"Bir Ekrem Bey'in yetişmesi için, yeni baştan, bir Sultan Osman, bir Sultan Orhan'ın gelmesi ve altı yüz küsur senenin yeniden başlaması, yaşanması ve geçmesi lâzım gelir ki bu da muhal ender muhal."
Osmanlı devri Türk mimari tarihi alanında yaptığı çalışmalar ve hizmetleriyle bilinen Ekrem Hakkı Ayverdi, bereketli ömründe Osmanlı devri Türk mimarisini karanlıktan çıkaran; milli kültür, milli şuur ile birlikte, Osmanlı mimarisini merkeze alan hassasiyeti ile tanınan çok önemli bir şahsiyetti. "Rönesans bir ilim ve sanat olayı değildir" diyebilecek kadar da bir batı düşmanıydı. Onun eserleri bu bakımdan, Osmanlı mimarisinin karanlıktan kurtulması noktasında çok önemli bir yere sahiptir.
Ekrem Hakkı Ayverdi Fatih'teki evinin salonunda. Ayverdi Enstitüsü Fotoğraf Arşivi.
"Abideleri seviyor musunuz? Seviniz; çok seviniz. Eğer üstünde durmadınız, onlarla bir alış – veriş kurmadınızsa kalb gözünüzü açınız; abidelerle konuşmayı öğreniniz. Bunun için lüzumu kadar temas imkânı hazırlayın. Mimar veya sanatkâr olmaya lüzum yoktur; bu milletten, Türklükten kopmamış olmak yeter. Ben size kolay bir şey teklif etmiyorum. Zira bu ruhi ve zihni bir davranış için lazım gelen şahsiyet hamulesi, yirmi birinci asra tırmanan Türk'ün elinden alınmıştır. Dili, kelimesi, sözü, ahengi, edebiyatı ve tarihi, şerefli tarihi, sanatı, mimarisi bir ucube haline sokulmuştur. Her şey, yazısı, kılığı, kıyafeti alay konusu olmuştur. Bir lise edebiyat hocasının, 'Yeniçeri kıyafetleri, musikisi için: Bu pis mehter takımını Beyazid'de gördüm; daha elli sene bu millet onlardan kaçmalıdır' dediğini biliyoruz. Bunlar bir milletin benliğini silip süpürmeye, dağıtmaya kâfidir …"
TÜRK MİMAR-MÜHENDİSİ VE MİMARLIK TARİHİ ARAŞTIRMACISI
Ayverdi, 22 Aralık 1899'da, İstanbul'da, Şehzadebaşı Semti'nin Kalenderhâne Mahallesi'nde doğdu. 1915'te Vefa Lisesi'nden, 1920'de de Mühendis Mektebi'nden mezun oldu. İstanbul Belediyesi fen işlerinde bir buçuk yıl kadar çalıştıktan sonra serbest meslek hayatına atıldı. 1950 yılına kadar süren bu devrede çeşitli inşaatların taahhüdünü almasının dışında İstanbul ve Trakya'da birçok tarihî binanın restorasyonunu yaptı. 1950'den sonra iş hayatını bırakarak kendini ilmî araştırmalara verdi. Mühendisler Birliği, Turing Kulüp, Kubbealtı Cemiyeti ve İstanbul Fetih Cemiyeti'nin çalışmalarına katıldı. İstanbul Fetih Cemiyeti ile bu cemiyete bağlı Yahya Kemal Enstitüsü ve İstanbul Enstitüsü'nün otuz yıl baş kanlığını yaptı. 1979 yılında kendisine İstanbul Üniversitesi Senatosu tarafından "Fahrî Edebiyat Doktoru" pâyesi, Aydınlar Ocağı tarafından da "Üstün Hizmet Armağanı" verildi. 24 Nisan 1984'te İstanbul'da vefat etti ve Merkezefendi Kabristanı'na defnedildi.
1978 yılında bütün mal varlığını, kitaplarını, içindeki eşya, hat, tezhip, cilt, yazı aletleri ve işleme koleksiyonları ile birlikte evini, kendi kurmuş olduğu Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı'na bağışladı.
"Osmanlı mimarisinde iç dışa uygundur. İç ferahsa dış da ferahtır. Dış güzelse iç de güzeldir. Zayıf mimari olmadığı için tezyinata ihtiyacı çok azdır ve mahdut noktalardadır. Diğer mimarilerde kusur ve noksanlar süslemeyle örtülmüştür… Kısaca Osmanlı mimarisinde bütünlük, vahdet, ahenk vardır. Batı, Arap ve İran mimarisinde müthiş tezyinat vardır, görünce sıkılırsınız. Osmanlı eserlerine baktığınızda ise içiniz açılır, ferahlarsınız."
BÜYÜK BİR BATI DÜŞMANI
Orta Doğu Gazetesi"nde yayımlanan, "Ne Yunan - Roma, Ne Garb" başlıklı makalesinde, "Biz Garblı değiliz ve olmayacağız; kafamıza dank etsin" (Ayverdi, 1974, "Ne Yunan-Roma, Ne Garb", Orta Doğu Gazetesi, 27-30.11.1974, İstanbul. (Makaleler, s.272) diyen Ekrem Hakkı Ayverdi'nin en belirgin, en temel özelliklerinden biri, Batı karşıtlığıydı.
Ayverdi, Eski Yunan'dan söz ederken, bu toplumun mimarisinin en önde gelen yapıları olan tapınakların içlerine girilmediğini belirttikten sonra, "Buna bina denemez" saptamasını yapar. Mimari yapıtları öteki sanat yapıtlarından ayıran en önemli özelliğin, kullanılan bir iç mekâna sahip olmaları olduğu düşünüldüğünde, dışarıdan seyredilen bir Yunan Tapınağı'nın heykelsi yönünün daha ağır bastığı ileri sürülebilir ve sürülmüştür; ama içinde heykeller barındırabilen böyle bir yapının, örneğin Parthenon'un, bina olmadığını söylemek, bir abartmadır." Diyerek o güne kadar yazılmış olan bütün mimarlık tarihi kitaplarının Eski Yunan Mimarisi ile ilgili sayfalarını çöpe atar.
"Mimarimiz [Osmanlı Mimarisi] kemâlin [olgunluğun] son mertebesine [aşamasına] ulaşmıştır."
KARANLIKTA KALMIŞ OSMANLI MİMARLIK TARİHİNİN IŞIĞI
"Dünyada tek gerçek vardır: İslâmiyet [...] Gerisi teferruat [ayrıntı]" diyen, tam bir Osmanlı insanı olan Ayverdi'nin, bir başka temel özelliği de, Osmanlı Mimarisi'ne olan büyük tutkusu, büyük hayranlığıdır.
Ayverdi'ye göre, Osmanlı Mimarisi, uzun bir birikim ve etkileşim sürecinin sonucunda değil, mucizevi biçimde, "semâdan inip, bu toprakta bitmişcesine yekden Bursa'da doğmuş [tur]."
"Osmanlı mimari üslûbu, bütün dünyadaki mimarilerin hepsine tepeden bakmakta, kimse ondaki mânâya yaklaşamamakta[dır]."
Osmanlıların, özellikle cami mimarisinde ustalaştıklarını, yetkinliğe ulaştıklarını; bu yapıların "hiçbir mimari üslûbun varamadığı, elde edemediği bir kıymet ve haşmette, birer kemal ve tenâsüb abidesi" olduklarını vurgulayan Ayverdi, bunun bir kanıtı olarak, gerek Arap camilerine, gerekse kiliselere, katedrallere, "istenildiği gibi ilaveler ve çıkarmalar" yapılabilmesini, oysa Osmanlı camilerine "bir santim dahi ilâve" yapılmamasını gösterir. Ayrıca Ayverdi'ye göre, Osmanlı camilerinde aşırı bir süsleme yoktur, çünkü "çok tezyinat zaif [zayıf] mimarinin cankurtaran simididir." Osmanlı Mimarisi'nde "bir taşkınlık, bir gösteriş, bir yarışma" da yoktur, çünkü bu mimaride "bunlarla örtülecek bir eksiklik, bir kusur" bulunmamaktadır.
"Mimarimiz [Osmanlı Mimarisi] kemâlin [olgunluğun] son mertebesine [aşamasına] ulaşmıştır." Bu mimari, "dünya yüzünde dört başı mâmur tek mimari"dir.
Ayverdi, Osmanlı mimarisinin kökeni ile ilgili şunları söyler:
"Osmanlılar aniden yepyeni bir çıkış yapıyorlar. Bu çıkış, Bursa'daki Sultan Orhan Camii ile başlıyor. Nedir bu? Yepyeni bir şey. Allah'ın ilhâmı bu. Başka hiç bir şey ile izah edilemez. Mânevi bir buluştur bu. Madde ile tefsir edemiyoruz [açıklayamıyoruz] bunun menşelerini. Çünkü Türk Milleti'nin bu kolu, dünya hâkimiyeti, dünya devleti idealine sahipti. İslâm'ın İlay-ı Kelimetullah'nı [Allah sözünü yükseltmeyi] kendilerine gaye edindikleri için, yeni bir ruh halleri var. Ona göre de yeni bir mimari çıkarmışlar. Kim çıkardı, kim yaptı bilinemez. Allah'ın ilhamı bu. Başka bir şekilde ifade kabil değildir."
AYVERDİ'NİN GÖZÜNDE FATİH SULTAN MEHMED
Ayverdi'ye göre, İstanbul'u fetheden ve Osmanlı Beyliği'ni Osmanlı İmparatorluğu'na dönüştüren bu kişi, yalnızca padişah değildir; aynı zamanda, İstanbul'un "ilk belediye reisidir", "ilk şehreminidir", "İstanbul'un baş mimarıdır"; "şehrin âbidelerinin yerini göstermiş, iskân ve ticaret sahalarını değiştirmiş ve insan ölçüsünde bir mimari ve şehircilik meydana getirmiştir."
EKREM HAKKI AYVERDİ'NİN ÖNEMLİ RESTORASYONLARI
İstanbul'da Zeynep Hanım Konağı; Dârülfünun Kütüphanesi (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi); Harbiye Nezâreti ve aynı binanın İstanbul Üniversitesi olarak tâdili; Topkapı Sarayı'ndaki muhtelif bölümler; Bâlî Paşa, Sultan Selim, Mesih Paşa, Lâleli, Ayasofya, Dâvud Paşa camileri; Gazanfer Ağa, Kuyucu Murad Paşa ve Hasan Paşa medreseleri; Beykoz İshak Ağa Çeşmesi; Edirne'de Selimiye Camii, Üç Şerefeli Cami, Eskicami, Yıldırım, Muradiye ve Süleyman Paşa camileri ile Çelebi Bedesteni; Havsa'da Sokullu, Çorlu'da Süleymaniye camileri.
Ekrem Hakkı Ayverdi asıl önemli çalışmalarını bu restorasyonlardan çok Türk mimarlık tarihi alanında yapmıştır. Daha önce İslâm sanatı içinde mütalaa edilen ve varlığı bu yüzyılın başında kısmen olsun kabul edilmeye başlanan Türk sanatının bilhassa Osmanlı devri Türk mimarisinin bir meçhul olmaktan çıkmasında Ekrem Hakkı Ayverdi'nin eserlerinin payı büyüktür.
Onun asıl başarılarından biri, henüz oldukça karanlıkta bulunan Osmanlı mimarlık tarihinin ilk devresi ile Çelebi Mehmed ve II. Sultan Murad devirleri mimari âbidelerini toplayan iki büyük cilt halinde hazırladığı eserlerdir. Daha sonra 1976'da bu büyük hacimli dört cildin bir özeti İlk 250 Senenin Osmanlı Mimârîsi adı altında yayımlanmıştır.
Ekrem Hakkı Ayverdi'nin bir başka büyük hizmeti ise bugün millî sınırlarımız dışında kalan topraklardaki mimari eserlerin tesbiti ve neşredilmesidir. Bunun için 1975 ve 1976'da iki seyahat yapılmış ve uzun arşiv çalışmaları sonunda "Avrupa'daki Osmanlı Mimârî Eserleri" külliyatı hazırlanmıştır. Bunlar Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan'ı içine alacak şekilde dört büyük cilt halinde neşredilmiştir. Böylece sekiz büyük ciltten teşekkül eden külliyat, başlangıcından Fâtih devri sonuna kadar olan 250 senelik bir devreyi ele aldığı gibi devir ve tarih gözetmeden Avrupa'daki bütün Türk eserlerini ihtiva etmektedir.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü
ESERLERİ
XVIII. Asırda Lâle (1950), Fâtih Devri Mi'mârîsi (1953), Fâtih Devri Hattatları (1953), Yugoslavya'da Türk Âbideleri ve Vakıfları (1957), XIX. Asırda İstanbul Haritası (1958), İstanbul Mi'mârî Çağının Menşe'i Osmanlı Mi'mârîsinin İlk Devri (1966), İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri (Ö. Lütfi Barkan'la, 1970), Osmanlı Mi'mârîsinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri (1972), Osmanlı Mi'mârîsinde Fâtih Devri (III, 1973; IV, 1974), İlk 250 Senenin Osmanlı Mimârîsi (İ. Aydın Yüksel'le, 1976), Avrupa'da Osmanlı Mimârî Eserleri: Romanya-Macaristan (I, 1979), Yugoslavya (II-III, 1981), Bulgaristan-Yunanistan-Arnavutluk (IV, 1982). Bu serinin ilk üç cildi bir heyetle beraber hazırlanmıştır. Ayrıca çeşitli dergi ve ansiklopedilerde yetmiş beş kadar makalesi vardır. Bunların bir kısmı ölümünden sonra kitap halinde de neşredilmiştir (Makaleler, İstanbul 1985).
EKREM HAKKI AYVERDİ İÇİN NE DEDİLER?
"Bir Ekrem Bey'in yetişmesi için, yeni baştan, bir Sultan Osman, bir Sultan Orhan'ın gelmesi ve altıyüz küsur senenin yeniden başlaması, yaşanması ve geçmedi lâzım gelir ki bu da muhal ender muhal."
Münevver Ayaşlı
"Mimar Sinan'ı bugünkü dünyaya getirsek acaba karşımıza nasıl bir insan çıkardı? diye çok kafa yorduğumu hatırlarım. Fakat karşımda bulduğum insan daima Ekrem Hakkı Ayverdi'dir. Osmanlı Evliyalarının kabirleri başında gözümü yumup onları ayağa kaldırdığımda, 'Karşıma kim çıkacak?' diye merak ettiğim zaman bakarım karşımdaki zat Ekrem Hakkı Ayverdi'dir."
Muharrem Ergin
"Ekrem Hakkı Ayverdi'nin şahsiyeti bende Osmanlı tarihinin canlı bir abidesi hissini uyandırırdı. Dik, ince, uzun boyu, yüksek alnı, derin, onurlu bakışı, konuşması, gençlere karşı sevgi ve şefkat dolu davranışı, asırlar ötesinden gelen bir yüceliği aksettiriyordu."
Prof. Dr. Mehmet Kaplan
"Ekrem Hakkı Ayverdi, hem bilen, değerlendirebilen, hem de eser veren üstün yeteneklerimizdendir. Sahasının, mimarimizin, bu iki yönden de ölümü yenen ölüm'den sonrasına kalan çok ender üstadlarından biri ve bir bakıma da en önemlisidir. Araştırmalarına, bakış ve değerlendirme üstünlüğüne, eserlerine, gösterilmesi şart olan ilgi ve saygı meslektaşları için, bir millet, bir kültür, bir medeniyet borcudur. Ekrem Hakkı Ayverdi, bizim biz olmamız için, yani gelişmenin en sağlam ve en sağlıklı yolunu açmak için çalışanlardandır."
Tarık Buğra
AYVERDİ'NİN EŞSİZ KOLEKSİYONU
Ekrem Hakkı Ayverdi'nin, yalnızca bir koleksiyon oluşturmak amacı ile değil, bir kültüre sahip çıkma duygusu ile toplamaya başladığı eşsiz bir koleksiyonunun büyük bir bölümü 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başına değin geniş bir zaman dilimine tarihlenen Osmanlı dönemine ait eserlerden oluşur. Bunların yanı sıra Selçuklu dönemine ait sınırlı sayıda çini, İran ve Avrupa kökenli seramik ve porselenler de, Kubbealtı Akademisi ve Sanat Vakfı'na bağışladığı bu zengin koleksiyonda yer alır.
Aziz Efendi'nin 1345/1926 yılında istinsah ettiği Kur'an nüshasının tezhibinin Mihriban Sözer tarafından 1360/1941 yılında tamamlandıktan sonra, hattat Halim Özyazıcı'nın sure başlarını yazdığını belirten kayıt. Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Koleksiyonu.
Ekrem Hakkı Ayverdi, 1939 yılında Fatih'te, Fevzi Paşa Caddesi üzerinde inşa ettiği ve dönemin modern tasarımına sahip evinin iç dekorasyonunda işte bu "eski eşyaları" gündelik yaşamının içine kattı. Zamanla önemini yitiren aile yadigârlarına, Osmanlı dünyasından o günlere ulaşan bir değer gözüyle baktığı ve onları koruyabilmek duygusu ile hareket ettiği söylenebilir. Bu değerlere sahip çıkma duyarlılığı Ayverdi'nin Osmanlı kültürünü özümlemiş kişiliğinin bir yansımasıdır. 20. yüzyılın ilk yarısında Türkiye'deki koleksiyoncu sayısı göz önüne alındığında, değerleri bilinmediği için yok olma veya ülke dışına götürülme gibi bir tehlikeye maruz kalabilecek bu eserlerin korunmuş olması daha da anlam kazanmaktadır.
Hayvan figürlü seramik sürahi, İznik, yaklaşık 1545. Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Koleksiyonu.
Osmanlı mimari tarihi üzerine yazdığı kapsamlı çalışmaları ile tanınan Ayverdi'nin ilk bilimsel yayınlarının XVIII. Asırda Lâle isimli bir çiçek risalesi ve Fâtih Devri Hattatları ve Hat Sanatı isimli, özel koleksiyonundaki eserleri de içeren çalışmalar olması da dikkate değer. Yalnızca korumak veya sergilemek amacı ile koleksiyon yapmamış, sahip olduğu değerleri araştıran bir yönü olmuştur.
İşlemeli bohça, İstanbul, 16. yüzyılın ikinci yarısı. Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Koleksiyonu.
Kaynaklar:
ekremhakkiayverdi.org, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü
Gürhan Tümer, Bir Mimarın Portresi: Ekrem Hakkı Ayverdi
TDV, İ. Aydın Yüksel, AYVERDİ, Ekrem Hakkı