Karl May 1912 yılında vefat ettiğinde 94 kitap yazmış bir yazar olarak Alman edebiyat tarihine geçti. İsminin Karl Marx'a benzerliği belki en büyük talihsizliğidir. Hayatımızda Google olmayan dönemlerde dahi Marx ile karıştırılan ismi, Google araması esnasında da "did you mean Karl Marx?" suali ile karşılaşmamıza sebebiyet verecek kadar Marx'ı andırmaktadır. "Almanya'nın Ömer Seyfettin'i" diyebileceğimiz May'ın ülkemizde hak ettiği kadar tanınmayışının asıl sebebi hiç şüphesiz yazdığı eserlerin mahiyetidir. Dile kolay, 100 seneyi aşkın bir süredir Alman gençleri May'ın eserlerini okuyarak büyümekte, Şark alemini May'ın kaleminden tanımakta. Ancak May'ın tanıttığı Şark hiç de Türk dostu bir tablo çizmez; aksine Türk olmayan her şey May'ın kahramanı Kara Ben Nemsi tarafından beğenilir, desteklenir, Türklere karşı korunur. Kara Ben Nemsi Kuzey Afrika'da başlayan seyahatleri esnasında Balkanlar'da dolaşır, Ortadoğu'yu karış karış gezer ve May'ın her bir kitabında Osmanlı coğrafyasının başka bir parçasını ziyaret eder. Gelgelelim Kara Ben Nemsi masum bir turist olmanın ötesinde bir aksiyon adamı olarak Türkler ile de karşı karşıya gelmekten çekinmez. May'ın 1892 tarihinde yayınlanan ünlü kitabı Durch das wilde Kurdistan (Vahşi Kürdistan İçlerinde) de Kara Ben Nemsi bizzat eline silah alarak Türk askerinin karşısına çıkar. Şeytana taptıkları için tüm dünya tarafından nefret edilen Yezidiler ile buluşan Ben Nemsi, bu insanların aslın-da ne kadar iyi ve güzel insanlar olduğunu görür. Öte yandan bu güzel insanlar baskıcı Osmanlı idaresine karşı korunmalıdır. Kara Ben Nemsi ve yoldaşları, Musul Paşası'nın Yezidilere karşı tertip ettiği saldırılara karşı Yezidileri organize eder, onlar ile omuz omuza vuruşur ve Musul Paşası'nı mağlup eder. Yezidiler Kürtlerin asıl olması gereken adamlardır ve sadece Türklere karşı değil, Nasturilere karşı da savaş vermektedir. Ben Nemsi Nasturilere karşı verilen mücadelede esir düşer. Bu esaret esnasında "Cehennem'in Ruhu"nu araştıran Ben Nemsi hakikate ulaşır: Kürtlerin tarihteki en büyük ecesi olan büyücü Marah Durimeh cehennemin ruhunun ta kendisidir. Marah Durimeh'ten kalan bir muska bu esnada Ben Nemsi'nin eline geçer ve her zor durumda kendisine yardımcı olur. Kürtler Marah Durimeh'e saygı duymaktadır ve çatışan taraflar bu saygı etrafında birleşerek barışmak durumundadır. Hakkarili Durimeh yalnızca cehennemin ruhu değildir, aynı zamanda Kürtlerin de anasıdır ve İslamiyet sebebiyle unutulmuş büyük bir sırrın ve bilgeliğin sahibi ve koruyucusudur. Tarihin en eski ve asil milletlerinden olan Kürtler bu sırra tekrar ulaşmaları halinde büyük bir güce kavuşacaktır.
'İSLAMİYET'TEN KURTULMAK!'
50 seneden fazladır Almanya'da yaşayan vatandaşlarımız, emekleri ile ülke içindeki varlıklarını pekiştirici pek çok imkâna kavuştu. Küçük dükkânlardan büyük fabrikalara, restoranlardan sanat galerilerine kadar Türk adı ile anılan pek çok işletmeye sahip oldu. Türk adının pazar değeri o kadar yükseldi ki, Alman müteşebbisler Türkler için üretim yapan fabrikalar kurdu, Türkiye'de görev yapan futbol adamlarını bu markanın reklam yüzü yaptı. Bununla birlikte Türk'ün benliğini asıl muhafaza eden yapılar hiç şüphe yok ki 70'li yıllarda sayıları her geçen gün artan camiler oldu. Almanya'da yaşayan bir Türk için cami, Cuma günleri ziyaret ettiği bir ibadethane olmanın çok ötesinde fonksiyonlar icra edegördü. Cami, müştemilatı ile Almanya'da yaşayan Türk'ün hayatını kolaylaştıran bir komplekstir. Bünyesindeki lokantadan bakkala, berberden kıraathaneye, cenaze hizmetlerinden anaokulu faaliyetlerine kadar pek çok gündelik ihtiyaç bu camilerde karşılanır. Yalnızca Diyanet İşleri bünyesindeki camiler değil, sair sivil toplum kuruluşları ve cemeaatlerce kurulan camiler hangi etnik kökenden olursa olsun vatandaşlarımızın Türkiyelilik şuurunu besleyen ve muhafaza eden yapılardır.
Son günlerde Afrin operasyonunu bahane eden PKK yanlılarının camilerimize düzenledikleri saldırılar Alman Devleti'nin bakışları arasında sürüp gidiyor. Türkler'e ait ibadethanelere 70'in üzerinde saldırı düzenlendiği bilgisi gelirken, insan ister istemez saldırılanın cami değil de sinagog olması halinde Alman devletinin ne gibi bir reaksiyon ortaya koyacağını sormadan edemiyor. Çok değil, bundan iki ay önce İsrail'in başkentini Kudüs'e taşıma kararını protesto eden göstericilerin İsrail bayrağını ateşe vermeleri Alman kamuoyu tarafından bir devletin protesto edilmesi olarak değil, antisemitizm olarak okunmuş, olay Cumhurbaşkanı'na kadar bütün siyasiler tarafından şiddetle kınanmıştı. Alman devletinin değerler ve hukuku uygulama konusundaki çifte standartlarına alışkın olduğumuz için, mesele bize çok şaşırtıcı gelmedi. Camilerimiz zaten yıllardır çeşitli saldırılara maruz kalıyor; Türk camilerine yapılan saldırılar vaka-i adiyeden addediliyor. Gelgelelim yıllardır süren bu saldırılar ile son günlerde yaşanan saldırılar arasında çok temel bir fark var. Aşırı sağcıların camilerimize saldırıları ile PKK yanlılarının saldırıları farklı refleksleri tetikliyor. Aşırı sağcıların her saldırısı Türk ile Kürt'ü müşterek camiine yapılan bir saldırı olarak yakınlaştırırken, PKK yandaşlarının saldırıları gurbette yaşayan Türkler ve Kürtler arasındaki fay hatlarını harekete geçirmeyi amaçlıyor. Türk, caminin sahibi olarak İslamiyet'in tarafında yer alırken, Kürt camiye saldıran rolünü oynuyor ve Ben Nemsi'nin amaçladığı İslamiyet kalıbını kıran adama dönüşüyor.
MARKSİST BİR YAPILANMA
Tarihte dindar Müslüman bir topluluk olarak anılan Kürtlerin bu dönüşümünü amaçlayan çalışmalar 100 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Karl May bu çalışmaların ilham vericisi değil, aksine gözlemleyicisi ve bir parçası idi. 70'li yıllar ile içine girilen Marksist Kürt yapılanması süreci bu çalışmanın bir evresini oluşturuyor. Kürtler arasında sol bir dilin yaygınlaştırılması öncelikli olarak doğu bölgesindeki feodal ilişki biçimlerini çözmeyi, bununla birlikte Kürt insanının İslamiyet'ten uzaklaşmasını amaçlamaktadır. Türk-Kürt ayrışmasının yegane mecrası dini bir yabancılaşma olabilir. Zira Said Nursi'nin 100 sene evvel Şehzadebaşı'ndaki Kürt hamallara irad ettiği bir nutukta ortaya konduğu üzere, İslamiyet Kürt'ü Türk'e eş, hatta tabi kılıyor: "600 seneden beri bayrak-ı tevhidi umum aleme karşı ilan eden ve istibdada şiddet-i itaat ve terk-i adat-i milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz."
SAVAŞILAN KÜRTLER DEĞİL
Bu tabloyu değiştirmek için büyük yatırım yapan Avrupalının, Kürtlere en büyük hediyesi mitoloji oldu. Sol Kürt yayınlar 40 seneyi aşkındır Karl May'ın Marah Durimeh ile açtığı kapıdan ilerliyor. Demirci Kava destanı gibi mitolojik aidiyetler, Kürt toplumuna referansını İslamiyet'te bulmayan bir benliği hedef olarak sunuyor. Son süreçte Afrin operasyonunda oynanan bütün kartların aynı amaca hizmet ettiğini görmek mümkün. Sosyal medyada örgütlenen PKK yanlılarının genel eleştirilerinin İslamiyet karşıtı bir karakter arz ediyor olması, bu bakımdan öfke ile ortaya konan bir reaksiyondan başka bir anlam ifade ediyor. "Allah bu Türklere yardım ediyorsa ahirete o Allah'ın kafasına molotof atmakta boynumuzun borcu olsun" tweet'ini atan ahmağın bu satırları cehalet sonucu yazmadığı, aksine gayet şuurlu bir pozisyonu ortaya koyduğunu görmemiz gerekiyor. Afrin operasyonu süresince Türk kamuoyu ne kadar İslami referanslar ile mobilize oluyorsa, PKK'nın da aynı oranda İslamiyet karşıtı söylemler etrafında kümelendiği görülüyor. Bu durum sadece Kürtlerin İslami bağlarını zayıflatmayı amaçlamıyor, Türklerin gözündeki din kardeşi Kürt'ü de öldürmeyi amaçlıyor. Kur'an-ı Kerim'in altına tuzaklanan bombanın patlamasıyla bir Mehmetçiğin şehit düşmesi Türk milletine, bir yanda İslamiyet'e olan düşkünlüğünün mesajını verirken, diğer yanda Kürt milletinin İslamiyet paydasında olmadığı mesajını vermeyi hedefliyordu.
Sol Kürt çevreler bu makasın açılması konusunda oldukça ısrarcı bir seyir takip ediyor. Bu yarılmayı besleyen yegane dinamik ise sol Kürt çevreler değil. Aksine ebedi dikotomimiz olan dindarlık-din karşıtlığı ayrımımız üzerinden de bu algı sürekli besleniyor. Türkiye'de din karşıtı siyaset yapımının bir kaçı hariç tüm merkezleri "Kürt davasını sahiplenen" bir imaj ortaya koymakta, bu yarılmayı sahiplenmekte; aktif rol oynamakta. Kürt söylemi birkaç senedir sürekli olarak marjinal çevreler ile yan yana getiriliyor. HDP üzerinden LGBT hareketi ile yan yana getirilen Kürt söylemi bu makasın her geçen gün daha da açılması yolunda adım atmayı sürdürüyor. Buna mukabil Türk toplumunun Afrin'de savaştığı düşman konusunda kafasının net olması ve düşmanın Kürtler değil, yedi düvel olduğu konusunda ortaya koyduğu netlik bu planın Türk toplumu tarafını akamete uğratıyor. Kürt toplumuna karşı oluşmuş olan önyargılar ve reaksiyonlar, asıl düşmanın Amerika olduğu bilinci ile yıkılıyor. Türkiye'de Amerikan karşıtlığı oranı tarihin en yüksek seviyesine ulaşırken, bu karşıtlık Türk insanının Kürt'e karşı oluşan mesafesini ortadan kaldırıyor. Kürtler PKK'ya angaje edildikçe açılan makas en azından Türk toplumu tarafından bu süreçte sabit tutuluyor. Almanya'da yaşanan cami saldırıları ve bunlara karşı ortaya konan reaksiyonlar tam olarak bu noktada önem kazanıyor. "Cami yakan Kürt" imajı ile amaçlanan şey, Türk toplumunun açmadığı makasın diğer ucunun da açılmasını sağlamak. Türk insanına "gayr-ı müslim Kürt" dedirtebilmek maksadıyla, İslam karşıtı Kürtçü söylemlerin her zamankinden fazla ön plana çıkarıldığı bir süreci yaşıyoruz. Camilere karşı düzenlenen saldırılar bu bakımdan sayısı ve şekli itibariyle planlı bir hareketin bütün alametlerini taşıyor. Alman devletinin bu planlı saldırılara karşı bir reaksiyon ortaya koymasını beklemek safdilliğine düşmeden, saldırılara zemin hazırlayan bir ortamı yarattığı gerçeğini hatırlamalıyız. Almanya'da saldırıya uğrayan her cami, Alman devletinin Kara Ben Nemsi'nin Marah Duri-meh'ten aldığı emanete sıkı sıkıya sahip çıktığını ortaya koyuyor.
Taceddin Kutay - Star Açık Görüş