"Düşünen insan saldırgan olamaz"
Alman felsefeci, sosyolog, estetik kuramcısı ve Frankfurt Okulu' nun kurucularından olan Theodor Wiesengrund Adorno 11 Eylül 1903'te Frankfurt/Main'da doğdu. Annesi müzik sanatçısı, babası ise tüccardı. Küçüklüğünde piyano dersleri aldı ve beste çalışmaları yaptı. Yükseköğrenimini Frankfurt Üniversitesi'nde tamamladıktan sonra, 1924'te Husserl'in fenomenolojisi üzerine yazdığı tezle doktora aldı.
"Günümüzde içinde yaşadığımız evi ev gibi hissetmemek, orada kendimizi yabancı gibi görmek, ahlâkın bir parçasıdır."
1925'te yaratıcı müziğin merkezi olan Viyana'ya gitti ve buradaki öğrenimi sırasında yenilikçi müzik dergilerine yazılar yazdı. 1928'de Frankfurt Üniversitesi'ne döndü ve Kierkegaard'ın estetiği üzerine yazdığı çalışmayla doçent oldu. 1933'te Hitler'in iktidara gelmesi üzerine Almanya'yı terketti ve önce İngiltere' deki Merton College'da, daha sonra ABD'deki Princeton ve Berkeley üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. 1950'de doğduğu kente döndü ve ölümüne değin Frankfurt Üniversitesi'nde ders verdi. 6 Ağustos 1969'da İsviçre'de öldü.
FRANKFURT OKULU'NUN EN ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİNDEN
Adorno, 1923'te kurulan Institut für Sozialforschung (Sosyal Araştırmalar Enstitüsü) çevresinde bir araya gelmiş olan kuramcıların oluşturduğu Frankfurt Okulu'nun en önemli temsilcilerinden biridir.
Bilimsel ve mali özerklik temeli üzerinde, sosyal araştırmaya yönelik bir akademi olması amacıyla kurulan enstitü, 1930'da Max Horkheimer'in başkanlığa getirilmesiyle birlikte yaratıcılık dönemine girmiştir.
"Yaɾım anlaşılan kültür, yarım yaşanan hayatın düşmanıdır."
Horkheimer'in Herbert Marcuse, Theodor Adorno, Erich Fromm ve Friedrich Pollock'u bir araya getirerek oluşturduğu çekirdek, Frankfurt Okulu'nu kuramsal açıdan biçimlendirmeye başlamıştır. Okulun temel görüşü olan "eleştirel kuram" ilk kez Horkheimer tarafından ortaya atılmış, enstitünün yaygın organı olan Zeitschrift für Sozialfors-chung'da. ("Sosyal Araştırmalar Dergisi") yayımlanan diğer çalışmalarla teorik bir bütünsellik kazanmıştır.
FELSEFE VE ELEŞTİREL SANAT SOSYOLOJİSİ'NDE GÜÇLÜ ESERLER
Adorno, Nazi iktidarı ve II. Dünya Savaşı yıllarını kapsayan sürgün döneminden sonra, tekrar Frankfurt'a taşınan enstitünün başkanlığına getirildiği 1958'den sonra, özellikle felsefe ve eleştirel sanat sosyolojisi alanlarında güçlü eserler vermiştir.
"Her sanat yapıtı işlenmemiş bir suçtur."
Adorno'nun felsefeye olan ilgisi, felsefenin eleştirel işlevini savunma olarak özetlenebilir. Adorno'ya göre, "eleştirel kuram" eyleme yöneliktir; böylece kuramın kendisi kuram olmanın sınırlarını aşar. Kuramın yöneldiği eylem (Praxis) felsefenin eleştirel içeriğini ortaya çıkarır ve ancak bu düzeyde felsefe tümüyle aşılmış olur.
Adorno'ya göre, kuramsal düzeyde de olsa, felsefenin aşılması için uğraşma, sürekli ve bilinçli bir çaba haline gelmelidir.
Varolan felsefenin toplumun bütünlüğü içinde biçimlenmiş bir yapı olması yüzünden, aşılması da ancak toplumun devrimci ve bütünsel bir dönüşümüyle mümkündür.
TOPLUMSAL ELEŞTİREL BİLİNCİN OLUŞTURULMASI
Adorno'nun ünlü ilkesi "bütün yanlıştır", idealizmin "bütün doğrudur" ilkesinin karşısında yer alır. Adorno'ya göre, eleştirel kuram toplumda egemen olan,"mistifikasyon"a dayalı bütünlüğün açığa çıkarılması ve toplumsal eleştirel bilincin oluşturulmasıdır.
Toplumda egemen olan ideoloji bu "bütünsel" yanlışın ya da yalanın bir yansımasından ibarettir. Bu yüzden "gerçek tarihsel savaşım" ideolojiye karşı bir savaşımdır; çünkü savaşılması gereken toplumun şu ya da bu yapısı değil, toplumu temelden biçimlendiren "sosyal bilinç"tir. Bu, toplum içindeki insanların en incelmiş beğenilerinden en gündelik algılarına dek, onların düşünsel yapılarını derinlemesine biçimlendiren "ideoloji"dir.
"Kendi vatanında kendini yabancı hissetmek entellektüeller için ahlaki bir sorumluluktur."
II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Adorno, Frankfurt Okulu'nun ideoloji eleştirisini şöyle dile getirmiştir:
"Kültürel eleştirinin biçimleri arasında en uzun süre geçerli olmuş olanı ve en temel olmuş olanı şu yalandır: Kültür insanın değerinin ön planda olduğu bir toplum imgesini yaratır, oysa gerçekte böyle bir toplum var olmamıştır. Bu, kültürün bir ideoloji olarak ortaya çıkışıdır."
ELEŞTİREL KURAMI GÜNDELİK KÜLTÜRE VE SANATA UYGULAYAN KİŞİ
Geleneksel kurama, yani pozitivist kurama ve onun kavramlarına bir eleştiri getirmek amacıyla geliştirilmiş olan eleştirel kuramı gündelik kültüre ve sanata uygulayan Adorno olmuştur. Adorno'nun estetik görüşü, kısaca sanatı dinamik gerilim içinde toplumsal-tarihsel bütünlüğüyle ele almak olarak tanımlanabilir.
Onun gündelik kültür konusundaki çözümlemesi ise, yaygın kamuoyu araştırmalarında uygulanan pozitivist yöntemin bir eleştirisidir. Adorno, "verilmiş" olgularmış gibi görülen tepki biçimlerini ölçmeyi ve sınıflandırmayı reddetmiştir. Bunun yerine, kültür tüketicilerinin tepkileri ile tepkide bulundukları olguların "nesnel gerçekliği" arasında bir ilişki kurmayı denemiştir.
Adorno'ya göre, gündelik kültürün üretimi "sıradanlaştırma" ile başlar. Bu süreç içinde başarılı biçimler ve karışımlar, kültür endüstrisinin tekeli tarafından teşvik edilir ve geliştirilir. "Sıradanlaştırma" kendine yardımcı olarak "sahte bireycilik" yöntemini seçmiştir. "Sahte bireycilik" ise, kültür alanındaki fabrikasyonu özgür seçim ya da açık pazar düşleriyle donatmaktır. Adorno'ya, göre, gündelik kültürde her şey kör bir belirlenmişlik içindedir. Örneğin radyo, kültür endüstrisi içinde faşizmin propagandasına hizmet ederek, bu ideolojinin toplum içince hızla yayılmasına yol açmıştır.
KÜLTÜR ÜRETİCİSİ İLE TÜKETİCİSİ ARASINDA BİR DENGE
Adorno, estetik kuramını Aesthetische Theorie ("Estetik Teorisi") adlı kitabında geliştirmiştir. Burada ortaya koyduğu görüşleriyle, sanatı yalnızca sınıf bilincinin geliştirilmesine hizmet eden bağımlı bir alan olmaktan çıkarmaya çalışmıştır.
Adorno, 20. yy sanatına karamsar bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Onun, özellikle müzik için söyledikleri, genel estetik görüşü için de geçerli sayılabilir. Adorno'ya göre, bir yapıt içinde doğduğu toplumu, bildirisi ve yapısal özellikleriyle dile getiriyorsa, tutarlı sayılmalıdır. Çağdaş müzik de, öteki çağdaş sanatlar gibi, kültür üreticisi ile tüketicisi arasında bir denge oluşturmalıdır. Başka bir anlatımla, Adorno, katılmanın tek yönlü olduğu bir sanat anlayışını çağdışı bulur. Çağımızın sanat yapıtı, kendisini yaratan ile algılayan arasında ortak bir boyut kurmalı, sanatsal iletişim de bu boyut içinde gelişmelidir.
SANATIN VE BUNUN BİR PARÇASI OLARAK MÜZİĞİN META HALİNE GELMESİ
Adorno'nun en çok üzerinde durduğu konulardan biri de, tekelci kapitalizm döneminde sanatın ve bunun bir parçası olarak müziğin, meta haline gelmesidir. Örneğin caz müziği sanattaki metalaşma olgusunun bir göstergesidir.
Adorno, sanatın belirli siyasal ve didaktik etkiler yaratmaya çalışması halinde değerini yitireceğini savunmuştur. Sanat, bağımsız olduğu ve kaynaklandığı görünürdeki gerçekliği yadsıdığı ölçüde eleştireldir.
Ona göre sanat, bilincin oluşumuna etkin bir biçimde katılmalı, tüketicinin edilgin ve tek yanlı bilincine teslim olmamalıdır.
Sanat, kendi estetik yapısı içinde toplumsal çelişkileri dile getirmeli ve geleneksel anlam örgülerini yeniden biçimlendirmelidir. Adorno, bu bağlamda, Arnold Schönberg'in müziğini olumlu bir örnek olarak değerlendirmektedir.
Adorno, sanatsal faaliyetin ve eleştirel felsefenin geliştirilmesinin var olan dar bir siyasal pratiğe bağımlı kılınmasına karşı çıktığı gibi, kişisel yaşamında da varolan sosyalist pratiğin dışında kalmıştır. Bunun sonucu olarak geliştirmeye çalıştığı eleştirel kuram, kitlelerin maddi pratiği ile ilişki kurmakta yetersiz kalmıştır.
TveK'dan Theodor W. Adorno'ın kitaplarını satın almak için tıklayın…