19. yüzyıl ortalarına kadar metal, ahşap ve taş levhalarda uygulanan gravür sanatı, zamanla farklı malzemelere de baskı tekniğiyle uygulandı. Matbaanın ortaya çıkışı ile altın çağını yaşayan ve kültürel geçmişimizle, yaşadığımız kentin gelişimi ve değişimi ile ilgili olarak bize görsel bir bilgi veren gravürler, sanatsal niteliklerinin yanında belgesel bir nitelik de taşırlar.
Fotoğraf makinesinin bulunuşundan önce resim ve çoğaltma tekniği olarak kullanılan gravür; Fransızca "gravure", Osmanlıca "hakk" kelimeleriyle ifade ediliyordu. Osmanlı Dönemi'nde ilk basılan ilk gravürlerin 1559 yılında Tunuslu Hacı Ahmet tarafından yapıldığı kaydedilir. 1648 de ise IV. Murat Dönemi'nde Katip Çelebi (1609 - 1657) Cihannüma adlı kitabını hazırlamaya başlıyor ve bu kitapta Osmanlı topraklarına ait haritalar gravürle basılıyor. 1729 yılında İbrahim Müteferrika'nın (1674-1745) "Tuhfet'ül-Kibâr" adlı 85 sayfa, 3 harita ve bir şekilden oluşan Osmanlı deniz tarihi ile ilgili bin adet basılan eseri de bu alanda önemli bir örnek kabul edilir.
AĞAÇ ÜZERİNE KABARTMA VE METAL ÜZERİNE KAZIMA
15. yüzyılda altın ustaları metal üzerine kazıma ve baskı yöntemlerini geliştiriyor. Böylelikle ahşap levhanın yanı sıra metal levhalar da baskı için uygun hale geliyor. Ağaç üzerine kabartma ve metal üzerine kazıma, 19. yüzyıla kadar gravürde temel teknikler olarak kalıyor. Bu konuda geniş çaplı akademik çalışmaları bulunan Prof. Dr. Necla Arslan Sevin, matbaanın icadıyla birlikte bu sanatın yaygınlaştığına dikkat çekiyor.
Sevin, 19. yüzyılı gravürün büyük atılım çağı olarak değerlendiriyor ve ekliyor: "Yüzyıl ortalarında fotoğrafın ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başlamasına kadar basılan gravürler, neredeyse geçmiş yüzyılların üretiminden fazlaydı. Gravür ve litografi atölyeleri Avrupa'daki tüm sanat okullarının temel birimleri haline gelmişti. Gelişen ve ucuzlayan baskı teknolojileri sayesinde kitaplar içindeki resimlerin sayısında büyük artış yaşandı. Özellikle grafik sanatlarının bir dalı olan afiş litografinin sunduğu renkli baskı olanağı sayesinde altın çağını yaşadı."
GRAVÜRÜN OSMANLI COĞRAFYASINDAKİ ÖYKÜSÜ
Osmanlı Dönemi'nde ilk basılan ilk gravürlerin 1559 yılında Tunuslu Hacı Ahmet tarafından yapıldığı kaydedilir. Dünya haritası çalışan, coğrafya ve diğer ilimlere dair eğitimini Fas'ta alan Tunuslu Hacı Ahmet ilk dünya haritasını Venedik'deki esareti sırasında yapıyor. Baskılardaki yabancı dilleri aynı dönem Türkçe'ye çevirdiği tahmin ediliyor. Müslümanlara faydalı olmak için yaptığı haritayı beraberinde ülkesine götürmek isteyen Hacı Ahmet'in baskıları 236 yıl sonra 1795 yılında bulunarak bu kalıplardan 24 baskı alınıyor. Daha sonra bu çalışmaların Venedik St. Mark Kütüphanesi'ne bağışlandığı biliniyor.
1648 yılında IV. Murat Dönemi'nde Katip Çelebi (1609 - 1657) Cihannuma adlı kitabını hazırlamaya başlıyor ve bu kitapta Osmanlı topraklarına ait haritalar gravürle basılıyor. 1729 yılında İbrahim Müteferrika'nın (1674-1745) "Tuhfet'ül-Kibâr" adlı 85 sayfa, 3 harita ve bir şekilden oluşan Osmanlı deniz tarihi ile ilgili 1000 adet basılan eseri de bu alanda önemli bir örnek kabul ediliyor. Müteferrika'nın 1730 yılında yayınladığı "Kitab-ı Hindi Garbi" adlı eseri gravür tekniklerle hazırlanmış bir başka eseri olduğunu biliyoruz. 94 sayfa ve 3 haritadan meydana gelen bu kitap da 500 adet basılmış. Ayrıca kendisi Katip Çelebi'nin Cihannuma'sını 1733 yılında tekrar bastığında haritalar için bakır kalıp kullanmıştır. Matbaa, 1735 -1743 yılları arasında faaliyetini durduruyor. İbrahim Müteferrika bu kitaplardan başka 4 adet de harita basıyor. 1730 yılında İbrahim Müteferrika ile İstanbul'da başlatılan bu resim kalıbı yapabilme tekniği yukarıda anlatıldığı gibi genelde kitap baskı işlerinde kullanılıyor. 1800'lerde taş baskı tekniğinin uygulanmasıyla gravür kitap dışına çıkmaya başlıyor.
DİKKAT ÇEKEN BASKI RESSAMIMIZ: RESSAM HOCA ALİ RIZA
1900'lerin başında ise dikkati çeken bir baskı ressamımız vardır ki o da Ressam Hoca Ali Rıza'dır. Çeşitli asker okullarında resim öğretmenliği yapmış Hoca Ali Rıza, karakalem çizgilerle yüzlerce resim çizmiştir. Onun bu çizgi resimleri daha sonra Askeri Rüştiye öğrencileri için örnek olmak üzere, taş baskı tekniği ile basılır ve albüm şeklinde yayılır. Hoca Ali Rıza'nın bu taş baskı resimleri, Türk özgün baskı resim sanatının da ilk öncüleri sayılır.
Gravür sanatının Türkiye'deki gelişiminin bir diğer göstergesi kahvehane resimleri olarak tanımlanan baskı resimlerdir. Taş baskı tekniği ile yapılmış bu resimlerin, uzun yıllar kahvehane duvarlarında, evlerde ve iş yerlerinde asıldığı için bu isimle anıldığını görüyoruz.
Sanatçısı belli olmayan bu baskılarda genellikle Meşrutiyet, Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Karacaoğlan, Köroğlu, Zaloğlu, Kerem ile Aslı, Deniz Kızı, Demir Pehlivanın Aslanla Güreşi, Ferhat ile Şirin, Hazreti Ali'nin Devesi, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim gibi konular işlenir.
SANAYİ-İ NEFİSE MEKTEBİ'NDE ATILAN TOHUMLAR
Osmanlı'da sanat eseri niteliğindeki gravürler Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kuruluşuyla başlar. 1882 yılında açılan Sanayi-i Nefise Mektebi'nde bizdeki adıyla hakkaklık bölümü açılır. Burada Nesim Usta 1923 yılına kadar hakkaklık atölyesinde çalışır. 1923 yılında bölüm son mezunlarını verir. 30 yıl boyunca eğitim verilen bu bölümde her yıl on öğrenci yetiştirilir.
Sanayi Nefise Mektebi 1927 yılından itibaren Güzel Sanatlar Akademisi olarak değişir. Belgrat Güzel Sanatlar Okulu'nda eğitim gören Sabri Berkel'in bu yıllarda geliştirdiği teknikler, çizgi gücü ve ustalığı ile litografide yeni olanaklar sağlar. Doğa konuları ve figür çalışarak soyut resimde başarı elde eder. 1936 yılında başlayan Gazi Eğitim Ensititüsü Resim Bölümü'nde oyma basma çalışmalarıyla sanatsal olarak özgün bir şekilde başlar. Bu dönemde atölyede çalışan bazı sanatçılar arasında Turgut Zaim, Aliye Berger, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Nevzat Akoral, Cemal Tollu, Orhan Peker, Neşet Günal, Gündüz Gölönü ve Mustafa Pilevneli gibi isimler vardır.
BUGÜN TAMAMEN SANAT OLARAK İCRA EDİLİYOR
15. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlayan resimli kitaplar içinde gravür tekniğinin en yaygın kullanıldığı gruplardan birinin seyahatnameler olduğunu görürüz. Diplomatik, ticari, bilimsel, askeri, edebi ve sanatsal nedenlerle seyahat eden kişilerin gittikleri yerden yazdıkları anıları mektupları değerlendirme ve yorumlarını içeren bu kitaplara giren resimlerin sayısı yüzyıllar içinde artıyor ve 18. yüzyıldan başlayarak resim, seyahatnamelerin ayrılmaz parçası haline geliyor.
Kısaca özetlersek, gravür 19. yüzyıla kadar sanat olarak tatbik edilmesinin yanı sıra belgeleme tekniği olarak kullanılmaya devam ediyor. 20. yüzyılın ikinci yarısında gezgin ve turistler fotoğraf makinelerini de beraberinde getirmeye başlamasıyla hızla gelişen ve yaygınlaşan fotoğraf makinesi ilk etkisini gravürler üzerinde gösteriyor. Seyahatname türü daha uzun bir süre önemini sürdürmekle birlikte artık bunların büyük bölümünde gravür yerine fotoğraf kullanılmaya başlıyor. Bu durum gravür sanatı için bir nevi ivme olarak kaydedilir ki, 16. yüzyıldan bu yana farklı tatbikleri bulunan gravür sanatı bugün tamamen sanat olarak icra ediliyor. (Prof. Dr. Necla Arslan Sevin- Neva Polat)