Sinema tarihinde bazı filmler işledikleri konu itibariyla güncelliklerini asla yitirmezler. Sydney Lumet'in 1976 yılında çektiği ancak günümüzde de gerçekliğini koruyan –ve maalesef ki korumaya devam edecek olan- filmi Network, kapitalist dünyanın eleştirisi kapsamında önemli örnek senaryolardan biri. Filmin bir sahnesinde şöyle bir repliğe şahit oluruz; "Amerika diye bir şey yok. Demokrasi diye bir şey yok. Sadece IBM, ITT, AT&T, Dupont, Dow, Union Carbide, Exxon var. Günümüzdeki ülkeler bunlar…"
Öyle ki Network'ün bu sahnesi de dünyayı para egemenliğinin yani şirketlerin yönettiğine dair somut bir kanıt niteliğinde:
"Sen dünyayı ülkelerden ve insanlardan gören yaşlı bir adamsın. Ülkeler yok, insanlar yok, Ruslar yok. Araplar yok. Üçüncü dünya ülkeleri yok. Batı diye bir şey yok. Bütün sistemlerin üzerinde tek bir kutsal sistem var. Engin, muazzam örülmüş, etkileşimli, sürekli değişken bir para egemenliği…"
Kapitalist sistemi ve medyayı sert bir şekilde eleştirmesi nedeniyle çekildiği dönem adından sıkça söz ettiren Network/Şebeke filmi, güncelliğini halen korumaya devam ediyor. Şaşırtıcı olan bu detayla birlikte Network'ün, 1976 yılında medya hakkında ileri sürdüğü acımasız eleştirilerinin hala geçerli olması da ona unutulmazlar arasında yer edinmesini sağlıyor.
YAYINLANAN MAKALELER
The New Scientist dergisinin 24 Ekim 2011 tarihli 2835. sayısı, 'Dünyayı yöneten kapitalist ağ ortaya çıkarıldı...' başlığıyla yayınlandı. Yine bu sıralarda, İsviçre'nin meşhur ETH Üniversitesinden, yani bir zamanlar Albert Einstein başta olmak üzere pek çok Nobel ödüllü bilim insanı mezun etmiş olan Federal Teknoloji Enstitüsü'nden üç temel bilimcinin, fizikçilerin bilimsel makalelerini koyduğu 'arxiv' adlı web sitesinde yayınlanan makalesi ortaya çıktı.
Her biri ETH'de büyük sistemler analizcisi olarak çalışan üç yazar, oturup 43 bin uluslararası şirketi incelemiş. Bu incelemelerin sonunda bu 43 bin şirketin aslında 1318 uluslararası şirket tarafından kontrol edildiğini ortaya çıkarmış. Bu 43 bin şirketi hissedar olarak kontrol eden 1318 şirketin sahipleri de başka şirketler aslında. Ve bunların sayısı elbette ki daha az: 147 şirket.
'NETWORK'ÜN YÜZDE 40'INI KONTROL EDİYOR
Başlangıçtaki 43 bin uluslararası şirket, dünya ekonomisinin ürettiği işletme karlılığının beşte birini oluşturuyor. Dünyanın şirket karlarının yüzde 20'si sahiden çok ama çok büyük bir rakam.
Bu 43 bin şirketi kontrol eden, onlara sahip olan veya ortaklaşa iş yapan 1318 'mega' şirket, gerek kontrol ettiği hisse senetleri yoluyla gerekse doğrudan sahip olduğu işlerle dünya çapındaki cironun yüzde 60'ına sahip. Bir de bu 1318 şirketi kontrol eden 147 'Süper Mega' şirket var. Bunların büyük çoğunluğu banka. Yani başa döndüğümüzde, şirketlerin yüzde 1'den bile az bir bölümü, bütün 'network'ün (ağ) yüzde 40'ını kontrol ediyor.
Daha da ürkütücü olanı, aslında bu çeşit 'ağ'ların son derece istikrarsız olması. Tepedeki şirket şu veya bu biçimde zora girince kendi 'network'ündeki bütün şirketleri de zora sokuyor. Nitekim ETH'den Stefania Vitali, James B. Glattfelder ve Stefano Battiston'un araştırmasında en tepede gözüken banka ve finansal kurumlardan bazıları 2008 krizinde battı. Ve batarlarken de beraberlerinde pek çok başka şirketi de sürüklediler. (Hürriyet)
YAŞANANLARI SORGULAMAMIZ İÇİN FIRSAT VERİYOR
Filme kısaca değinmek gerekirse, genel olarak kapitalist sistemi, özelde medyayı sert bir şekilde eleştiren film, kendisiyle aynı dönemde çekilen birçok klasik film sinematografisi, başarılı oyunculukları ya da özenle hazırlanmış diyalogları sayesinde sinema tarihindeki yerini aldı.
Konu sistemi sorgulama olunca, yönetmen koltuğunda Sidney Lumet'i görmek hiç şaşırtıcı değil. 12 Kızgın Adam, Serpico ve Equus filmlerinde olduğu gibi Network'te de Lumet yaşadığımız hayata farklı bir şekilde bakmamızı sağlıyor. En azından etrafımızda yaşananları sorgulamamız için bir fırsat veriyor.
Birçok Sidney Lumet karakteri gibi haber sunucusu Howard Beale (Peter Finch) de sisteme meydan okur. Reytinglerin düşmesi sonucunda işinden atılacağını öğrenen Beale, canlı yayında bir sonraki programda intihar edeceğini açıklar. Canlı yayında yapılan bu açıklama medyada küçük çaplı bir artçı deprem etkisi yaratır. Beale kendisinden bekleneni yapmamış ve canlı yayında sisteme meydan okumuştur. Ancak Lumet'in kahramanının karşısında bu sefer hukuk sistemi ya da polis teşkilatı yoktur. Beale'n çalıştığı kanal kısa sürede bu durumu avantaja çevirmeyi başaracaktır.
TEK GEÇER AKÇE PARADIR
Sidney Lumet karakterler bazından televizyonun olumsuz etkisini başarıyla resmeder ama asla bu olayı özele indirgemez. Çünkü yaşananlar hepimizi etkilemektedir. Beale, Diana ve Max bizlerden başkası değildir. Onlar sistemin diğer tarafındaymış gibi görünseler de en az bizler kadar olumsuz etkilenirler televizyondan.
Lumet, reytingleri arttırıp daha fazla para kazanmak için televizyoncuların insanları nasıl hiçe saydığını film boyunca gözümüze sokar. Ne ülkeler, ne uluslar ne de bireyler kalmıştır artık. Tek geçer akçe paradır. Para kazanmak için her şey mubahtır, öldürmek bile... (filmdiliveedebiyatı)