"Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün/ Delikanlı çağımızdaki cevher,/ Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,/ Gözünün yaşına bakmadan gider./ dizelerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda önemli şiire imza atan şair ve yazar Cahit Sıtkı Tarancı'nın vefatının üzerinden 67 yıl geçti.
Tarancı, Diyarbakır'da ticaret ve ziraatle uğraşan Pirinççizadeler ailesinden Bekir Sıtkı Bey ile Arife Hanım'ın oğlu olarak 4 Ekim 1910'da dünyaya geldi. Ailesi tarafından kendisine ilk olarak "Hüseyin Cahit" adı konuldu.
Soyadı Kanunu'nun çıktığı yıl akrabaları "Pirinççioğlu" soyadını aldığı halde, o dönem pirinç ekiminden çok zarara uğrayan şairin babası Bekir Sıtkı Bey, bu duruma kızarak "Pirinççioğlu" yerine "çiftçi" anlamına gelen "Tarancı" soyadını aldı.
İlk okulu Diyarbakır'da okuyan Tarancı, ardından sırasıyla Kadıköy'deki Saint Joseph Lisesi ve Galatasaray Lisesine devam etti.
Şiir yazmaya lisede başladı
Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Tarancı'nın ilk eserleri Galatasaray Lisesinin çıkardığı "Akademi" ile dönemin ünlü "Servet-i Fünun" dergilerinde yayımlandı. Tarancı, Fransızcayı ilerleterek, Stephane Mallarme, Charles Baudelaire ve Arthur Rimbaud gibi Fransız şairlerin eserlerini okumaya başladı.
Garip akımından etkilenen ve serbest şiir denemeleri yapan Tarancı, Cumhuriyet döneminin önemli şair ve yazarlarından Ziya Osman Saba ile 1928'de tanışarak yakın dost oldu. İki şairin arasında Türk edebiyatını etkileyen yazışmalar, Tarancı'nın vefatına dek sürdü.
Usta şair, 1931'de girdiği Mülkiye Mektebinden ikinci senenin sonunda atılınca, eğitimine Yüksek Ticaret Okulunda devam etti ancak memuriyet sınavını kazanıp Sümerbank'ta çalışmaya başladıktan sonra bu okuldan da ayrıldı.
"Ömrümde Sükut" adlı ilk şiir kitabını, Mülkiye Mektebi'nde okuduğu 1933'te yayımlayan Tarancı, Karabük'e atanması üzerine Sümerbank'taki memuriyetten ayrıldı ve öykülerini yayımladığı Cumhuriyet gazetesinde çalışmalarını sürdürdü.
Aynı yıllarda Peyami Safa ile tanışan usta şair, Cumhuriyet Gazetesi sahipleri Nadir Nadi ve Doğan Nadi'nin desteğiyle üniversite öğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gitti. Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikerliği de yapan Tarancı, 1938-1940'ta Sciences Politiques'te yüksek lisans yaptı. Paris'teyken yazar Oktay Rifat ile tanıştı.
"Otuz Beş Yaş" şiiriyle Cumhuriyet Halk Partisinin düzenlediği yarışmada birinci oldu
İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Paris'ten bisikletle kaçarak Lyon ve Cenevre yoluyla Türkiye'ye dönen Tarancı, 1941-1943'te askerliğini Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde yaptı. Ayrıca askerliği sırasında Türk şiirinin önemli örneklerinden biri olan "Haydi Abbas" eserini kaleme aldı.
Askerlik sonrası İstanbul'a yerleşen ailesinin yanına gelen usta edebiyatçı, kısa bir süre babasının iş yerinde çalıştı, daha sonra Ankara'ya taşınarak, Anadolu Ajansında ve Çalışma Bakanlığında görev yaptı.
Türk şiirinin klasikleri arasında yer alan "Otuz Beş Yaş" şiirine imza atan Tarancı, 1946'da bu eseriyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin düzenlediği şiir yarışmasında birincilik elde etti ve yurt çapında tanınan bir şair haline geldi.
Tarancı, 1951'de Cavidan Tınaz ile evlendi. Evlendikten sonra yazdığı şiirlerini "Düşten Güzel" adlı kitapta bir araya getiren usta şair, 1953'te geçirdiği bir kriz neticesinde felç oldu. Tarancı, yatağa bağlı ve yarı bilinçli olarak İstanbul ve Ankara'da çeşitli hastanelerde tedavi gördü. Bir yıl kadar Diyarbakır'daki baba evinde bakıldı.
Tedavi için devlet tarafından 1956'da Avrupa'ya götürülen şair Tarancı, zatülcenp hastalığına yakalanarak 13 Ekim 1956'da Viyana'da 46 yaşındayken vefat etti. Cenazesi Ankara'da Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedildi.
Ailesinin Diyarbakır'daki evi 1973'te "Cahit Sıtkı Müze Evi" olarak da ziyarete açıldı.
"Sanat için sanat" ilkesiyle şiirlerini yazdı
Vezin ve uyaktan kopmayarak, kurallar çerçevesinde şiire farklı bir boyut kazandıran Tarancı, dönemin şairleri arasında yaşanan "Sanat, sanat için mi yoksa toplum için mi yapılır?" tartışmasına, "Sanat, sanat için yapılır" cevabıyla dahil oldu.
Usta şair, "Sanat için sanat" ilkesiyle yazdığı şiirlerinde, yaşama sevinci, aşk gibi konuların yanı sıra ölüm temasına fazlaca yer verirken yalnızlık ve çocukluğuna duyduğu özlemi de şiirlerinde ele aldı.
Tarancı, barış, sevgi ve huzur dolu bir memleket isteğini işlediği "Memleket İsterim" adlı ünlü eserini 1946'da kaleme aldı.
Yaptığı bir açıklamada şiirin kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı olduğunu vurgulayan şair, "Şiir, ulaşmak istediğim esas mefkuredir. Şekilsizlik içinde güzellik avına çıkanlar, kendi kendilerini avutmaktan başka bir şey yapmaz. Şiirdeki esas rol, kelimelerin istifidir." ifadelerini kullanmıştı.
Türk edebiyatında "saf şiir" anlayışının önemli temsilcilerinden biri olarak görülen Tarancı'nın eserleri "Varlık", "Kültür Haftası", "Yücel", "İnsan", "Ülkü" ve "Pınar" adlı dergilerde de yayımlandı.
İlk şiirlerinde hece ölçüsünün alışılmış kalıplarının dışına çıkan biçimiyle edebiyat çevrelerinde dikkati çeken Tarancı, eserlerinde genellikle açık ve sade bir üslup kullandı. Yaşamı boyunca birçok esere imza atan Tarancı, 1933'te "Ömrümde Sükut", 1946'da "Otuz Beş Yaş", 1952'de "Düşten Güzel" adlı kitapları okuyucuyla buluşturdu.
Tarancı'nın vefatından sonra, kitaplarında yayınlanmayan şiirler, şiir çevirileri ve kendisi için yazılanlar "Sonrası" adlı kitapta toplanarak 1957'de yayımlandı. Arkadaşı Ziya Osman Saba'ya yazdığı mektuplar da aynı yıl, "Ziya'ya Mektuplar" adlı kitapta toplandı.
Gazetelerde çıkan 22 öyküsü ise Selahattin Öner tarafından 1976'da "Cahit Sıtkı Tarancı'nın Hikayeciliği ve Hikayeleri" adlı eserde bir araya getirildi. Şairin vefatının 50. yılında gazetelerde çıkan öykülerinin önemli bir kısmı Can Yayınları tarafından "Gün Eksilmesin Penceremden" başlığıyla edebiyatseverlerin beğenisine sunuldu.
Usta şairin yaşamı boyunca kaleme aldığı şiirlerden bazıları şunlar:
"Abbas", "Aşk Vakti", "Batan Gemi", "Ben Aşk Adamıyım", "Bir Umut", "Bir Kapı Açıp Gitsem", "Bugün Hava Güzel", "Can Yoldaşı", "Çilingir Sofrası", "Gidiyorum", "Hatıralar", "Hepimize Dair", "İlk Aşklar", "İki Ses", "Gündüz", "Her Günkü Ölüm" ve "Gün Eksilmesin Penceremden"