Semih Kaplanoğlu, Kyoto Sanat ve Dizayn Üniversitesinde sinema bölümü öğrencileriyle bir araya gelerek, onların sorularını yanıtladı.
Sinema eğitimi almanın iyi iş çıkarmada ne kadar katkısı bulunduğu konusunda şüphesi olduğunu dile getiren Kaplanoğlu, çünkü kendisinin dijital teknolojinin olmadığı bir dönemde bu eğitimi aldığını söyledi.
Kaplanoğlu, "O zaman biz az malzemeden çokluğa varmaya çalışıyorduk. Bu başka bir dünya algısı, başka bir düşünce biçimi. Şimdi dijital kameralar var, telefonlarımızla bile film yapabiliyoruz ama yaptığımız şeyler iyi mi?" diye konuştu.
Sinemanın tıpkı resim, müzik, şiir gibi bir sanat dalı olduğunu belirten Kaplanoğlu, dolayısıyla bu işin eğitiminin sadece teknik bilgi ve donanımla olamayacağına inandığını söyledi.
Kısıtlı olanakların yaratıcılığı artırdığını vurgulayan Kaplanoğlu, şöyle devam etti:
"Çokluk durumu işimizi kolaylaştırıyor belki teknik olarak ama ortaya konan ürünler gerçekten iyi mi? Bir çocuk büyürken bir kişiyi örnek alır. Biz öğrenciler ya da yeni sanat yapmaya çalışanlar da birilerini görürüz örnek almak için. Film yapmak ahlaki bir iştir aynı zamanda. Ve biz bir ustadan el alırsak, onunla bir ruh birliği kurarsak kendimize çok şey katabiliriz. Sanat eğitiminde en büyük açmazın bu ustalarla ilişki kurulamaması olduğunu düşünüyorum."
Kaplanoğlu, 1984 yılında üniversiteyi bitirdikten bir yıl sonra ünlü yönetmen Andrey Tarkovsky'nin "Ayna" filmini izlediğini ve kendisi için sinemanın anlamının bu filmle tamamen değiştiğini anlattı.
"SİNEMA BİR ZAMAN KURMA SANATI"
Çok sevdiği bir filmi izledikten sonra o filmin sahnelerini yazmaya başladığını dile getiren Kaplanoğlu, senaryo yazma konusunda bunun kendisi için çok iyi bir eğitim ve ayrıca bir filmi anlamak için de çok iyi bir yöntem olduğunu belirtti.
Bir dönem Türkiye'de ilk çıkan klasik sanatlar alanındaki dergiler için yazdığını ve önemli sanatçıların atölyelerine gidip röportajlar yaptığını, onları izlediğini kaydeden Kaplanoğlu, "Bir süre sonra sinemanın aslında bir görüntü, ses sanatı olmadığını anlamaya başladım. Sinema bir zaman kurma sanatı bana göre. Bu düşünceden sonra benim için film yapma meselesi değişmeye başladı. Çerçevenin içine aldığımız kadar dışarıda bıraktığımız şeyin varlığını da hissettirmek, bunun manasını fark ettirmenin önemli olduğunu düşünüyorum." ifadelerini kullandı.
Kendi kuşağından önceki dönemde sinemanın atıl kaldığı bir yerli film endüstrisinin bulunduğunu söyleyen Kaplanoğlu, bu nedenle söz konusu kuşağın filmlerini son derece minimal ölçeklerle ve devlet desteği olmadan bağımsız şekilde üretmeye başladıklarını anlattı.
Kaplanoğlu, harcadıkları zaman, filmi meydana getirme süresi ve ülkedeki film yapma şeklini değiştirmiş olmaları nedeniyle de eski yapım şirketleriyle bu işi yapamayacaklarını anlayıp kendi yapım şirketlerini kurduklarını vurguladı.
"SİNEMACI TEKNİĞİ DE RİSK ALMAYI DA BİLMELİ"
Sinemada uzmanlaşmanın getirebileceği sıkıntılara da değinen Kaplanoğlu, "Bal" filminin çekimleri sırasında görüntü yönetmeninin hastalandığını ve herkes seti iptal etmek gerektiğini söylerken kendisinin daha önce kamera asistanlığı yaptığı için filmin nasıl çekileceğini bildiğini ve bu nedenle görüntü yönetmeninin yerine geçerek 6 gün boyunca kamerayı kullandığını ifade etti.
Semih Kaplanoğlu, "Bu donanıma sahip olmak çok önemli. Öbür türlü 6-7 gün beklemek, dağlarda çalışırken ekibin dağılmasına sebep olabilir. O yüzden bence bir sinemacının tekniği de risk almayı da çok iyi bilmesi lazım." dedi.
Dün Tokyo Uluslararası Film Festivali'nde büyük ödülü alan filmi "Buğday"a ilişkin bir soru üzerine Kaplanoğlu, buğdayın yeryüzünde hiçbir şey kalmasa bile insanı yaşatacak bir şey olmasının yanı sıra arkasında başka manalar da içerdiğini belirtti.
Kaplanoğlu, birçok ödül alan ve "Yusuf'un Üçlemesi" olarak anılan "Yumurta, Süt, Bal" filmlerine ilişkin de şu bilgileri verdi:
"Otobiyografik özellikler de taşıyor Yusuf'un üçlemesi. Kırklı yaşlarımda varlığımı sorgulamaya başladım ve bunu yaparken hep geriye, çocukluğuma gitme ihtiyacı hissediyordum. Üçleme de biraz öyle ortaya çıktı. Hayatın kaynağını anlamamız için galiba nehrin başladığı yere dönmek gerekiyor. Anıların peşinden gitmek, hatırlamaya çalışmak sinema yaparken benim önemsediğim şeylerden biri."