Arama

Tarihte Ramazan-ı Şerif'in ikliminden hatıralar

Bazı hatıralar insanı derinden etkiler. Hele de bunlar tarihin önemli şahsiyetleri tarafından yaşanmışsa… Ramazan ayında tarihe mal olmuş hatıralarla sizleri baş başa bırakıyoruz.

Tarihte Ramazan-ı Şerif’in ikliminden hatıralar
Yayınlanma Tarihi: 5.05.2019 13:31:36 Güncelleme Tarihi: 05.05.2019 13:31

Hicrî 8. yılın Ramazan-ı Şerif ayı başında Mekke-i Mükerreme'nin fethedilmesine karar verildi. Medine-i Münevvere'de Peygamber Efendimiz'in (sav) emriyle 10 bin kişilik bir ordu toplandı. Müslümanlar bölük bölük, edep ve vakar içinde Mekke'ye yöneldiler. Herkes kendisine gösterilen kapıdan içeriye girmeye başladı. Müslümanlar büyük bir zorlukla karşılaşmadan Mekke-i Mükerreme'yi fethetti.

Peygamber Efendimiz (sav) şehre girince, Hz. Hatice'nin kabrine yakın bir yerde çadırını kurdurdu. 8 sene evvel hicret ederken "Bir gün sana döneceğim ey Mekke şehri!" buyurduğu mukaddes beldedeydi artık.

Bir müddet dinlenen Hz. Peygamber, devesi Kasvâ'ya binerek Kâbe-i Muazzama'ya doğru hareket etti. O gün, 20 Ramazan Cuma idi. Kâbe'ye varıncaya kadar Fetih Sûresi'ni okudu ve Kâbe-i Muazzama'yı tavaf etti. Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimiz'e: "Asanı eline alıp putlara dokun." dedi. Asasıyla putlara vuruyor, putlar birer birer yere düşüyor, Resûl-i Ekrem Efendimiz de; "Hak geldi, batıl muzmahil oldu (yok olup gitti). Muhakkak batıl, daima yok olmaya mahkûmdur…" mealindeki ayet-i kerimeyi okuyordu. Kâbe-i Muazzama böylece putlardan temizlenerek asıl hüviyetine kavuştu. Daha sonra Efendimiz 'Fetih Hutbesi'ni okudular.

HAKİKİ NAMAZ KILAN CEMAAT


Abbasi Halifesi Harun Reşid, bir Ramazan günü Behlül Dânâ'ya tembih eder:"Akşam namazında camiye git, namazı kılan herkesi iftara davet et."

Akşam olur, namaz kılındıktan sonra Behlül Dânâ 5-10 kişilik bir grupla çıkagelir. Halife Harun Reşid şaşırır: "Behlül bunlar kim? Ben sana namaz kılan herkesi saraya iftara davet et diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirememişsin."

Behlül Dânâ'ya şöyle cevap verir:

"Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaz kılanları iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese imamın hangi sûreyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu; ama namaz kılan yalnız bunlarmış."

BİN SALAVÂTA ZIRH


Sultan Birinci Mustafa Han, Sultan Genç Osman ve Sultan Dördüncü Murad Han devirlerinde devlete pek çok hizmetlerde bulunan Melek Ahmed Paşa, her sene Ramazan ayının başında hazinesini açar, kıymetli eşyalarını farklı bir usulle satışa çıkarırdı. Mesela bir zırhı bin salavâta, bir kılıcı elli bin salavâta, bir samur kürkü bir hatm-i şerife, bir mercan tesbihi iki bin salavâta, bir tüfengi bir hatm-i şerife verirdi. Herkes pazartesi ve cuma geceleri sözlerini yerine getirirdi.

GÜNEŞİ DURDURAN SICAK

Sultan İkinci Bâyezid, Ramazan ayının sıcak bir yaz gününde İstanbul mesirelerinden birine çıktı. İkindi namazı kılındıktan sonra iftar vaktini beklemek üzere, sultanın huzuruna oturuldu. Akşamı da kıldıktan sonra sultanla birlikte iftar yemeği yenilecekti. Güneş batmaya doğru yaklaşıyordu. Gerçekten uzun ve sıcak bir gündü. Devrin büyük âlimlerinden Molla Ali Çelebi, bekledikçe uzayan zaman karşısında güneşin hareketinin yavaşlığını kastederek "Sıcağın şiddetinden güneş bile hareket edemiyor." dedi.

ALTINLI NOHUT


Osmanlı sadrazamlarından cömertliği ve hayırseverliği ile bilinen Mahmud Paşa, Ramazan ayı geldiğinde hayır hasenatına daha bir önem verirdi. Paşanın sofrasında oruç açanlar, diş kirasına ilaveten her akşam mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini, dört gözle beklerlerdi. Çünkü paşa, kazanlarda pilav pişirilirken pilavın içine nohut biçimi verilmiş altınlar attırır ve misafirlerine bu altınları ihsan ederdi.

TÜRKLERİN MİSAFİRPERVERLİĞİ BÖYLE OLUR


Meşhur İngiliz yazar Julia Pardoe, 1836 yılında geldiği İstanbul'a âdeta âşık olarak 9 ay boyunca payitahta kalır ve ilerleyen senelerde İstanbul hakkında kitaplar kaleme alır. Kaldığı zaman diliminde Süleymaniye'de davet edildiği iftar yemeğini ise hiç unutmaz ve hatıralarında geniş yer verir. Türk misafirperverliği karşısında şaşkınlığını açıkça ifade eden yazar şu cümleleri sarf etmekten kendini alamaz:

"İster fakir, ister zengin olsun, yemek vakti gelen misafirlerini her zaman iyi karşılar ve sofralarına oturturlar. Yüksek sözle söylenen 'Buyuruuuun!' asla zorla ve soğuk bir tonla sarf edilmez. Kendilerini sadece Allah'ın bir kulu sayarlar. Bunun içinde dünya mallarına iğreti gözüyle bakarlar. Kendilerinde fazla olan şeyleri de olmayanlara verirler ve bunu bir borç saymazlar."

ÇİFTE BAYRAM


Çanakkale'de Mehmetçik, yazın kavurucu sıcağına, savaşın hararetine rağmen bir ay oruç tuttu ve 12 Ağustos 1915 Arefe günü, savaşın ölüm kokan havası içinde bayram yaparak hayat bulmaya hazırlanıyorlardı. Aynı gün 57. Alay Kumandanı Kurmay Yarbay Hüseyin Avni Bey, civar tepelerde koyun sürüsünü andıran beyazlıkları görünce, emir subayına bunların ne olduğunu sordu.

Aldığı cevap, "Kumandanım; malum yarın bayram, askerimiz bir ay oruç tuttu. Şimdi de bayram yapmaya hazırlanıyor, çamaşırlarını yıkayıp serdiler! Onlar Allah'ın huzuruna temiz elbiselerle çıkmak istiyorlar!" oldu.

Fakat bir sıkıntı vardı. Ertesi gün bayram namazı kılınırken, bütün alay birkaç dakika içinde yok edilebilirdi. Onun için Hüseyin Avni Bey; alay imamından bayram namazı kılınamayacağını askere duyurmasını istedi. Bir matara su, birkaç incir ve kuru bir peksimetle orucundan vazgeçmeyen askerin bunu kabul etmeyeceği belliydi. Neticede bayram namazının kılınmayacağını sabahleyin tebliğ etmek üzere anlaşıp ayrıldılar.

Hüseyin Avni Bey, sabah alaca karanlıkta çadırından çıkınca gözlerine inanamadı, ilkbahar ve sonbahara mahsus bir tabiat hadisesi olan sis, bu sıcak yaz ortasında bütün yarımadayı bir yorgan gibi kapladı. Bu havada düşmanın taarruz edemeyeceğinden emin olunca, huşu içinde bayram namazı kılındı ve herkes birbirinin bayramını tebrik etti. Bayrama özel bütün imkânlar seferber edildi, bu kahraman askerimize Kakmadağı'ndan sıcak bulgur çorbası getirtildi. Daha birkaç kaşık içilmeden sis de görevini bitirip gitti. Önce top ve makinalı tüfekler patladı. Akşamüzeri olduğunda 57. Alay'ımız o gün de destan yazdı. Her zamanki gibi başlarında kumandanları Hüseyin Avni Bey olduğu halde, tamamı şehitler bahçesinde ikinci bayramlarını kutluyorlardı!

(Yedikıta dergisinden derlenmiştir)

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN