Arama

Bir ibadet olarak zekât: İbadetin özü yardımlaşmak olabilir mi?

Bir ibadet olarak zekât: İbadetin özü yardımlaşmak olabilir mi?
Yayınlanma Tarihi: 24.03.2024 10:08:33 Güncelleme Tarihi: 24.03.2024 10:19
Sesli dinlemek için tıklayınız.

"İbadet metafiziği" diye çerçevelediğimiz bir bakış açısıyla ibadetleri tahlil ederken dikkatimizi en fazla dağıtabilecek, işimizi zora sokabilecek ibadetlerin başında zekât, ahlâkın başında ise yardımseverlik ve cömertlik gelir. "İbadet metafiziği" tabiri, herhangi bir ahlâk veya ibadetin psikolojik veya sosyolojik faydalarının ötesine geçerek salt ibadet olmasının anlamı üzerinde düşünmek için ibadete bakmayı iktiza ederken neredeyse baştan sona "fayda" ile dolu bir ibadet ve ahlâkı, fayda zemininin ötesine taşımak ikna edici bir iş olmayabilir. Bu meyanda zekât kadar insanı "fayda" bahsinde ikna edebilecek başka bir ibadet yoktur. İmkân ve varlık sahibi insanların yoksullara yardım etmeleri, mallarını ve öteki imkânlarını paylaşmaları dünyanın her yerinde insanların umduğu, ahlâkın temel şartı saydığı, bunu yapanlara da itibar ettiği bir ahlâktır.

Müslüman filozoflar "yardım" etmenin evrendeki varlıklar arasında câri bir ilişki ve münasebet tarzı olduğunu varsayarak varlıkları nedensellik ağıyla olduğu kadar yardım etme ve edilme (ifade ve istifade) ilişkisi üzerinden de ilişkilendirir. Bütün doğa yardım etme ve edilme ilişkisiyle birbirine bağlı varlıklarla doludur. Hay b. Yakzân, ahlâka doğada kaynak ararken güçlü göksel varlıkların yeryüzündeki zayıf ve süfli varlıklara yardım etmesini iyiliğin temeli saymış, göksel varlıkları taklit yoluyla ahlâklı olunabileceğini düşünmüştü. Vakıa gökyüzü ile yeryüzü arasında öteden beri tahayyül edilmiş bu ilişki, kadim toplumlarda ahlâkın izah edildiği örneklerin başında gelir. Güçlü ve mükemmel olan daha aşağı mertebedekine yardım eder, ona ihsanda bulunur. Bu bakımdan ahlâk ve iyilik, yardımseverlik üzerine kuruludur. Bununla birlikte yardım etmenin ahlâk olabilmesi, daha doğrusu ibadet haline gelebilmesi doğadaki örneğinin -eğer varsa- ötesinde anlam taşımasına bağlıdır. Başka bir anlatımla dinde ahlâk, doğadaki davranışı taklit etmek, doğal varlıkların ilişkisine dayanarak izah edilemeyecek kadar özel bir mahiyet arz eder.

Öncelikle belirtmek gerekir ki "yardımsever" olmak, öteki ibadetler ve ahlâk ile kıyaslandığında "ibadet" olabilmek için oldukça şaibeli bir beşerî haslettir. Tasavvuf tabiriyle izah edecek olursak yardımseverlik evvelemirde "nefsin" birtakım amaçlarıyla uyumlu beşerî bir haslettir. Öteki ibadetler ise bu konuda daha az şaibe taşır, daha az tehlikeye açık olurlar. Mesela insan oruç tutarken az çok niyetinde ihlas sorunu taşısa bile ibadet etmeye daha yakındır. Namaz kılarken veya hacca giderken ibadet ediyor olmak ihtimali daha baskın bir şekilde gözükebilir. Bütün bu ibadetlerde niyet, ibadet olmanın sınırlarını aşamaz, ibadetin başka bir insana ulaşabilecek doğrudan bir niteliği olmaz. Bireyselliğin öne çıktığı bu tarz ibadetlerde "riyakârlık" duygusunun bulunma ihtimali, ibadet olmalarını sağlayan yönleriyle değil; dolaylı yönlerden olabilir belki. Yoksa doğrudan namaz kılmak, oruç tutmak hatta haccetmek ile insanın öteki insanların itibarını kazanması ve onlara gösteriş yapabilmesi mümkün değildir (insanın vehim dünyası yine de bir itibar oluşturabilir). İtibar görmek bir yana normal şartlarda insanlar yardımlaşma duygusunu, daha büyük ve gerçek bir iş olarak gördüklerinde namaz ve oruç gibi bireyin hayatıyla sınırlı ibadetleri önemsemez, onlara dikkat kesilen insanları eleştirerek "gerçek ibadetin başkasına yardım etmek olduğunu" iddia ederler. Tasavvuf mahfillerinde ibadetlerin şekil şartlarına odaklanmaya dönük dile getirilen eleştiri birçok yerde "yardıma" dönüşmeyen ibadetlerin anlamsızlığı eleştirisi halini alır. Nitekim "amel-i sâlih" başka bir insana fayda sağlayan amel olarak algılanmıştır Müslüman toplumlarda.

Bu neden böyledir? Yardımseverlik, çok önemli görülmüştür çünkü insanlar eşit doğsalar bile meşakkatli bir hayat içinde eşitliği sürdürme ihtimali hiç olmadı. Kabiliyet farkları veya zaman ve mekân şartları insanlar ve toplumlar arasındaki eşitliğin hemen bozulmasına yol açmış, aşılması neredeyse imkânsız sınıfsal yapılar ortaya çıkmış, insanların bir kısmı refah ve bolluk içinde yaşarken ötekiler yoksulluğu ve cefayı kader olarak üstlenmişlerdi. Hâl böyle olunca imkân sahiplerinin öteki insanlara yardım etmesi hem bir beklenti, hem ahlâkî görev olarak kabul edilmiş, dinin amacının "yardımlaşmak" olduğu düşünülmüştür. Geleneksel dinî yorumun en önemli özelliği yardımseverliğin ibadetlerin önüne geçmiş olmasıdır. Öte yandan ahlâkın mahiyeti hakkındaki tartışmalarda en ciddi sorunlardan biri de "yardımlaşma" eyleminin, ahlâkın bütün bahislerine yerleşmiş olmasıdır. Öyle ki içinde "yardım" ve fayda bulunmayan bir ahlâk, ahlâk sayılmıyor; dinî ahlâk ise hiç kabul edilmiyor. Bunun yanı sıra bütün ibadetler arasında yardımlaşmanın en bariz göründüğü ibadet "zekât" olunca öteki ibadetlere göre en önemli ibadet de zekât ve yardımlaşma içeren ibadetler görülmüştür.

Bu meyanda cömertlik, yardımseverlik gibi huyların ibadete dönüşebilmesinin önünde ciddi bir tereddüt bulunur. Bu tereddüdü anlayabilmek için Fahreddin er-Râzî'nin ve başka düşünürlerin dile getirdikleri bir eleştiriyi hatırda tutmak gerekir: İnsan cömertlik yaparken, başka insanlara imkânlarını seferber ederken, onları ağırlarken ve onlara ihsanda bulunurken "şaibeli" bir durumda kalır. Bu şaibe insanlarca iyi ve güzel bulunan bu davranışın, insanın kendini gösterebilmesinin, yani "isbât-ı vücûd" edebilmesinin, başka insanların itibarını kazanabilmesinin en güçlü ve en kestirme yolu olmasıdır. Her insan az veya çok itibar kazanmak, değer görmek, sevilmek için veya başka birtakım "beşerî" nedenlerle hareket eder, bu nedenler ışığında davranışlarına yönelir, bu şekilde kendini göstermek ister. İbadet ise bunun tam aksi bir istikametinde ortaya çıkar: Kendini gizlemek, itibara değer vermemek, bütün dikkatini Tanrı'ya odaklayarak ihlasla ona yönelmektir. İbadetler arasında "ihlas" şartının en güç tahakkuk edebileceği ibadet zekât ve sadakadır ki bu nedenle insanın amelinin en şaibeli kısmı da zekât olacaktır.

Cömertliğin bilhassa zekâtın gerçek ibadete dönüşebilmesi, bu şaibeli yardımseverlik duygusundan "arınmışlık" şartına bağlıdır.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN