Emevi Devleti'ne karşı düzenlenen isyanların en büyüğü Abbasiler tarafından yapılmıştı. Hz. Peygamber'in amcası Abbas'ın soyundan geldikleri için, halifelikte hak iddia eden Abbasiler'in gücü, Arap olmayan Orta Asya ve İran kökenli Müslümanlardan kaynaklanıyordu.
BAĞDAT BİLİM VE KÜLTÜR MERKEZİ OLDU
Devlet yönetimi, Suriye'den Irak'a alındı. 762'de eski adı Medinetü'l Mansûr (Mansûr'un şehri) olan Bağdat, başkent olarak imâr edildi. Bağdat kısa sürede, özellikle de Halife Harûn el Reşid zamanında, Arap dünyasının dışındaki pek çok sanatın da etkilerine açık bir bilim ve kültür merkezi oldu. Abbasiler, Orta Asya'dan İspanya'ya, Anadolu'dan Hicaz'a kadar uzanan bir coğrafyaya yayılmış, büyük bir imparatorluk kurmuşlardı.
Halife el Mu'tâsım döneminde ise başkent, Dicle kıyısında yeni kurulan Samarra'ya taşındı. Abbasi Devri'nin en önemli merkezlerinden biri olan Samarra, Dicle'nin batı kıyısında, Bağdat'ın 100 km kuzeyinde yer alır. Şehir, Abbasi Halifesi el Mu'tasım tarafından, 836'da emrinde bulunan, sayı ve etkileri giderek artan Türk asker ve kumandanlar için kurulmuştu.
TÜRK ASKERLERİNİN MAHARETLERİNİ GÖRDÜLER
Orta Asya'dan esir olarak getirilen ancak kısa sürede büyük güç kazanan Türk askerleri hakkında ilk bilgiler, Halife Harun el Reşid zamanına rastlar. 786/7'de Tarsus'taki önemli askeri garnizonun kumandanı bir Türk'tü. Savaştaki ustalıkları görülerek her yıl giderek daha fazla sayıda Türk askeri getirtildi. Yerli halk ile askerler arasında baş gösteren sürtüşme nedeniyle de, Halife el Mu'tasım, Bağdat'ı bırakıp Dicle'nin batı kıyısında yeni bir yerleşme kurulması kararını aldı.
Eski bir Hıristiyan manastırının bulunduğu sahada kurulan Samarra veya bazen yazıldığı gibi Surre-mân-râ, ülkenin her yerinden çağrılan ustaların katıldığı bir imar faaliyetine sahne oldu: Suriye, Antakya, Basra ve Bağdat'tan getirilmiş her çeşit ağaç ve mermer malzeme kullanıldı.
Geniş inşaat alanı ise, olağanüstü büyüklükte yapılara izin vermiş, sadece dinî değil, sivil yapılarda da ölçek geniş tutuldu. Kaynaklar, Samarra şehrinin yiyeceğinin, Dicle'yi aşan bir köprü ile varılan batı kıyısındaki tarla ve bahçelerden; suyunun ise tuzlu su veren kuyular yerine, Dicle'den tulumlarla katır ve deve sırtında getirildiğini yazar.
MİMARİ ESERLERİ BUGÜN DAHİ AYAKTA
Halife el Mu'tasım'ın emriyle Saray erkânı ve kumandanların da, kendi adları ile anılan, saraylar yaptırarak katıldığı yapı faaliyeti ile kısa sürede gelişen Samarra, en parlak dönemini Halife el Mutavakkil zamanında (847-861) yaşadı. Bugün ayakta kalan en önemli mimari eserler, al Mutavakkil Cami, Hilafet Sarayı, Balkuvara, Kasrü'l Aşık, Kubbetu's Süleybiyye ve Cevzak Saraylarıdır.
20'inci yüzyılın başında H. Violett (1907) ve G. Bell (1909) gibi araştırmacıların ilgisini çeken Samarra, 1911-13 yıllarında Friedrich Sarre ve Ernst Herzfeld tarafından yapılan büyük bir kazıyla gün ışığına çıktı. Büyük bir ekiple sürdürülen, askeri uçakların hava fotoğrafı alımında, Sahra demiryolunun ise, taşımada kullanıldığı kazı çalışmalarının 1911'e rastlayan ilk bölümünde, kıvrımlı minaresiyle Halife el Mutavakkil Cami, evler, Kasrü'l Aşık, Kubbetu's Süleybiyye ve Balkuvara Sarayları ortaya çıkarıldı.
1912 yılı Aralık ayından, 1913 Temmuz'una kadar süren ikinci kazı dönemi ise, özellikle Halife al Mutâsım'ın sarayı olan Cevzak Sarayı'nda yoğunlaştı ve olağanüstü ürün verdi.
EVLERİN MİMARİ YAPILARI AYNIYDI
Birinci kazı yılında çıkarılan evler, Samarra'daki günlük yaşamın boyutları hakkında ilginç ipuçları veriyor; evlerin hepsinde plan, birbirine benziyor; yoldan eve, üstü kapalı bir geçitle girip, dikdörtgen bir avluya varılıyordu. Orta halli evlerde bile oda sayısı 50'yi buluyordu. Zengin evlerinde ise, 800 m'yi bulan cepheler mevcuttu.
Evlerin hepsinde bir dizi iç avlu yer alıyordu. Hiçbir merdiven izine rastlanmadı, diğer buluntu izleri de, bunların tek katlı olduğu görüşünü doğruluyor. Planın, evin ayrı yerlerinde bulunan tekrarı, bunların Harem-Saray (Harem-Birun) veya kış-yaz bölümleri olduğunu ortaya koyuyor.
Evlerin hepsinde hamam, kanalizasyon, çoğunda da havuz vardı. Bazısında bodrum hacimleri, bazısında ise, tıpkı Pompei veya Fustat'tan tanıdığımız dükkân dizileri bulundu.
Oturma düzeninin yerde olduğu bir hacimde önemi olan taban alçı süslemeleri, zeminden 1 m. yukarıda biter, onun üzerinde ise figürlerin de yer aldığı duvar resimleri uzanırdı.
Yapı malzemesi olarak kerpiç tuğla kullanılmıştı. Pişmiş tuğla, sadece su yolları ile ev ve avluların döşemesinde bulundu.
KAZILARDAN ELDE EDİLEN ESERLER DÜNYA MÜZELERİNE DAĞILDI
Samarra kazılarında en önemli buluntular ise şüphesiz Cevzak Sarayı'nda ortaya çıkarılanlardır.
Son derece büyük bir alana yayılan yüksek duvarlar arkasında geniş polo sahaları, yeraltı geçitleriyle birbirine bağlı bölümler, Taht Odası ve Harem'in yer aldığı bölüm, Saray'ın tavan ve duvarlarını süsleyen resim, taş ve ahşap süsleme parçaları, bu kazıda çıkarıldı.
Samarra kazılarında ele geçen ve Sâsani resim sanatı geleneğinin son uzantısı addedilen duvar resimleri, Turfan kazılarında da çalışmış uzman restoratör Dr. Bartus tarafından yerlerinden alındı. Başta dönemin halifesinin sarayında yer alan ve çoğu; insan da dâhil olmak üzere figürlü olan bu resimler, sanata olan hoşgörüyü göz önüne serer.
Osmanlı Devleti'nin onayıyla, bir bölümü 1913'te Berlin Kaiser Friedrich Müzesi'ne götürüldü. Bunlar ve İstanbul'a Çinili Köşk'e getirilenlerin dışında kalıp Samarra'da bırakılanlar, 1917'de İngilizler'in Bağdat'ı almasından sonra Londra British Museum'a taşındı. Bu malzemenin büyük bölümü buradan Londra Victoria and Albert, Paris Louvre, Kopenhag, New York Metropolitan, Boston Fine Arts ve Ohio Cleveland Müzelerine dağıldılar.
Pek çok saray, konut, cami ile donatılan Samarra'nın ömrü, kanlı saray isyanları nedeniyle sadece 45 yıl sürdü ve başkent yeniden Bağdat'a taşındı.
İSLÂM SANATINDA İLK DEĞİŞİM RÜZGÂRI
Erken İslâm sanatında ilk değişiklik rüzgârları, Abbasi dönemiyle esmeye başlar. Emevi sanatıyla bağlar, şüphesiz hâlâ sürer. Samarra kenti saraylarının duvar resimleri, Sasani sanatının son izlerini taşır; ancak yeni malzemeler, yeni biçimler denenmeye başlanmıştır.
Abbasi Devleti döneminde Bağdat ve Samarra'da ortaya çıkan mimari ve süsleme üslubu, Mısır ve Suriye'deki Tolunoğulları (868-905) ve Orta Asya'daki Sâmaniler tarafından da örnek alındı. Aynı şekilde, Samarra'da karşımıza çıkan seramik tekniği, daha sonra bütün İslâm dünyasında geniş yaygınlık kazandı. Abbasi Dönemi'nde yaratılan hat sanatı örnekleri ise, İslâm yazı sanatının temel taşlarını oluşturdu.
1055'te Bağdat'ın Büyük Selçuklu İmparatorluğu tarafından fethi, Abbasi Halifeliğini, sadece bir dinî görev alanına sınırladı; 1258'de Moğol istilası ve Moğol hükümdarı Hülâgü'nün Bağdat'ı ele geçirip, Abbasi halifesi el Müstâsım ve oğullarını öldürtmeleri ile Abbasi Devleti son buldu.
Türk İslâm Eserleri Müzesi'nde yer alan Abbasi Dönemi eserleri, Samarra'da yapılan kazılarda çıkarılan ve Osmanlı İmparatorluğu hissesine düşüp İstanbul'a getirilen bölümdür.
SERAMİK TABAK
9. yüzyıl, çapı: 27 cm.
Düz dışa dönük kenarlı, hafif çukur, açık yeşil zemin üzerine koyu yeşil lekelerle bezenmiş tabak, akıtma tekniği ile sırlanmıştır. Samarra kazı buluntusu olan tabak, restore edilip tümlenmiştir.
Müzeye kazı sonrasında depolandığı Çinili Köşk'ten 1941 yılında getirilmiştir.
KAPAKLI MERMER KÂSE
Samarra, 9. Yüzyıl, yükseklik 17 cm, çap 21,5.
İnce, alçak kaideli, kapaklı küpün şişkin gövdesi üzerindeki bezemeler, kabartma tekniği ile yapılmıştır.
Gövdede yer alan dört adet yuvarlak madalyon içinde sekiz yapraklı rozetler işlenmiştir. Madalyonların arasındaki bitkisel bezemeler, gövdeyi çepeçevre dolamaktadır. Bordürün altında ve kapağın üzerinde mekik şeklinde kabartma desenler bulunur. Küpün ağız kısmı noktalı kenar bordürü ile çevrilidir. Kapağın üstünde iri bir çiçek rozeti, yapraklar arasında hilâl motifleri göze çarpar. Erken İslâm Dönemi'nde sevilerek kullanılan ve önceki kültürlerden etkiler taşıyan bitkisel bezemeler, rozetler ve stilize yapraklardan oluşan üslubun en tipik örneğidir. Tamirlidir.
Müzeye kazı sonrasında depolandığı Çinili Köşk'ten 1941 yılında getirilmiştir.
MERMER SÜTUN BAŞLIĞI
9-10. yüzyıl, 33x31x33 cm
Su mermerinden, oyma tekniğinde işlenmiş bir sütun başlığıdır. Başlığın gövdesi volütlü kıvrımlarla son bulan stilize lotus-palmet esasına dayanan bitkisel bir kompozisyonla bezelidir. Volütler dört köşede taşkın sarkıtlar oluşturur. Bu sarkıtlardan ikisi eksik olup köşeleri kırıktır.
Sütun başlığının üst alınlığının bir yüzeyinde kazıma tekniğinde İbranice yazılmış bir kitabe yer almaktadır. "Kutsal üçlü adına bu sütunları diktiler" anlamına gelen bu metin, sütun başlığının antik devirde dinî bir yapıda kullanıldığı veya sonradan işlendiği olasılığını beraberinde getirmektedir.
Emevi ve Abbasi dönemlerinde Helenistik-Roma, Antik Mezopotamya kültürlerine ait devşirme parçaların hem dinî hem de sivil mimaride bolca kullanıldığı bilinmektedir. 1905-1908 yılları arasında Kuzey Mezopotamya'da yapılan kazılarda bulunmuş beş mermer sütun başlığından biri olan eser, devşirme malzemenin İslâm dünyasında kullanıldığını göstermesi açısından önemlidir.
Samarra buluntularından olan eser, müzeye 1917 yılında getirilmiştir.
MERMER TEZYİNAT PARÇASI
9. yüzyıl, 83x36 cm
Beyaz mermerdendir. 9. yüzyılda Samarra'nın, saray ve evlerinde görülen kalıplama tekniğinin uygulandığı stuko kaplamalar ile ahşap oymalarında görülen özellikleri taşıyan duvar pervazının bir parçasıdır. Zeminde alt ucu yelpaze şeklinde sonlanan stilize palmet motifi yer alır. Sasani sanatında görülen ve inci dizileri olarak adlandırılan düzenli sıralanmış yuvarlar dizeler, kaplamanın kenar bordürünü oluşturur. Zeminde yer alan kompozisyon, "Eğri kesim" tekniği kullanılarak, Samarra I üslubunda işlenmiştir.
Eğri kesim tekniği, Hun sanatından beri bilinen, ilk kez Orta Asya Türk sanatında özellikle İskit Dönemi'ne ait kurganlarda bulunan at koşum takımları, dekoratif amaçlı eşya ve heykeller ile Avrasya hayvan üslubu etkili ahşap, maden, kemik işçiliğinde görülür. Orta Asya kökenli bu tekniğin 8. yüzyıldan itibaren Yakındoğu'ya gelen Türklerle birlikte bu bölgeye taşındığı sanılmaktadır.
9. yüzyılda Abbasi sanatına giren eğri kesim tekniği, işlenişi bakımından Abbasi sanatında mevcut yerli Hıristiyan, Helenistik, Roma, Sasani etkili bitkisel unsurların ağır bastığı süsleme motiflerinin işlenişine uygunluk göstermiştir. Eğri kesimden kaynaklanan derinlik, esere özellikle motif tekrarlarında etkili bir görünüm kazandırmaktadır.
İslâm sanatında büyük bir uygulama alanı bulan bu üslubun mermer malzemedeki örneği olan kaplama parçası, Samarra buluntularındandır.
Müzeye kazı sonrasında depolandığı Çinili Köşk'ten 1941 yılında getirilmiştir.
DUVAR RESMİ PARÇASI
9. yüzyıl, 24x17 cm
Sıva üzerine doğal boya ile yapılmıştır. Samarra'daki saray yapılarının çoğunda tüm duvar yüzeylerini kapladığı bilinen resimlerde, katı İslâmî kuralların aksine, insan figürleri yer almış ve son derece gerçekçi bir üslupta resmedilmiştir.
Krem rengi zemin üzerine, profilden siyah boya ile betimlenmiş olan bu portre, Sasani sanatındaki tiplemelerin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıntılı olarak boyanmış göz ve kaşların, realist resmedilmiş kulak ve saçın aksine, ağız ve burun, soyut çizgilerle verilmektedir. Genel kompozisyonu bilinmeyen sahnenin sol kenarında turuncu ve siyah bir çizgi göze çarpmaktadır.
Samarra duvar resimlerinde gördüğümüz bu tiplemelerin yerine, daha sonraki yüzyıllarda giderek Uygur duvar resimlerinden tanıdığımız, şişkin yanaklı, çekik gözlü yüzler alacaktır.
Samarra kazılarının Cevzak Sarayı'nda yoğunlaştığı 1912 yılında bulunan duvar resimleri, dönemin en ünlü restoratörlerinden Bartus tarafından özel bir teknikle duvardan alınmıştır. Geçen zaman içinde solan renklerine rağmen, Erken İslâm Dönemi'nin en nadide örneklerindendir.
Müzeye, kazı sonrasında depolandığı Çinili Köşk'ten 1941 yılında getirilmiştir.
AHŞAP OYMA PARÇASI
9. yüzyıl, 34x14 cm
Ahşap üzerine oyma bezeme parçasıdır. Bezeme kompozisyonu, uçları volütlü kıvrımlarla sonlanan stilize palmet yapraklarının ritmik tekrarından oluşur. Yüzey, Samarra I üslubunda eğri kesim (mail kesim) tekniğinde işlenmiştir. Bu üslup, genelde bir volütle son bulan, dalgalı, sürekli tekrarlanan çizgilerle gerçekleştirilen bitkisel motiflere, çoğu kez tam ve yarım palmet motiflerinin tekrarına dayanır. Müzeye 1941 yılında getirilmiştir.
Türk-İslâm Eserleri Müzesi kataloğundan derlenmiştir.