Türklerin eskiden beri hayvanlara büyük değer verdiği bilinir. Kartal, geyik ve kurt gibi hayvanlar Türk Boylarının simgesi olmuştur. Atalarımız, ölen atlar için mezar taşları ve kitabeler yaptırmışlardır. Kaya resimleri ve kilimlerde hayvan figürleri çoğunluktadır. Edebiyatta, türkülerde vb. hayvan sevgisi hissedilir derecede vurgulanmıştır. Bu sevgi, Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Hayvan sevmek dinin de bir gereğidir. İslâm dininde bütün mahlûkata şefkatle muamele yapılması emir olunur. Hayvanlara zulmün cezası ağırdır. Çünkü hayvanların Allah'tan başka koruyucusu yoktur. Hayvanlar riayet edilmesi gereken haklara sahiptir.
Vicdan ve ahlak sahibi her bireyin insan sevgisini kazanabilmesi için öncelikle hayvan sevgisi yetilerinin gelişmesi gerekiyor. Hayvana değer vermeyen bir ümmet, insan ve tabiat sevgisinden de yoksun olacaktır. İşte bu minvalde Hz. Muhammed'in hayvanların korunmasını, onlara eziyet edilmemesini, temizlik ve bakımlarının yapılmasını, yaratılışlarına uygun işlerde kullanılmasını, fazla yük yüklenmemesini ve avlanılmamasını tavsiye ettiği hadisler yaşamımızın tek gerçek kaynağı olmalı ve her Müslüman toplum, hayvanları ve onların refahını koruma yükümlülüğünü kendine görev edinmelidir.
EMPATİ VE HAYVANLARLA İLETİŞİM
İletişim sadece insanların birbirleriyle yaptıkları konuşmaları kapsamaz bütün canlılar arasında çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Empati kurabilmek iletişimi kolaylaştıran ve yoğunlaştıran en önemli becerilerden biridir ve kullanıldıkça gelişir. Duygudaşlık kurabilen canlıların iletişimi daha sağlıklı ve güçlü bir şekilde gerçekleşir. Hayvanların maruz kaldığı fiziksel, duygusal ve cinsel istismarlara karşı mücadelenin sadece "hayvan hakkı" penceresinden yürütülmesi yetersiz kalır. Ebeveyn, öğretmen ve toplumun geniş kesimlerinin, bu tür davranışlarla karşılaştıklarında neler yapacakları konusunda aydınlatılmaları gerekiyor.
BATILILARI DAHİ ŞAŞIRTAN HAYVAN SEVGİSİ
Türkler tarih boyunca hayvanlarla iç içe yaşayan ve onlara tarih sürecinde oldukça önemli ayrıcalıklar tanıyan, onlara değer veren bir millet olmuştur. Türkiye'de hayvanseverleri bir araya getiren ilk resmi dernek İstanbul'da 1912 yılında "Himaye-i Hayvanat Cemiyeti" adı ile kurulur. Öyle ki bir zamanlar Osmanlıda hayvanlar ile ilgili yapılan bazı hususlar batılıları dahi şaşırtmıştır:
- Hayvan ve ağaçlar yararına oluşturulan vakıflar,
- Kediler için yapılmış binalar,
- Hayvanların beslenmesi için tahsis edilmiş uşaklar,
- Hayvanların beslenmesi için bırakılan miraslar (Örneğin sadece Beyazıt Vakfiyesinde kuşların beslenmesi için yılda 30 altın ayrılmıştı),
- Kedilerin beslenme saatlerinde zengin ve kibar Osmanlıların kedileri her gün düzenli olarak kebaplarla beslemeleri,
- Kasap ve lokantaların önünde sıraya girmiş hayvanlar,
- Sokak hayvanları için düzenlenen şiş kebap günleri,
- Hacı Baba mertebesine yükseltilmiş leyleklere sanki kutsalmış gibi yapılan muameleler,
- Sonbaharda geri dönemeyen ve bakıma ihtiyaç duyan leylekler için bakım merkezleri,
- Dünyada örneğine rastlanmayan Bursa'daki Leylek (Gurabahane-i Laklakan), Dolmabahçe'deki kuş ve Üsküdar'daki kedi hastaneleri, Cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, hatta mimari açıdan eşi ve benzeri bulunmayan kuş köşkleri,
- Her hafta kurulan pazarlarda varlıklı ailelerin kafesteki kuşları satın alıp özgür bırakma geleneği,
- Sokakta doğurmuş bir hayvan gördüklerinde hemen oracığa bir kulübe yaptırmak için yarışan insanlar,
- Yük hayvanlarına fazla yük yükleme tarzındaki merhametsiz uygulamalara karşı çıkartılan fetvalar, bu hayvanlara aşırı yükten dolayı ıstırap çektiren insanlara aynı yükü taşıtarak ceza verilmesi vb. (Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2014, Empati ve Hayvanlarla İletişim)
TEMEL KAYNAKLARINI DİN VE FELSEFE OLUŞTURDU
İnsanlık tarihi boyunca, hayvanların ahlaksal statüsüne yönelik düşüncelerin temel kaynaklarını din ve felsefe oluşturdu. Din, hayatta insanları ilgilendiren çeşitli hususlar ve problemlere karşı bir takım tutum ve davranışlar ihtiva etti, toplumu "düzenlemek" ve "yapılandırmak" amacını kendine görev edindi.
Hayvanlar hakkında Tevrat, Zebur ve İncil'de, hayvanların canlı birer varlık olarak haklarının bulunduğu yolunda (az sayıda da olsa) hükümler bulunur. Yüz on dört sûreden oluşan Kur'an içerisindeki yedi sûrenin hayvan adı taşıyarak hayvanları konu edinmesi de İslâm dininde hayvanlara verilen önem ve onlara karşı gösterilen merhametin bir göstergesi olmuştur.
HADİSLERDE HAYVANLARI KORUMA
"Merhamet edenlere Rahman da merhamet eder. Yeryüzünde bulunan şeylere karşı merhametli olunuz ki, semadakiler de size merhamet etsin."
Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
"Kim bir kuşu boş yere öldürürse, o kuş, avazını Arş'ın etrafını sararcasına yükseltip kıyamet gününde mahşere gelerek şöyle der: "Ey Rabbim! Beni öldürene sor niçin boş yere beni öldürdü?"
Hz. Muhammed, Miraç hadisesini anlatırken şöyle bir olaydan söz eder:
"Ben miraca çıktığımda bana cehennem gösterildi. Baktım ki içinde bir kadın azap görüyor. Sebebini sordum. Bana şöyle denildi: O bir kediyi hapsetmiştir; Ona ne bir şeyler yedirmiş ne de ona su içirmiştir. Ölünceye kadar haşerat türünden şeyleri yemesine dahi müsaade etmemiştir. Bu nedenle bu kadın cehennemde azap görmektedir."
Üsame İbn-i Zeyd'in rivayetine göre, Hz. Muhammed:
"Ey Üsame, acıkan ciğer sahibi her hayvan hususunda dikkatli olun, kıyamet günü Allah'a şikâyet edilirsin" buyurdu.
İbn Ömer'in rivayet ettiğine göre:
"Nebi hayvanlara işkence yapanlara lanet etti."
Abdurrahman b. Osman'dan gelen rivayete göre:
"Bir tabip gelerek Resûlallah'a ilaç yapımında kurbağanın kullanılmasını sordu. Resûlallah adamı kurbağayı öldürmekten nehyetti (yasakladı)."
Cabir'den rivayet edildiğine göre, Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki, İbrahim Mekke'yi haram kılmıştır. Ben de Medine'nin iki taşlığı arasını haram kıldım. Onun ağacı kesilmez; avı da avlanmaz."
Hz. Muhammed Taif şehri için de aynı yasağı geçerli kılmıştır. Taif'ten gelen heyetle yaptığı sözleşmeye şöyle bir madde koydurmuştur:
"Onların vadileri bütün itibariyle haramdır. Ve burada bulunan yabani ağaçlar ile av hayvanlarına karşı her çeşit tecavüz, gasp, hırsızlık ve fena muamele Allah adına yasaklanmış bulunmaktadır."
"ATEŞLE AZAP VERMEK SADECE ATEŞİN RABBİNE HASTIR"
İbn Abbas, Hz. Muhammed'den şöyle rivayet etmiştir: "Kim av peşinde koşarsa heva ve hevesinin peşinden koşmuş olur, gafil olur" buyurdu.
Abdurrahman İbnu Abdullah, babası Abdullah'tan rivayet ettiğine göre, O şöyle demiştir:
"Biz bir seferde Resûlallah ile beraber idik. Resûlallah bir ara bir ihtiyacı için yanımızdan ayrıldı. O sırada "humara" denen bir kuş gördük, iki tane de yavrusu vardı. Kuş kaçtı, yavrularını aldık. Kuşcağız etrafımıza yaklaşıp çırpınmaya, kanatlarını çırpıp havada inip çıkmaya başladı. Resûlallah gelince: Kim bu zavallının yavrusunu alıp onu ızdıraba attı? Yavrusunu geri verin! diye emretti. Bir ara, ateşe verdiğimiz bir karınca yuvası gördü. Kim yaktı bunu? diye sordu. Biz! Dedik. Ateşle azap vermek sadece ateşin Rabbine hastır, buyurdu."
Hayvan yavrularının hayatlarının korunmasıyla ilgili Cabir şu hadiseyi rivayet etmiştir:
"Resûlallah bana geldi. Ben de ona bir keçi kesmeye karar verdim. O arada keçi melemeye başladı. Allah Resûlü onun melemesini duydu ve: Ey Cabir! Henüz süt emen bir yavruyu kesme" buyurdu. Ben de: "Ya Nebiyyellah, bu kendi başına otlayabilen yetişkin bir yavrudur. Ben onu hem yaş hurmayla hem de olgun taze hurmayla besledim, öyle ki semizleşti dedim."
Abdullah İbni Amr'dan naklen: "Resûllullah bir keçiyi sağmakta olan bir adama uğramıştı, ona: Ey kişi, sağınca yavrusu için de süt bırak, dedi."
"Sağ iken hayvandan koparılan şey meyte hükmündedir (haramdır)."
Kütüb-i Sitte, s.59
Ensardan bir kadın esir edilmişti. Esir düştüğü halk, bir akşam evlerinin önünde develerini dinlendiriyordu. Kadın bağlı olduğu ipten çözülerek develerden birine bindi ve kaçtı. Halk, kadının kaçtığını anlayınca, onu aramaya koyuldu, fakat bulamadılar. Kadın, kendisine kurtulma nasip olursa, deveyi Allah için kurban edeceğini söyledi. Kurtulan kadının bu sözünü duyan Hz. Muhammed: "Sübhanellah! Hayvancağıza ne kötü mükâfat vermiş. Allah onu bunun üzerinde kurtarıyor, o tutup bunu kesmeye kalkıyor, öyle mi? Olacak şey değil"! buyurdu ve kadının kurtulmasına vesile olan bu devenin kurban edilmesine engel oldu.
Hz. Muhammed, bir gün bir keçiyi hedef alarak ok atmakta olan bir kalabalığa rastladı. Bu eylemlerinden son derece rahatsız olan Hz. Muhammed "Hayvanlara eziyet vermeyin" buyurarak bu hareketi yasakladı.
Hz. Muhammed yağmur duasında, "Allah'ım! Kullarını ve hayvanlarını sula. Rahmetini neşret ve ölü beldeni ihyâ et" buyurmuştur.
BİR YUDUM SUYUN MAĞFİRETİ
"Öyleyse bu, dili olmayan hayvanlara bindiğiniz zaman bunlara konaklama yerlerinde mola verin. Eğer geçtiğiniz arazi çoraksa, oradan hayvanın iliğini kurutmadan çıkın. Gece yürüyüşünü tercih edin. Zira geceleyin arz, gündüzleyin dürülmeyecek şekilde dürülür. Yol üzerine (geceleyin) konaklamaktan kaçının. Çünkü o, hayvanların yolu, yılanların sığınağıdır."
Ebu'd-Derdâ'nın rivayetine göre: Hz. Muhammed fazla yükten dolayı kalkamayan bir deve görünce "Allah bu dilsizler (develer) hakkında hayırlı olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri ölçüsünde yük vurun" buyurdu.
Ebu Hureyre'nin Hz. Muhammed'ten rivayet ettiğine göre: "Günahkâr bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız ayakkabısını çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret olundu."
Ebu Hureyre'nin Hz. Muhammed'ten rivayet ettiğine göre, Hz. Muhammed buyurdular ki: "Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: "Bu köpek de benim gibi susamış" deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti". Resûlallah'ın yanındakilerden bazıları: "Ey Allah'ın Resûlü! Yani bize hayvanlar (yaptığımız iyilikler) için de ücret (sevap) mi var?" dediler. Aleyhissalatu vesselam:"Evet! Her "yaş ciğer" (sahibi) için bir ücret vardır."
Hz. Muhammed: "Bir sefer sırasında bir ceylanın güneşin hareketine karşı bir ağacın gölgesine çekilerek uyumakta olduğunu fark eder. Resûllullah hayvancağızın kimse tarafından rahatsız edilmemesini emreder ve emre uyulur."
Abdullah İbni Cafer'in rivayetine göre, Hz. Muhammed bir gün ensardan birinin bahçesine girdi, orda bir deve vardı. Deve, Resûllullahı görünce bir takım sesler çıkardı ve gözlerinden yaşlar aktı. Resûllullah hayvana yaklaşarak başını ve boynunu hörgücüne kadar elleriyle okşadı. Hayvan sakinleşti. Resûllullah: "Bunun sahibi kim?" diye sordu. Ensar'dan bir genç gelerek: "Deve benimdir ey Allah'ın Resûlü" dedi. Resûllullah "Bunu sana mülk kılan Allah'tan bir deve hakkında korkmuyor musun? Hayvan, onu aç bırakıp üstelik de yorduğun için senden şikâyetçi" der.
HAYVAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ VE HZ. MUHAMMED'İN ÖRNEK DAVRANIŞLARI
Hz. Muhammed'in, bir kuşun veya bir hayvanın boş yere öldürülmesinde mahşerde hesap sorulacağını; hayvanlara ve diğer mahlûkata yumuşak ve şefkatle davranmanın Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olduğunu; bir kediyi aç ve susuz bırakan bir kadının cehennemde azap gördüğünü; ilaç yapımında deney aracı olarak kurbağanın kullanılmamasını; bir kuşun yavrularından ayrılması ve karınca yuvasının yakılmasına karşı kızdığını bildiren hadis örnekleri, "Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi"nde geçen "bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır, hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz, hayvanlara fiziki ya da psikolojik acı çektiren deneyler yapmak hayvan haklarına aykırıdır" hükmünün 2, 3 ve 8. maddeleriyle ve "5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu"nun 14. maddesinde geçen "Hayvanlara kasıtlı olarak kötü davranmak, acımasız ve zalimce işlem yapmak, dövmek, aç ve susuz bırakmak, aşırı soğuğa ve sıcağa maruz bırakmak, bakımlarını ihmal etmek, fiziksel ve psikolojik acı çektirmek yasaktır" hükümleri ile benzerlik gösterir. Bu hadislerden anlaşılmaktadır ki hayvanların yaşamına boş yere son verenler ve işkence edenlerden mahşerde hesap sorulacağı, Hz. Muhammed tarafından açıkça belirtilir. (Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, Hadislerde Hayvanları Koruma ve Gönenci (Refahı) Üzerine Bir Değerlendirme)
HAYVAN SEVGİSİNİ ÖNE ÇIKARAN İKİ ESER
Necati Cumalı ve Reşat Nuri Güntekin'in çeşitli alanlarda yazdığı eserler toplumsal faydayı esas alan öykülerden oluşur. mekân olarak daha çok, yaşadığı İzmir yöresini ve çocukluk çağında terk etmek zorunda kaldığı Balkan coğrafyasını işleyen Necati Cumalı, güreşçi bir devenin olayların ana kahramanı olduğu "Yenilmez" adlı öyküsünde mekân olarak İzmir ve çevresini seçer. Yazar, deve güreşlerini canlı bir dille anlatmakla kalmaz; bütün yöre halkının yaşantılarını, eğlencelerini, sevinçlerini ve hüzünlerini de akıcı bir üslupla okuyucuya sunar bu öyküsünde.
Reşat Nuri Güntekin ise "Gamsızın Ölümü" adlı öyküsünde, anaokulu çocuklarının çok sevdiği bir köpeğin başından geçenleri ele alır. Her zaman minik çocukların yanında olan, onlarla eğlenip oynayan, sevimli ve diğer hemcinslerine hiç benzemeyen bu sokak köpeğinin hayat hikâyesini ve çocukların ona duydukları sevgiyi duygusal bir yaklaşımla kaleme alır.
"YENİLMEYEN" ÖYKÜSÜ
Bu öykü, Necati Cumalı'nin Susuz Yaz adlı İzmir çevresindeki yerli hayatı, toprak çekişmelerini, su davalarını, öçleri, cinayetleri, kıskançlıkları ele alıp somutlaştırdığı, on bir hikâyesinden üçüncüsüdür. Diğer öykülerinden farklı olarak bu hikâyenin kahramanı "Tülü" adlı bir devedir.(Ege Bölgesinde "uzun tüylü, güreşçi erkek deve") Bütün olaylar bu devenin yaptığı güreşler çevresinde gelişir ve devenin ürpertici bir yabanlık içerisinde öldürülmesiyle de öykü son bulur.
"... yansımasını Tülü'nün gözlerinde gören her erkek, her kadın, her çocuk mutlulukla ürperir; kutsanmış duyardı kendini. Bilinmezlikler, çözümleyemedikleri sorunlar, karışık önseziler sarardı iç dünyalarını. Bir gize yaklaşır, eller gibi olurlardı. Varlıklarının derinliklerinde yer eden bulanık korkulara karşı bir sığınakta sanırlardı kendilerini. Yaşayışlarının niçinini, nedenini hiçbir zaman tam anlayamadıkları, açıklığa kavuşturamadıkları akışı önünde, tutunabilecekleri sağlam bir dal, koruyucu bir güçtü karşılarındaki. Taşkın suların akıntısına kapılmış kırık dal parçaları gibi gelip geçtikleri bu dünyada, suların sürükleyemeyeceği bir kaya gibi görüyorlardı onu..."
REŞAT NURİ VE "GAMSIZIN ÖLÜMÜ"
Öyküde, küçük mektep çocukları tarafından çok sevilen bir sokak köpeğinin dramatik öyküsü anlatılır. Öykünün girişi alışılagelmiş bir şekilde tasvirle başlar. Mektepteki herkes telaşlıdır çünkü talebe bayramı olduğundan öğrencilerin tamamı mesire yerlerine geziye götürülme sevinci içerisindedir. En fazla sevinenler ise şüphesiz ana mektebinin minikleridir, bütün hazırlıklarını heyecan içerisinde yapan bu miniklerin rengârenk görüntüleri geziye ayrı bir güzellik katmaktadır:
"Hazırlık dehşetti. Bahçe, renk renk elbiselerle canlı çiçek tarlasına dönmüştü. Erkek çocuklar, yeni potinlerini siliyorlar, kızlar birbirlerinin saçlarını düzeltiyorlar, çözülmüş kuşaklarını bağlıyorlar, düğmelerini ilikliyorlardı. Altı yaşında bir kız, taş merdivenin basamağına oturmuş, dört yaşında bir öksüz, arkadaşının sökük gömleğini dikmeye çalışıyordu."
Gamsız bir hayvandan ziyade insan gibi düşünülerek insana özgü sıfatlarla okuyucuya tanıtılmaya çalışılır: "vefakâr, serseri, kalander-meşreb, gözü açık, mahzun bir vefa ile bakan, mağrur, mütevekkil…" Bu kavramlarla nitelendirilen Gamsız diğer köpeklere hiç benzemeyen, kendisine has özellikleri olan bir hayvandır. Özellikle dört yavrusu birden zehirlenip öldürüldükten sonra bir insan gibi onların matemiyle yaşamaya gönüllü mahkûm olur, bir an önce ölmeyi bekleyen bir hal üzere yaşamını sürdürür. Bir insan gibi içine kapanarak sessiz bir köşede günlerini geçirmeyi tercih eden Gamsız, sanki dört yavrusunu kaybetmenin oluşturduğu boşluğu gidermek için sadece ana sınıfı çocuklarıyla ilgilenir, onları mutlu etmeye çalışır. Onları mutlu ederken bu küçüklerin dünyasında kendisini daha bir güvende ve mesut hisseder; çünkü küçüklerin dünyasında, büyüklerin dünyasında bolca karşılaşılan başkalarına zarar vermek gibi hayatı yaşanmaz, çekilmez yapan bir olgunun yeri yoktur. Yazar burada çocukça bir saflık içerisinde büyüklerin kirlenmiş dünyalarına bir gönderme yapmaktan ve o dünyayı sorgulamaktan kendisini alamaz:
"Çocuklara büyüklerden fazla emniyet ettiği, onlardan esaslı bir zarar gelmeyeceğini bildiği için miydi, yoksa onların da –kendi ölmüş küçükleri gibimasum ve müdafaasız mahlûklar olduğunu hissettiği için mi böyle yapıyordu?"
Bütün bu mutluluğun ortasına, bir anda Gamsızın zehirlenmesi girer ve bayram eğlencesi olan neşeli günün bütün güzelliklerini alır gider. Arkasından herkes tarafından sevilenin acı ölümü… ( Dil ve Edebiyat Araştırmaları, Bahar, 2018; (17) 27-46, Muhittin DOĞAN, Hayvan Sevgisini Öne Çıkaran İki Eser: "Yenilmez" ve "Gamsızın Ölümü")
Reşat Nuri kitaplarını incelemek ve satın almak için tıklayın.
Derlenmiştir.