İngiltere'de yaşayan Alman asıllı orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Crusoe, babasının tüm itirazlarına karşın, dünyayı gezme hayalleri ile yolculuğa çıkar ve bu sırada karşılaştığı olayları bir bir anlatır.
298 yıl önce Daniel Defoe tarafından yazılan bu roman dünyaca ünlenmiş, ıssızlarda yaşamın adeta bir temsilcisi olarak akıllarımızda kendine yer edinmiştir. Daha ilginç olanı ise, bu kitabın 12'inci yüzyılda yaşayan İbn Tufeyl'in, "Hayy bin Yakzan" adlı eseriyle benzerliğidir.
İSLÂM FELSEFESİ TARİHİ İÇİN ÖNEMLİ BİR ESER
Ebû Bekr Muhammed bin Abdulmelik bin Tufeyl, Batılılar tarafından "Ebubacer" olarak anıldı. Bir süre Gırnata'da kâtiplik yapan İbn Tufeyl, daha sonra Muvahhidîlerinden Ebu Yakub Yusuf'un veziri oldu.
İbn Tufeyl, riyaziye, tıp, felsefe ve şiirle meşgul oldu. Risale Fi'n Nefs adlı eseri çok ünlü olan ve tıp konusunda İbn Rüşd'le karşılıklı yazışmaları olan İbn Tufeyl, 1185 yılında Marakeş'te öldü.
İbn Tufeyl'in günümüze kadar ulaşmış olan Hayy bin Yakzan adlı eseri, İslâm Felsefesi Tarihi'nde geniş kitlelerce tanınır.
Hayy'ın ıssız bir adada kendiliğinden dünyaya geldiği ya da annesinin denize bıraktığı bir sandığın dalgalarla ıssız adaya sürüklenmesi sonucu, adada hayatını devam ettirdiği kaydedilir.
ROBINSON CRUSOE'DAN ÖNCE HAYY BİN YAKZAN
İbn Tufeyl, Hayy bin Yakzan adlı bu eseri bir roman gibi yazmıştı. Hayy'ın bu ıssız adada kendiliğinden var olduğu görüşünü, İbn Tufeyl tercih eder. Hayy, burada tek başına büyümüş, hiçbir eğitimden geçmemiş, bilgileri insanlardan değil, olayların akışı ve deneylerle öğrenmiştir. Aslında Hayy'ı bir ceylan emzirerek büyütmüştür.
Yürüyecek yaşa gelince ağaçların özlerini ve meyvelerini yiyerek yaşamaya devam etmiş, yapraklardan kendisine elbise yapmıştır. Böylece teknik bilgisini arttırmıştır.
Ceylan ihtiyarlayınca onun bakımını üzerine almış, ölünce de cesedin ruhun terk ettiğini anlamıştır. Ayrıca aklını kullanarak ada içinde dolaşıp yeni besinler elde etmiştir.
Zamanla aklî bilgilerde de ileri gitmiş, olaylar arasında bağlar kurmaya çalışmış, bir nedensellik olduğunu anlamıştır. Cisimlerin yer kapladıklarını ve hareket ettiklerini görmüş, daha sonra canlı varlıkların sonlu olduğunun bilincine varmıştır.
HAYAT DENEYİMLERİNİN İLİMLE ÖRTÜŞTÜĞÜNÜ KEŞFEDİYOR
Sufilerin yaşadığı derûnî hayata nüfuz etmiş, benliğini eriterek Allah'ta yok olma yolunu tutmuştur. Şevk ve manevî zevk yoluyla sonsuz kurtuluşa yönelmiştir. Bu dünya sıkıntılarından kurtulup manevî hakikatlerde devamlı yaşamayı dilerken Apsal ile karşılaşmıştır.
Salamon ve Apsal başka bir adada toplum içinde yaşayan iki arkadaştır. Gerek Salamon ve gerekse Apsal hakikati bulmaya çalışmışlardır. Toplumun başkanı olan Salamon şeriatın zahirine önem vermiş; Apsal ise, tefekküre ve derunî bilgilere önem vermiştir. Ayrıca yalnızlığı sevmiştir. Neticede yalnız yaşamak üzere civarındaki ıssız adaya gitmiştir. Orada Hayy'la karşılaşmıştır. Ona konuşmayı öğretmiştir. Ayrıca Allah'ın dinini ve ibadet biçimlerini öğretmiştir.
Hayy da Apsal'a, kendi düşüncelerini anlatmıştır. Böylece Hayy'ın düşünceleri ile şeriatın bildirdiklerinin aynı olduğunu görmüşlerdir. Apsal'ın yüreği yanmış ve kalp gözü açılmıştır. Düşünce mahsulü ilimlerle naklî ilimlerin birbirini tutması, onları sevindirmiştir. Neticede, tam anlaşan iki arkadaş olmuşlardır.
FELSEFÎ VE MANEVÎ DÜŞÜNCEYİ AKTARMAYA ÇABALADILAR
Hikmetle şeriatın, başka deyimle felsefi düşüncelerle şer'î ilimlerin aynı gerçeği ifade ettiğini görmek onları son derece hoşnut etmiştir. Beraberce Salamon'un bulunduğu adaya gitmeye karar vermişlerdir. Gittikleri adada halka ilahi hakikatleri belirten düşünceleri anlatmaya başlamışlardır.
Hayy bu düşünceleri anlattıkça, halk memnun kalmamıştır. Felsefî ve manevî düşüncelerdeki incelikleri kavrayamamışlardır. Neticede Hayy, onları daha çok gerçeğe ulaştırmak yolundaki gayretlerinin çıkmaza girdiğini, yarardan çok zarar verdiğini görmüştür. Halkın heva ve hevesten, alıştığı törelerden sıyrılmadığını görmekle üzülmüştür. Ve neticede arkadaşı Apsal ile öteki ıssız adaya dönmüşlerdir.
ŞERİAT VE AKIL AYNI İLAHÎ HAKÎKÂTTENDİR
Hayy Bin Yakzan'da geçen bu olayda sonuç şudur: Peygamberler şeriatın zahirine verdikleri önemlerde haklıdırlar. Kültürsüz halk gerçekleri kolay kolay anlayamaz. Onlar dinin zahirine önem vermelidirler. Manevi hakikatlerin özünü anlamaya herkesin gücü yetmez. Sezgi, işrâk ve felsefe yoluyla ilahi gerçekleri anlamak her insanın işi değildir. Hayy ve Apsal, ıssız adada ölünceye kadar tefekküre dalarak ve ibadet ederek zamanlarını değerlendirmişlerdir.
İbn Tufeyl, bu eseriyle insanın şeriat gelmese de, aklı ile gerçekleri bulabileceğini ve ilahi sırlara dalabileceğini anlatmak istemiştir. Ona göre şeriat ve akıl aynı ilahi hakikattendir. Şeriatın akla aykırı olduğunu sananlar te'vilin kurallarını bilmeyenlerdir. Riyazât, züht ve tasavvuf yolu aklın maddi kayıtlardan kurtulmasıyla mümkündür. Zahirle bâtın arasındaki anlaşmazlık bâtında değil, görünüştedir. Her insanın bâtını görmeye gücü yetmez. Böylece İbn Tufeyl, dinle felsefeyi uzlaştırmak istemiştir.
LATİNCE'YE ÇEVRİLDİ VE BATIDA BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ
İbn Tufeyl'in sözü geçen Hayy bin Yakzan adlı eseri Batılıların epey dikkatlerini çekmiş, bu nedenle Latince'ye çevrilmiştir. Moise de Narbonne bu eserin güçlü bir açıklamasını yapmış, Latincesi ve Arapçası 1671 tarihinde Oxford'da yayımlanmıştır.
Daha sonra Latince metin İngilizce'ye de çevrilmiştir. Hayy bin Yakzan, Hollanda diline, Almanca'ya ve Fransızca'ya da çevrilmiş, Babanzâde Reşit tarafından Türkçe'ye de tercüme edilmiştir.
Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Türk – İslâm Düşünürleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989.