Siyasi partiler de bu durumun farkında. 'Yeni'ye doğru yol almak isteyenlerle 'geri'ye dönüşü hala mümkün görenlerin mücadelesinde kim kazanacak, kim kaybedecek? Bu hayati sorunun yansıdığı meydanlarda tansiyon hayli yüksek. Miting alanları kaybedenin bir seçimden daha çok şey kaybedeceğini ortaya koyan vaatlerden geçilmiyor. Türkiye'yi dünyaya taşıyan TİKA'yı kapatmaktan tutun da nükleer santral ve Kanal İstanbul gibi dev projelerin iptalini isteyen liderlerin uçuk kaçık olarak nitelendirilebilecek konuşmalarının gösterdiği tek bir şey var: Karşımızda bir yıkım ekibi var... Vaatlere bakılırsa sanki cevabı verilecek soru şu: Kim daha iyi yok edecek, kim daha güzel iptal edecek? Peki, seçmenin gerçekten cevabını istediği soru bu mu?
Benzemezler koalisyonu için "yıkım ekibi" demek de mümkün aslında. Çünkü CHP, Saadet Partisi, İYİ Parti ve Demokrat Parti'nin içinde yer aldığı ittifakın Erdoğan karşıtlığı haricinde ikinci bir gerekçesi yok gibi. O halde soruyu baştan alalım: Bu dört benzemez hangi hedefler üzerine ittifak etmiştir ve bu ittifakın siyasal anlamı nedir?
Erdoğan husumeti siyaseti
Öncelikle ideolojik olarak birbirinden farklı olan bu dört partiyi bir araya getiren temel faktör, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Erdoğan'a karşı güdülen husumettir. Erbakan tarafından kurulan Milli Selamet Partisi ile siyasi yolculuğuna başlayan Erdoğan, 2002 yılından itibaren Türkiye'yi yönetmekte ve bu ülkenin geleceğine yön vermektedir. Rasyonelliğin imbiğinden geçmiş karizmatik lider merkezli siyasetin etkili olduğu Türkiye'de özellikle demokrasinin kökleşmesinde, ekonomik reformların hayat bulmasında, toplumsal istikrarın sağlanmasında ve dış politikadaki etkinlikte hep Erdoğan belirleyici lider olmuştur. Çünkü bu ülkede siyasi parti liderlerinin değerleri ve üslupları kadar yönetme tarzları da toplumsal, siyasi ve iktisadi gelişmelere damgasını vurmuştur. Yakın tarihimizin etkili politik aktörlerinden olan Atatürk'ün, Adnan Menderes'in, Süleyman Demirel'in, Necmettin Erbakan'ın veya Turgut Özal'ın siyasal liderliği, Türkiye'nin ulusal ve uluslararası siyasetteki etkisini, ülkenin siyasal hinterlandını ve politikanın kodlarını değiştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana kadar siyasi liderler, bu ülkenin siyasetinin, ekonomisinin, toplumunun ve dış politikasının evrimine yön vermede belirleyici bir etkiye sahip olmuştur. Erdoğan'ın siyasi liderliğinde Türkiye hem demokratik standartlarını yükseltmiş hem de toplumsal ve ekonomik durumunu iyileştirmiştir. Erdoğan nefretinin arka planında bu siyasal değişime, toplumsal ve ekonomik istikrara karşı uyumsuzluk ve umutsuzluk yatmaktadır. Ekonomik olarak büyüyen, küresel dünyada etkisini artıran, bağımsız politikalar geliştiren bir Türkiye'den rahatsız oluş… Bundan dolayı Erdoğan nefretinin siyasal karşılığı; küçülen, kendi kabuğuna çekilen bir Türkiye hayalidir. Türkiye'yi ipotek altına almanın yolu da Erdoğan'ın tasfiyesinden geçmektedir. Erdoğan karşıtlığında buluşan siyasi aktörlerin, farkında olsun veya olmasın, böylesi bir siyaset ve anlam düzenine hizmet ettiği açıktır.
Yıkıcı siyasetin kodları
İnce, Akşener ve Karamollaoğlu'nun başını çektiği dört benzemezin bir diğer özelliği de olumsuzlayıcı veya negatif bir dil üzerine politika yapmalarıdır. "Sarayı kapatacağım", "TİKA'yı kapatacağım", "Yerli otomobil projesini devam ettirmem", "TRT'yi satacağım", "Nükleer tesis ihalelerini iptal edeceğim", "S400'lerin sadece Külliye'nin korunmasında kullanılacağına dair duyum aldım", "Şehir hastaneleri projesini durduracağım" bu olumsuzlayıcı dilin en belirgin kayıtlarıdır.
Burada bir isme özellikle paragraf açmakta fayda var. O da Rahmetli Necmettin Erbakan'ın Türkiye'ye miras bıraktığı Saadet Partisi'nin lideri Temel Karamollaoğlu'dur. Belli medya organları tarafından özellikle öne çıkarılan bir figür haline gelen Karamollaoğlu da Türkiye'nin yüz akı olan projelere israf gözüyle bakıyor ve dev yatırımları durdurmayı vaat ediyor. Hızlı trenin göçü hızlandırdığını dile getiren Karamollaoğlu'na göre, Çanakkale Köprüsü ve Kanal İstanbul projesi de iptal edilmeli. Oysa bir anlamda halefi kabul edilen Erbakan'ın en önemli özelliği, milli ve yerli projelere olan tutkusu değil mi? 1970'lerin ortalarında üç koalisyon hükümetinde de başbakan yardımcısı görevi yapan Erbakan, ülkenin dört bir yanında fabrika temelleri atmakla ün salmamış mıydı? Yaşadığı dönemin ekonomik şartlarına rağmen yeni fabrikalar kurmakta hiçbir sakınca gördü mü?
Evet, Erbakan tam da böyle bir liderdi. Peki, yatırımları durdurma vaadinde bulunan Temel Karamollaoğlu bu profile uyuyor mu? Erdoğan karşıtlığının uluslararası arenadaki karşılığının akıntıya kapılmak olduğunu nasıl görmez? Ayrıca dindar kesime husumetini karakter haline getirmiş bir CHP ile nasıl bir ortak payda buldu? İkinci Adam İsmet İnönü gibi darbeye bile davetiye çıkaran bir siyasal aklı ne ara edindi? Soru işaretiyle biten tüm bu cümleler aslında bir yargıyı imliyor. Neden mi böyle düşünüyorum? Yaklaşık bir sene önce "Şu an yaşadığımız dönem, Demokrat Parti'nin son dönemine mi benziyor?" diye soran gazeteciye verdiği cevap; "Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal meşru olur" diyen İsmet İnönü'ye bile rahmet okutacak cinsten: "Demokrat Parti öyle işler yaptı ki, mesela İnönü Kayseri'ye giderken Himmetdede'de önünü kestiler. Treni göndermediler. Sonunda ne oldu? İhtilal olmasaydı, Demokrat Parti bir sonraki seçimde kaybederdi. Ama ihtilal olunca insanımız mağdurun yanında olmak istedi. Bugünkü gidişat da iyi bir gidişat değil."
Karamollaoğlu'un sarf ettiği bu ifadelerin anlamı ne mi? Darbecilere göz kırpmak ve darbeye zemin hazırlamak.
Türkiye karşıtlarıyla ortaklık
Bu uzun parantezden sonra dört benzemezler ittifakına geri dönelim. Söylemlerine bakılırsa ortak özellik milli siyasete karşı batıcı bir çizgide durmaları ve FETÖ gibi Türkiye karşıtı odaklarla dirsek temasları. İnce'nin "Amerikalılar beni aradı", "Yönümüz kesinlikle Batı olacak" açıklamaları veya parti programında neredeyse NATO'ya bağlılık yemini eden İYİ Parti'nin siyasal tasavvuru ile sözüm ona Avrupa Birliği'ne karşı olan Karamollaoğlu'nun eleştirel söylemlerinin arka planında bu zihinsel kodlar yer alıyor. Batıcı ve emperyalist dünya ile uyumlu politika üretme vaadi dört benzemezlerin ortak noktasını oluşturuyor. CHP aslında yanlış bir biçimde, çağdaşlıktan veya Atatürkçülükten hep Batı'yı veya Batıcı olmayı anlamıştır. Muasır medeniyet söyleminin arka planında çağdaşlık veya modernlik değil de kaba-vülger Batıcılık söylemi vardır. Bu anlam çerçevesinde İnce'nin "yönümüz kesinlikle Batı olacak" demesi şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan İyi Parti'nin durumu. NATO'ya bağlılık yemini eden İYİ Parti'ye göre, "Ülkemizin savunma politikası Batı güvenlik sistemine entegre edilmiştir. Savunma politikasında en üst şemsiye olarak NATO bulunmaktadır." Bundan dolayı, NATO'cu bir duruş sergileyen, Türkiye'nin S-400 alımına karşı çıkan Akşener'in Batıcılığı da Türkiye'nin milli, yerli ve bağımsız politika üretmesine karşı durmaktır. Tam da burada Akşener'in cevaplanması gereken soru şudur; İyi Parti NATO'cu olduğu için mi FETÖ'yü destekliyor; yoksa FETÖ'cü olduğu için mi NATO safında yer alıyor? İyi Parti, Batı'ya sığınarak Türkiye'yi yönetmeye taliptir. Ancak unutulmaması gereken nokta NATO'nun son dönemde kendini Türkiye'nin dizginlenmesine adamış olmasıdır.
Dört benzemezler ittifakını oluşturan siyasi partilerin durumu aşağı yukarı böyle. CHP izlediği çizgi genleriyle uyumluluk arz ediyor. Türkiye'yi yerli ve milli isimlerin yönetmesine karşı Batı'ya sığınıyor. İyi Parti'yi oluşturan unsurlar da kazanmaya odaklı. Nasıl kazanacak? Bu soruya "Ne şekilde olursa olsun kazanmak" şeklinde cevap vermek abartı sayılmamalı. FETÖ ve NATO ile ilgili tutumu ortada. Bu ittifakta eğreti duran tek parti, Saadet. Çünkü öğretisi, geleneği ve sahip olduğu ideal küresel ölçekli düşünmeyi zorunlu kılıyor. Bugün içinde yer aldığı küme ve siyasi söylemler, maalesef Saadet Partisi'nin geçmişini inkâr ederek akıntıya kapıldığını gösteriyor. Bakalım, millet bu benzemezlere sandıkta ne mesaj verecek?
Star-Açık Görüş