücadele için alınan izinle mümkün olduğu hatırlanırsa yeni bir politikanın hukuki altyapısının da mevcut olmadığı anlaşılır. Halihazırda DEAŞ'la mücadeleye sıkışmış, hedefleri belirsiz, hukuki altyapısı net olmayan, Kongrenin sorgulamak için enerjisinin olmadığı ve büyük oranda CENTCOM'a bırakılmış bir Suriye politikası var ortada.
Türkiye Rakka operasyonu arifesinde Trump yönetimine alternatif planlarla giderek ABD'nin artık NATO müttefiki Türkiye'yle çalışmaya dönmesi için bir fırsat sunmuştu. Trump yönetimi adeta kaos yönetimi tarzıyla iç politikada birçok skandalla boğuştuğu bir ortamda dış politika ve güvenlik işlerinde alanı büyük oranda askerlere bırakmayı yeğledi. DEAŞ'ı yok etme vaatleriyle iktidara geldiği için de bir an önce başarı isteyen Trump, CENTCOM'u dinleyerek YPG'yle ilişkinin devamına ve dahası doğrudan silahlandırılmalarına karar vermişti. Bu şekilde YPG'nin DEAŞ'e karşı sahada kullanışlılığına odaklanan ve örgütün siyasi hedeflerini göz ardı etmeyi yeğleyen Amerikan tarafının Türkiye ile kriz yaşaması kaçınılmaz hale geldi. Türkiye'nin önerdiği alternatif planlara yanaşmayan Trump yönetiminin geleneksel NATO müttefikini doğrudan tehdit eden bir terör örgütüne destek vermesini birçok gerekçe vermelerine rağmen izah etmekte zorlandıklarını not etmek gerekiyor.
ABD'NİN SİYASETSİZLİĞİ
Türkiye'nin hem Obama hem de Trump yönetimleriyle Suriye konusunda ortak bir politika oluşturmakta zorlandığı herkesin malumu. ABD'nin geleneksel müttefikleriyle çalışarak kapsamlı bir DEAŞ ve Suriye politikası oluşturması gerekirken YPG gibi "yerel aktörler" tercihi Türk-Amerikan ilişkilerini sabote etmiş görünüyor. ABD'nin daha önce başka coğrafyalarda bu tür tercihleri yaptığını biliyoruz ancak bir NATO ülkesini doğrudan tehdit eden bir örgütü desteklemesi bir ilk teşkil ediyor olsa gerek. Birçok Amerikalı yetkili ve analistin YPG'nin aslında Türkiye'yi tehdit etmediğini düşündükleri ve böyle bir tehdit olduğu takdirde desteklerini çekeceklerini söylediklerini not etmek gerekiyor. Ancak bu yaklaşım Türkiye'nin kaygıları ve tehdit algısının yeterince ciddiye alınmadığına işaret ettiğini söylemek mümkün.
Türkiye YPG'nin Suriye'nin kuzeyinde giderek zemin kazanması, siyasi olarak meşrulaşması, askeri ve yönetimsel kapasitesini ABD'nin gözetiminde geliştirmesine tahammül edemeyeceğini defalarca belirtmişti. Afrin operasyonu hem YPG'nin kapasite geliştirmesi sürecine müdahale hem de Amerikan tarafına Türkiye'nin ciddiyetinin anlatılması konusunda son derece etkili oldu. Başkan Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'la telefon görüşmesi yapma ihtiyacı duyması da buna işaret ediyor. Trump yönetiminin Afrin operasyonuyla birlikte Türkiye'nin uyarı ve endişelerini çok daha ciddiyetle dinlemek zorunda olduğunun farkına vardığı aşikar. Ancak bunun ABD yönetimini Türkiye gibi müttefiklerinin de desteklediği kapsamlı bir Suriye politikası oluşturmaya zorlaması gerekiyor. Aksi halde YPG'ye ucu açık verilen destek ve stratejik hedefi belirsiz bir Amerikan askeri varlığı Suriye politikasını belirlemeye devam edecektir. Bu durumda da Türk-Amerikan ilişkilerinin onarılması mümkün olmadığı gibi yeni krizlerin ortaya çıkması da kaçınılmaz olacaktır.
Kadir Üstün - Sabah