Ahmet Vefik Paşa'nın Lehçe'-i Osmanî'sinde günahtan pak, ismetli, asimsiz" olarak açıklıyor. James W. Redhouse, Müntehabat-ı Lügat-ı Osmaniye'sinde "kendini günahtan men edip pâk ve ismetli tutar olan" şeklindedir. Doktor Hüseyin Remzi, Lügat-ı Remzî adlı sözlüğünde "kendini günahtan men edip pâk ve ismetlu tutar olan" olarak açıklıyor. Salahi Bey ise Kamus-ı Osmanî'sinde "ismet ile muttasıf, günahtan arı olan" şeklinde tarif ediyor. Ferit Devellioğlu, "yasak, yanına yaklaşılmayan, günahtan, haramdan çekinilen, iffetli."
Bu tanımların ortak yanı ise asımın "kendini günahtan uzak tutan" anlamında olduğudur.
Fakat, Asım denildiğinde aklımıza ilk gelenlerden biri de Mehmet Akif'in Asım şiir kitabıdır. Şiirde, ülkeyi kurtaracak, ileriye götürecek gençlik sembolü olarak bilgili, madden ve manen kuvvetli, ahlaklı ve erdemli bir genç olan Âsım ve nesli konu ediliyor. O dönemde pozitivizmin etkisiyle sadece maddesine yönelen gençlik projeleri rağbet görürken, Mehmet Akif bu eserinde bütünü gözeten modelini Âsım karakteri etrafında çizdi.
Görmedim ben bu kadar dörtbaşı ma'mûr insan.
Ne büyük hilkat o Âsım, ne muazzam heykel!
Onu, bir şi'r-i hamâset gibi, ilhâm-ı ezel,
Sana sunduysa, açıp rûhunu teşrîhe çalış...
Köse İmam'ın tahsilini yarıda kesip Çanakkale cephesine koşan oğlu Asım, bu edebî eserin kahramanı olarak büyük feragat ve fedakârlıkla vatanın imdadına yetişen öğrenci gençliği temsil eder. Ki onlar Çanakkale'yi Çanakkale yapan belli başlı unsurlardır. Çoğu da şehit olur; liseler yüksekokullar birkaç yıl mezun veremez. Âsım, Çanakkale gazilerindendir. Onun Âsım nesli kavramı, günümüze kadar yetişen nesillere imanlı ve ahlaklı müspet örnek olarak ideal aşılamakta ciddi bir tesir uyandırır.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
"Kur'an şairi" olarak da anılan Mehmet Akif, bir başka anlamı "manî ve hâfız" olan bir diğeri ise Medine'nin adlarından biri olan Âsım'ı bütün bu anlamları doğrulayan bir karakter ile çizmiştir.
Âsım, Kur'an-ı Kerim'de geçen kelimelerden biridir aynı zamanda. Kur'an'da korumak kelimesinin ism-i faili, etkenidir. Yani koruyucu anlamına gelir. Asımın yer aldığı bazı ayetler ise şöyle:
"Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da ateş ehlidir. Onlar orada hep kalacaklardır."(Yunus 27)
"Gemi onları, dağlar gibi dalgalar arasında götürmeye başladı. Nûh, uzak duran oğluna, "Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi. Oğlu, "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" diye cevap verdi. Nûh dedi ki: "Bugün Allah'ın hükmünden ancak O'nun esirgedikleri kurtulacaktır" derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu." (Hûd 42-43)
"(Âsımîn)Ey kavmim! Gerçekten sizin için, o bağrışıp çağrışma gününden, arkanıza dönüp kaçmaya çalışacağınız günden korkuyorum. (O gün) sizi, Allah'(ın azabın) dan kurtaracak kimse yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek de yoktur."( Mü'min 32-33)
SAADET DEVRİNDE ÂSIMLAR
Kur'an anlamının yanında, İslam tarihinde de Âsım'lar vardır. Özellikle iki şahsiyet dikkat çeker.
Bunlardan biri annesi Medine'de Hz. Peygamber'e ilk biat eden kadın sahâbîlerden olan Âsım b. Ömer b. Hattab. Aynı zamanda meşhur Emevî Halifesi Ömer bin Abbülaziz'in dedesi. Annesi, Hz. Ömer'den ayrıldıktan sonra ilk gençlik yıllarını nenesinin yanında geçirdi. Daha sonra Hz. Ömer yanında yetişti. Şairliği ve güzel konuşması ile tanınan Asım'ı kaynaklar son derece asil, cömert, hiç kimseyi incitmeyen ve kimsenin aleyhinde bulunmayan bir kişi olduğunu kaydeder.
Âsım bin Sabit, Uhud savaşında Müslümanlar dağıldığında Hz. Peygamber'in yanında kalmasından dolayı Hz. Muhammed'in okçusu olarak anılıyor.
Uhud Savaşı'nda müşriklerden olan Sülâfe'nin iki oğlunu öldürdü. Bunun üzerine Sülafe, onun başını getirene yüz deve vereceğini vaat edip kafasında içki içeceğine yemin eden gözü dönmüş bir kadındı.
Aral ve Kaare kabilelerine muallim olarak gönderilen Âsım bin Sabit, bu kabileye doğru giderken arkadaşları ile birlikte Recî' suyu yakınlarında kuşatıldı. Ancak Âsım b. Sâbit, "Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et!" diye dua ettikten sonra teslim olmayı reddederek savaşa girdi. Çantasında yedi ok bulunduğu, her biriyle bir kişi öldürdüğü de rivayet edilir. Çetin bir mücadele sonunda, "Allahım! Ben ilk günler senin dinini korudum, sen de bugün benim cesedimi koru!" dedi ve ardından şehit oldu.
Âsım'ın başını Sülâfe'ye götürüp yüz deveyi almak isteyen müşrikler, âniden üzerlerine saldıran arılar yüzünden onun na'şına yaklaşamadılar. Arıların dağılması için geceyi beklemeye mecbur kalan müşrikler, bu defa da birdenbire yağmaya başlayan yağmurun meydana getirdiği sellerin Âsım'ın na'şını sürüklemesiyle emellerine kavuşamadılar. Âsım'ın cesedi daha sonra da bulunamadı. Bu hadiseden dolayı Âsım "Hamiyyü'd-debr" (arıların koruduğu kişi) lakabıyla meşhur oldu.
Âsımları, ideal gençliği yetiştirmek için madden engel kalmadı. Eğer bu millet Âsım'ın neslini yetiştirmek isterse kendini yüksek seviyede yeniden gerçekleştirme imkânına kavuşacak. Temiz, dürüst, ahlâklı, fiziken güçlü, maddi olduğu kadar mânevi olarak da kuvvetli, sorumluluk sahibi bir nesil… 90 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen bu idealizm hâlâ diridir. Bu itibarla diyebiliriz ki Âsım, bir delikanlı olarak var olmaya devam ediyor.
Derlenmiştir