Osmanlı ordusunun harekete geçeceği anlaşılınca Avusturya'dan elçiler geldi. Yapılmakta olan palangalar yıkılmayınca görüşmeler akamete uğradı. Artık Osmanlı ordusu yollardaydı. Belgrad'da yapılan görüşmelerden de netice alınamadı. Ordu harekâtına devamla Budin'e geldiğinde elçiler son bir görüşme talebinde bulundular.
Serdar-ı ekrem Fazıl Ahmed Paşa görüşmelerin sürdüğü odaya girdiğinde bütün vezirler ve elçiler ayağa kalktılar. Paşa, elçiye hoş geldin dedikten sonra yerine oturdu. Onlar da hoş bulduk deyip oturdular.
Ardından Ahmed Paşa ile elçiler arasında şöyle bir konuşma cereyan etti:
Ahmed Paşa: "Evvela sen niçin geldin?"
Elçiler: "Sulh etmeye. Çasarın muradı sulhtür. Biz dahi sulh yapmak istiyoruz."
Ahmed Paşa: "Bizim cümle isteyeceklerimizi boynuna alabilir misin?"
Elçi: "Alırım."
Ahmed Paşa: "İmdi. Sulh birkaç çeşid olur. Birincisi Âl-i Osman'ın cümle kulları evlerinde rahat ve huzurda iken devlet büyükleri iki tarafın reayasının asayişi için eylerler. İkincisi, devlet büyükleri sefer üzerinde iken yapılır. Bir sulh da şudur ki; Âl-i Osman'ın yer götürmez askeriyle darü'l-harbe girildiğinde olur... İşte biz bugün yer götürmez Osmanlı ve yıldız sayısı Tatar askeriyle vilayetinize geldik. Asitane'de iken sulh murad etmiş idin. Bir hâl ile makule yaklaşmayıp bu ağır askeri buraya kadar getirdiniz. Bu vaktin sulhü artık diğer vakitlerle kıyas edilemez... Bundan önce Sultan Süleyman (Kanuni) ile senevî otuz bin altın vergi vermek şartıyla sulh akdedilmişti. Bir defa da senede Devlet-i Aliyye'ye iki yüz bin guruş nakit vermek üzere Koca Murad Paşa ile sulh yapmıştınız. Şimdi bu iki sulhdan hangisine razı olursunuz?"
Elçiler: "Sultan Süleyman ile olan sulhü bilmeyiz. Amma Koca Murad Paşa ile akdolunan sulhta senevî iki yüz bin guruşluk pişkeş verilmek üzere yazılıdır. Ancak bugün için Çasar efendimizin sikke vermeye rızası olmadığı gibi bu namı kabul edenlerden de değildir."
Ahmed Paşa: "Ne güzel. Var Budin kalesinde zevk ve safada ol ve hatırınız hoş tutasınız. Çünkü elçisiniz ve elçiye zeval yoktur. Biz efendinin memleketine varalım. Bakalım Hakk teala ne gösterir..."
Artık konuşma sırası silahlara gelmişti.
KUZEY IRAK
Bu defa yanı başımızda iki kale yaptırılmıyor. Devlet kuruluyor. İngilizler Osmanlı Devletini biraz da Müslümanları birbirine kırdırarak ve herkese devlet vadederek yıkmışlardı. Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan devletleri hep bu vaadin neticesi olarak ortaya çıktı. Bugünkü devletin kurulacağı ise Lozan'da belliydi. Büyük ve güçlü bir Türkiye istemeyen Hıristiyan Haçlı gücü uzun emelli programlar ile geleceği kurgulamaya çalışıyorlar.
Türkiye daha II. Abdülhamid Han'ın nasıl yıkıldığı ile dahi yüzleşemedi. II. Abdülhamid Han'a ve dolayısıyla Osmanlı Devleti'ne en büyük şamarın içeriden vurulduğu gerçeğini anlayamadı. Bırakın bunları anlamayı yüz yıl boyunca kötülenen, aşağılanan, iftiraya uğrayan hep II. Abdülhamid Han oldu.
İşte bunun için Kuzey Irak'taki devlete müdahale edemezsin. Zira tarihten dersler çıkarıp yüz yıl ötesine yani bugünlere sen hazırlanmadın. Sen içeride, öleli 100 sene olmuş bir hakan ve tarihin derinliklerine çekilmiş bir devletle uğraşırken ötekiler plan ve projeler geliştiriyorlardı.
Bu plan ve projenin en önemli ayağı FETÖ idi. 40 yıllık bir projenin neticesi olarak uygulama sahnesine konuldu. Millet nasıl olduğunu dahi anlayamadan ülkeyi parçalamaya götüren bu sinsi işgal hareketini bitirdi. Anlamadan diyorum, zira hâlâ bu ülke içinde bu sinsi oluşuma su taşıyanlar var. Hâlâ bunu ülkede partiler arası mesele olarak görenler var. Hâlâ 15 Temmuz başarılı olsaydı bırakın kuzeyde yeni bir devletin ortaya çıkışını, bizden de önemli bir toprak parçasının ayrılmış olduğu gerçeğini takdir edemeyenler var.
Evet millet lideriyle birlikte bu girişimi bitirdi. Fakat düşmanın B ve C planları devam ediyor. Zira dışarıda bir asır önce devlet verdiği ve bugün de devlet vadettiği kuklaları emir eri gibi çalışmaktalar. Görev beklemekteler. Türkiye'nin güvenerek ittifak edeceği ve birlikte müdahale edeceği ne yazık ki tek devlet yok.
Bunu anlamak için 1916'da İngilizlerin meşhur ajanları Lawrence'ten Türklerle Kürtlerin arasını açmasını istediği gerçeğini unutmamak lazım. Lawrence o zaman İngiliz devlet adamlarına, "Onlar et ve tırnak gibiler. Aralarını açmanız imkânsızdır. Tam yüz sene lazım" demişti.
LAWRENCE
Türkiye bölücü aklın projesi olarak Öcalan fitnesiyle bu uçuruma doğru sürükleniyordu. Son dönemde atılan adımlar bize Güneydoğu'yu bir kez daha kazandırdı. FETÖ'den sonra en mühim kazancımız da bu oldu. Şimdi Barzani ile Türkiye'yi zayıflatacak üçüncü adımı başlatıyorlar. Burada hedefleri kısa vadeli değil. Çok uzun da değil. Türkiye'nin ilk karışık veya güçsüz bir zamanını kollayacakları kesin. Ancak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da "yeni Lawrence'ler bu defa başarılı olamayacaklardır" diyerek eski numaralara karşı dikkatli olduklarını beyan etti ki son derece önemlidir.
Evet Türkiye II. Abdülhamid Han'ı iyi anlamalı ve onu düşürdükleri tuzağa bir kez daha düşmemelidir. Onun denge siyasetini çok iyi kavramalı ve yürütmelidir. Bir defa şu iyi bilinmeli ki ABD artık dost değil, hasımdır! 15 Temmuz'daki rolü ortaya çıktığı gibi bugünkü tavrı da net bir biçimde meydandadır. Zira PYD'ye (dolaylı olarak PKK'ya) vermiş olduğu binlerce tır dolusu silah bunun en bariz misali olarak ortadadır. Türkiye son bir yıldır ortaya koyduğu gibi artık teslimiyetçi politikalardan tam kurtulup menfaat ilişkileri içerisinde güveneceği müttefik ülkeleri belirlemek, ona göre politikalar geliştirmek durumundadır.
Türkiye'nin ikinci mühim siyaseti millî birlik ve beraberliğini içerideki tüm unsurlarıyla birlikte sağlama yolunda ilerlemek olmalıdır. Muhalefet partileri, Devlet Bahçeli Bey'in son bir yıldır takip ettiği "Türkiye'nin tam istiklali için birlik partileri" tezini iyi anlamalıdır. Başkanlık sistemi bütün organlarıyla işler hâle getirilmelidir. Yoksa Türkiye gemisi okyanusta çok büyük ve fırtınalı bir dalganın içerisine doğru girmektedir. Bu dalgaların arasından başka türlü sıhhatli çıkmak çok ama çok zor olabilir.
TEFEKKÜR
Kim ki kaldı ikilikde yâr değil
Yoğa saygıl sen anı kim var değil
Türkiye Gazetesi
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil