Yakın tarihe damgasını vurmuş şahsiyetlerden ve İspanya'yı 1936-1975 arasında 40 seneye yakın kadife eldivenli demir elle idare eden Franco'nun anıt-mezarı, reaksiyon üzerine taşınıyormuş.
Kim ne derse desin, Francisco Bahamonde Franco (1892-1975), isminin beraber anıldığı yakın tarihin öteki diktatörlerine pek benzemez. "Franquismo" diye anılan bu devre, İspanya yakın tarihinde yıkıcı değil, yapıcı bir devreyi teşkil eder.
Stalin, Mao, Hitler ve benzerleri gibi, asırlardır yaşayan ananeleri yıkan, halkın kültürünü yok eden, insanların canını yakan, hâsılı bir milletin hayatını altüst edenlerden değildir. Bilakis İspanya'yı İspanya yapan değerleri muhafaza etmiş, köylüleri tutmuş, dini desteklemiş, nihayet demokrasinin önünü açmıştır.
YA DENİZCİ OLSAYDI
Franco'nun babası sefih bir adamdı. Ama o, koyu Katolik bir kadın olan annesinin tesirinde büyüdü. Ailesinin diğer ferdleri gibi deniz subayı olacakken, talebe kontenjanının dolması üzerinde piyade oldu. Bu hâdise, hayatını değiştirdi. Denizci olsaydı, belki kimse kendisini tanımayacaktı.
Göz dolduran meziyetleriyle 23 yaşında ordunun en genç yüzbaşısı oldu. Yıllarca o zaman İspanyol müstemlekesi olan Fas'ta vazife yaptı. Yabancılar lejyonu isyanını bastırınca kahramanolarak tanındı ve 34 yaşında generalliğe yükseltildi.
1931'de belediye seçimlerini cumhuriyetçilerin kazanmasına içerleyen liberal Kral Alfonso tahtı ve memleketi terk etti. Bunu fırsat bilip iktidarı ele alan komünist cumhuriyetçiler, kralcı bilinen Franco'nun rütbesini indirdilerse de, birkaç sene sonra yine liyakatiyle terfi edip general oldu.
"ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR"
1936'da çıkan siyasi kriz üzerine cortes (parlamento) dağıldı. Kendilerine cumhuriyetçi diyen komünistler, grevleri körükleyip şaibeli bir seçimle iktidara gelerek memleketi iç savaşa sürükledi. Komünistlerce Kanarya Adaları'na sürülen ve memleketin bir Sovyet Peyki hâline gelmesinden korkan Franco, oradan neşrettiği bir beyannameyle kralcı ve sağcı subayları kıyama çağırdı. Kendisi de monarşist kuvvetlerin başına geçti.
Kilisenin de destek verdiği bu daveti büyük akis buldu. Böylece başlayan büyük ve kanlı iç savaşa, dünyanın her yerinden sosyalistler, hatta romantik yazarlar, şairler de komünistlerin yanında iştirak etti. Harbe bizzat katılan Hemingway'in Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanı bu günleri tasvir eder. Amerikan iç savaşından sonra tarihin en uzun ve kanlı iç savaşıdır.
Rusya, Fransa, İngiltere, hatta Amerika komünistlere; İtalya ve Almanya, kralcılara destek verdi. İyi talimli Fas birlikleri, kralcıların; işçiler, Basklar ve Katalanlar, komünistlerin safında çarpıştı. Müttefiklerin komünistleri tutması, Hitler'i güçlendirdi. Ancak zafer kralcıların oldu. Bunda, subayların çoğunun monarşist olması da rol oynadı.
KRALLIĞIN RESTORASYONU
Nihayetinde Franco, kralı olmayan bir krallıkta, askerî bir diktatörlük kurdu. Yalakaları kendisineCaudillo (Büyük Önder) unvanını taktılarsa da, o emsallerinden farklıydı. Alman ve İtalyan faşizminden uzak durarak sivil bünyeyi güçlendirdi. Fakir ve yıkık memleketini II. Cihan Harbi'ne sokmadı. Tarafsızlığını muhafaza eden İspanya, Nazi zulmünden kaçabilenlerin sığındığı birmelce ve geçiş yeri oldu. Müttefiklerin kazanacağını anladı; Amerika ile irtibatını koparmadı.
Harb bitince, dünya Franco'yu tecrid etti. BM, İspanya ile irtibatını kesti. Amerika ve Sovyetler onu devirmeye çok uğraştı. Franco, hepsine katlandı. Solcu entelektüellerin de katkısıyla, Franco hakkında umumi bir nefret kampanyası yürütüldü. Evet o, 1 milyondan fazla İspanyol'un ölümüne sebep olan komünist cumhuriyetçilere karşı merhametli davranmadı; ama Hitler ve Mussolini gibi imparatorluk hayallerine de kapılmadı. Onların İspanya'ya nüfuz etmesini önledi.Katı ve gerçekçi bir politikayla memleketin yaralarını sarmaya çalıştı. Portekiz'in sağcı diktatörü Salazar da aynı şekilde davrandı.
Eski İspanyol müstemlekesi Latin Amerika'da antipati uyandırmaktan korkan ve onları Sovyetlerin kucağına itmek istemeyen ABD, 1953'te İspanya ile askerî pakt imzalayınca, Franco'nun milletlerarası itibarı düzelmeye yüz tuttu. İç politikada liberalizme temayül etti. 1947'deki referandum ile krallık rejimini tekrar kurdu, fakat son kralın veliahdini tahta çağırmaktan imtina etti. Çünki veliahd, demokrasi şartını ileri sürüyordu. Franco 1967'de serbest seçimlere izin verdi. 1969'da son İspanya kralının torunu genç prens Juan Carlos'u tahtın vârisi ilan etti.
Uzun bir hastalık devresinin ardından vefat eder etmez, İspanya'da krallık ihya edildi ve Juan Carlos kral sıfatıyla devletin başına geçti. Kral, memleketi süratle demokrasiye götürdü. Avrupa'nın güçlü ve zengin ülkeleri arasına sokmaya muvaffak oldu.
TİLKİYE EMANET EDİLEN TAVUK
İç savaşın en hareketli günlerinde, Madrid'i elinde tutan komünist cumhuriyetçiler, Franco kumandasındaki milliyetçi güçlerin eline geçmesinden korktuğu için İspanya'nın asırlar boyunca istif ettiği çil çil altın külçelerini başka bir yere nakletmek lüzumunu hissettiler. Stalin'den yardım istediler.
Tahta sandıklar içindeki 500 ton altın, Cartagena deniz üssüne; buradan da kamyonlarla limana taşındı. Oradan, komünistlere silah ve mühimmat getirmiş olan bir Rus ticaret filosuna yüklenerek Rusya'ya götürüldü. Stalin, bu parlak zaferin şerefine ziyafet verdi; tabii savaş bitince de altınların üstüne yattı.
Franco, altınların acı hikâyesini, Madrid'i ele geçirip idareyi ele aldığı gün öğrendi. 18 sene bundan kimseye bahsetmedi. Aksi takdirde zaten değeri düşük olan İspanyol parası, daha da değer kaybedecekti. Ancak altınları veren komünistlerin maliye bakanı 1956'da ölünce, arşivinden buna dair vesikalar çıktı.
İş duyulunca, meşhur Rus gazetesi Pravda, komünist cumhuriyetçilere sattığı silah mukabilinde 500 ton altın aldığını, bunların sosyalist cumhuriyetçilere yapılan yardımlara karşılık sayıldığını itiraf etti; hatta bunun yetmediğini, İspanya'nın 250 ton daha altın vermesi gerektiğini yazdı. Bilahare bu sevkiyata nezaret eden NKVD generalinin hatıralarında hâdise tafsilatıyla anlatıldı. Cumhuriyetçilerin İspanya'ya son kazığı olan mesele de böylece kapandı.
FORMÜL
Politikacı ve diktatörlerin çoğu gibi Franco hakkında da fıkralar uydurulmuştur. "Milleti bu kadar sene sessiz sedasız idare etmenizin formülü nedir?" diye sormuşlar. Kolay, demiş, 3F+1S formülü. Nedir o, diye sormuşlar. "Futbol, fiesta (eğlence), flamenco (dans) ve siesta (öğle uykusu)" diye cevap vermiş.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
Türkiye Gazetesi