Günümüzde iletişim araçlarında meydana gelen hızlı değişime paralel olarak toplumsal yapı bireyler arası ve aile içi ilişkiler değişmiş özellikle çiftlerin birbirlerinden iletişim, sosyal ve ekonomik beklentileri artmıştır. İlişkilerde, beklentilerini karşılayamama durumunda zayıflayan aile ve toplumsal bağlarla birlikte boşanmalarda hızlı artış görülmektedir. Bunun sonucu olarak babasız evlerde büyüyen çocukların kişilik, duygusal ve sosyal gelişimlerinde büyük farklılıklar gözlemlenir. Bağımlı, saldırgan ve öfke kontrol güçlüğü ile benlik saygısının düşük olduğu gibi önemli sonuçlar, araştırmalarda saptanır. Okulda da başarı düzeyi düşük ve otoriteye başkaldırdıkları gözlenir. Tek ebeveynli çocukların uyuşturucu, alkol, kumar ve saldırganlığa daha çok eğilimli olduğu saptanır. Çatışmalar sonucu yıpranmış bir ailede yaşayan çocukların, boşanmış ailelere oranla daha fazla problem yaşadığı gözlemlenmiştir.
ÇOCUKLAR ÜZERİNDE YAPILAN ARAŞTIRMALAR
Wallerstein ve Kelly (1980) 5 yıllık takip ettikleri 9–12 yaş erkek çocuklarında yaptığı araştırmada boşanma kararı veya erken yaş evresinde kızgınlık yaşayan grubun, kızgınlığının daha da arttığını belirtmektedir. Bunların davranım bozukluğu belirtileri; öfke patlamaları, anne-babaya karşı gelme, suç işleme, okul başarısızlığı ve okuldan kaçma gibi sorunları daha sık gösterdiği yolundaydı.
Walter ve Ramber (1981) latans* döneminde boşanmayı yaşamış erkek çocukların ergenlik döneminde okul başarısızlığı ev okuldan kaçma olaylarını sık yaşadıkları, oysa bu dönemdeki kızların okul problemleri az gösterdikleri yolundaydı. Kurdek ve Berg (1983) latans döneminde boşanma yaşamış çocukları 10 yıllık takiplerinde, kızların erkeklere oranla anlamlı derecede daha iyi uyum sağladığını belirlemiştir. Kızlar erkeklere oranla boşanmayı daha kabullenici oluyor, babayla temasın kaybına daha az olumsuz tepki gösteriyorlardı. Uyum sağlamanın boşanan eşler arasındaki çatışmanın derecesi ile ilişkili olduğunu saptamışlardır.
Hetherington (1972) okul öncesi ve latans* döneminde boşanmayı yaşamış kızları ergenlik dönemlerinde değerlendirmiş: okul öncesi yıllarda boşanmayı yaşamış kızlarda heteroseksüel davranışları daha ciddi bulmuştur (erkeklerle etkileşimde artmış anksiyete ve baştan çıkarıcılık). Kızgınlığı ergenliğe taşınmış kızların bir grubunda; artmış cinsel aktivite ve rastğele cinsel ilişkiye girme oranı fazlaydı.
*Latans: Psikanalizdeki 6-12 yaş arası gelişme dönemini kapsar.
TEK EBEVEYNLİ ÇOCUKLARA YAKLAŞIM
Babanın çocuğun gelişimindeki önemini ortaya koyan çok sayıda araştırmaya rağmen, babalar annelere oranla çocukların duygusal ve davranışsal sorunlarının araştırılmasına ve aile danışmanlığına daha az katılır. Çocuk odaklı terapilere anne babanın birlikte katılması, ebeveynler arasındaki çatışma ve çocuğu da etkileyen evlilik sorunları üzerinde çalışmaya imkân verir. Araştırma sonuçları, psikolojik danışmanların hem çocuk ve ergen odaklı çalışmalarda hem de aile danışmanlığı ve rehberliği çalışmalarında, anneyle birlikte baba katılımını sağlamaya çalışmasının yardım süreci açısından önemini ortaya koymaktadır.
Çocukların kişilik, duygusal, davranışsal ve sosyal gelişim dönemlerinde ebeveynleri ile kurduğu rol, model ilişkisi önemlidir. Ana-babalarını; kız çocukları için anne, erkek çocukları içinse baba modeli sağlıklı gelişimleri açısından yeri ve önemi ortadadır.
Ayrıca akrabalarını, arkadaşlarını, öğretmenlerini ve onların gözünde değeri olan diğer insanları izleyerek paylaşma, liderlik, arkadaşlık kurma ve olaylara olumlu yaklaşma gibi becerilerini geliştirirler. Boşanma, kayıp veya farklı nedenlerle çocuklarıyla yalnız yaşamak zorunda olan ebeveynler öncelikle kendilerine güvenmelidirler.
Karı-Koca rolü sonlansa da anne- baba rolünü işbirliği ve iletişim içerisinde sürdürmelidirler. Çocuklarıyla açık, demokratik iletişim içerisinde çocuklarının duygularını anlamaya çalışmalılar.
Çocukları suçlayıcı ve eleştirici tutumlardan kaçınmak, benlik saygısını geliştirici, olumlu yaklaşımlarda bulunmak, kendini ifade etmesine fırsat vererek gelişim dönemlerine uygun olarak yaşamın sorumluluklarını almaları desteklenmelidir.
Ailenizin kendine özgü koşulları içerisinde ayrı yaşama ve boşanmanın ne anlama geldiğini çocuklara anlatmak gerekir. Çocuklarınıza, yaşlarına uygun biçimde, boşanmanın onları nasıl etkileyeceğini somut olarak açıklayıcı bilgiler verin.
Çocuklarınızı her zaman sevileceklerine ve en iyi şekilde bakılacaklarına inandırın ve güven verin.
Eski eşinizle ilişkiyi mümkün olduğu kadar sorunsuz sürdürün. Bu mümkün değilse, sorunları çocuklara yansıtmayın. Çocuklarınızın sizin için yeri doldurulamaz ve değerli varlıklar olduğunu hissetmelerini sağlayın. (Fatih Kılıçarslan / Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sosyal Hizmet Uzmanı, Başhekim Yardımcısı)
BİR BABA VE EŞ OLARAK HZ. MUHAMMED
Hz. Peygamber, her insan ve baba gibi çocuklarına sevgi, şefkat ve merhamet duymuş, onların mutlu olmaları için kendi şartları içinde elinden gelen gayreti göstermiştir. Bir baba olarak evlatlarının her şeyiyle yakından ilgilenmiştir. Çocuğu henüz doğmadan önce anne ile yakından ilgilenmiş, onlar doğduktan sonra ise yakın ilgi ve alakasını evlatlarından hiç eksik etmemiştir. Efendimiz 'in (s.a.v.) kız-erkek ayrımı gözetmeden çocuklarını sevmesi, okşaması, koklaması günümüzdeki bazı anlayış ve alışkanlıkların sünnetten ne kadar uzak olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.
Bilindiği gibi Hz. Muhammed'in hem erkek hem kız çocukları dünyaya gelmiş; erkek çocukları çok küçük yaşlarda hayatlarını kaybederken, kız çocukları ergenlik dönemine ulaşıp evlenmişlerdir. Kızlarının üçü kendisinden önce, biri ise kendisinden kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Üç kızından torunları olmuş, ancak soyu sadece kızı Fâtıma ile devam etmiştir. Çocuklarından Kâsım, Tahir, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma, Hz. Hatice'den (r.anha) Mekke'de; Mısırlı cariyesi Mâriye'den ise İbrahim, Medine'de doğdu. (Aleyhimüsselam ecmaîn).
Bir baba ve eş olarak Hz. Muhammed, ailesinde saygın ve sözü dinlenir bir konuma sahipti. Çünkü dönemin Arap toplumu, kabile düzenine dayanmakta, kabile üyeleri baba yoluyla çoğalmakta, soy ağacı onunla anılmakta, aileyi o temsil etmekte ve aileden daima baba sorumlu olmaktaydı.
Hz. Muhammed bir baba olarak gerek erkek gerekse kız çocukları doğduğunda sevinmiş, oğullarının ölmesine çok üzülmüştür. Erkek çocukları öldükten sonra Hz. Muhammed, kendisinden on yaş küçük olan kölesi Zeyd b. Hâriseyi, ailesinin satın almak istemesi üzerine azat etmiş, fakat Zeyd onun yanında kalmayı tercih edince onu evlat edinmiştir. Bu tarihten sonra Zeyd, Hz. Muhammedin oğlu olarak anılmaya başlanmıştır.
KURALLARA UYMAKTA AYRICALIK TANIMADI
Hz. Muhammed 40 yaşında Allahın elçisi olarak görevlendirildiğinde (610) önce kendi ailesini İslam‟a davet etmiş, ailesinden kendisine başta eşi Hatice olmak üzere, evlatlığı Zeyd, kızları Zeyneb, Rukıyye, Ümmü Kulsûm ve Fâtıma ile amcazadesi Ali iman edip Müslüman olmuşlar ve böylece ilk inananlar grubunu oluşturarak onunla birlikte namaz kılmaya başlamışlardır. Daha sonra bu aileye evlendiği kocasından ayrılarak yanına dönen azatlısı Bereke katılmış ve Rasûlullah onu peygamberliğin ikinci veya üçüncü yılında evlatlığı Zeyd ile evlendirmiştir (612-613). Bu evlilikten Rasûlullah‟ın torunu konumundaki Üsâme b. Zeyd dünyaya gelmiş (613) ve böylece onun ailesinde yaşayanların sayısı artmıştır.
Hz. Peygamber bir insan olarak çocukları doğduğunda sevinmiş, onlara sevgi ve şefkat göstermiş, dönemin örfüne göre doğumdan itibaren yapılması gerekenleri yapmıştır. Çocukları ölünce çok üzülmüş, cenazeleriyle yakından ilgilenmiş, ilahi takdirin önüne geçilemeyeceğini, insanın merhamet ve acı duygusunu kalbinde hissedip bunu gözyaşlarıyla göstermesinin normal olduğunu belirtmiş, bizzat gözlerinden yaşlar akıtmış, ahirette buluşacak olmanın üzüntülerini hafiflettiğini söylemiştir.
Kızlarından İslam'ın kurallarına uymalarını ve âhirete hazırlıklı olmalarını istemiş, suç işlediklerinde kendilerine ayırım yapılmayacağını belirtmiştir. Çocuklarına sevgi ve merhamet göstermesine rağmen, kurallara uymakta onlara ayrıcalık tanımamıştır. Evlatlığı Zeyde hem babalık hem de arkadaşlık yapmış, onun oğlu Üsâme‟yi torunu gibi kabul edip yetiştirmiştir.
Aliyi de en yakını olarak telakki edip kardeşi gibi görmüştür. Torunlarıyla çok yakından ilgilenmiş, sevgi, şefkat ve merhametini eksik etmemiştir. Torunları Ümâme, Hasan, Hüseyin ve evlatlığından torunu Üsâme ile yakından ilgilenmiş, onları sevmiş, kucağına alıp okşamış, gönüllerini alıcı davranışlarda bulunmuş, üzülmelerini istememiştir.
Kendisiyle yakın ilişki içinde bulunduğu, bir bakıma himayesinde yaşayan Fâtımanın lüks bir yaşam sürmesini veya böyle bir görüntüye yol açacak davranışta bulunmasını, babasının imkânlarını kullanarak müreffeh bir hayat yaşadığı imajının oluşmasını istememiş, bu nedenle onun bazı isteklerini geri çevirdiği gibi, lüks bir yaşama işaret eden bazı eşyaları kullanmasını hoş karşılamamıştır. Hz. Peygamber, her insan ve baba gibi çocuklarına sevgi, şefkat ve merhamet duymuş, onların mutlu olmaları için kendi şartları içinde elinden gelen gayreti göstermiştir. ( Hz. Muhammed'in Çocuklarıyla İlişkileri, Kenan Ayar, Yrd. Doç. Dr, Ondokuz MayısÜniversitesi, İlahiyat Fak., İslam Tarihi Anabilim Dalı)
EDEBİYATA YANSIYAN BABA ALGISI
Kafka, 'Babaya Mektup (Brief an den Vater)' adlı kitabında, babasının hayatında nasıl bir etki yarattığını uzun uzun anlatır. Sağlıklı bir ilişki değildir onlarınki ve bu durum 'Yargı', 'Ateşçi', 'Değişim' gibi eserlerine de yansır. Kafka'nın babası Hermann Kafka, ailesinin ekonomik olarak yoksul bir yaşam sürmesi nedeniyle daha çocuk yaşlarda değişik işlerde çalışmaya başlar. İlerde varlıklı bir ailenin kızı olan Julie ile evlenmesi toplumsal konumunda bir rahatlama sağlasa da kendi azmi, çalışmasıyla bu durumu sağlamlaştırır.
Babasının istisnai olarak genelde suskun bir ıstıraba gömüldüğü durumları Kafka harikulâde bulur; çünkü böyle zamanlarda sevgi ve iyi yürekliliğiyle tüm karşıt güçleri yenen babası, kendisini doğrudan sarıp duygulandırır. Ve babasından seyrek olarak gördüğü bir başka durum; sessiz, memnun, evet diyen bir gülümseyişle bakarak karşısındakini mutlu etmesi…
Aralarındaki yabancılaşmanın kendisini alıkoyması sebebiyle Kafka, babasının kendisine sunduklarından yararlansa da bunu utanç, bezginlik, güçsüzlük ve suçluluk bilinci içinde yapmaktadır. Babayla olan ilişkisinin yansıması sonucu çevresindeki insanları erişilmeyecek kadar üstün görür. İnsanlara karşı güvensizliği kendisine karşı güvensizliğe dönüşür, kendi dışındaki her şeyden sürekli korkar.
"BİRBİRİMİZİ HEP BÖYLE ANLAMADAN SEVDİK"
Oğuz Atay da tıpkı Kafka gibi babasına anlatamadığı şeyler olduğunu düşünür. Ve o da babasına mektup yazar. Ölümünden iki yıl sonra yazdığı mektupta Atay, babasının bildiği şeylerin yanı sıra bilmediği şeylere de değinir; cenaze töreninin nasıl olduğu gibi. Babasının hayat hikâyesini bahane ederek aslında kendinden bahseder. Ölümünden sonra kendisindeki değişimlere değinir. Örneğin daha muhafazakâr olmuştur.
Yazar, babasıyla farklılıklarına, daha az olmakla birlikte benzerliklerine, özellikle yaşı ilerledikçe olan benzerliklerine değinir. Babası kendisini sunmasını hiç becerememiştir. Bu duruma kendini de katan yazar şöyle der kitabında: "Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik." ( MaviMelek, edebiyat, kültür, sanat platformu)
EDEBİYATTA BABA-OĞUL ÇATIŞMALARI
Ümit Yaşar Oğuzcan ve oğlu
Ümit Yaşar Oğuzcan'ın melankolik bir şair olduğu herkesçe bilinir. Ancak yaşamı boyunca 24 kez intihara kalkıştığını pek kimse bilmez. Şairle ilgili asıl çarpıcı detaysa bambaşkadır. Şairin 17 yaşındaki oğlu bir gün babasının bu yaptığını yapmaya çalışır ve Galata Kulesi'ne çıkıp kendisini aşağıya atar. Başına gelen bu sarsıcı olaydan sonra Ümit Yaşar Oğuzcan kahrolur ve oğlunun arkasından şu dizeleri söyler:
Halikarnas Balıkçısı ve babası
Halikarnas Balıkçısı lakabıyla bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın, babasıyla arası pek iyi değildir. Ve bir gün, Halikarnas Balıkçısı henüz 28 yaşındayken, babasıyla arasında hararetli bir tartışma çıkar. Tartışmanın konusu, yazarın Aniesi adındaki karısıdır. Söylenenlere göre o dönemde şairin babasıyla karısı arasında yasak bir ilişki olduğu dedikodusu varmış.- Aralarındaki tartışma şiddetlenince yazar silahını çekip babasına ateş eder. Babasını öldüren Halikarnas Balıkçısı bu sebeple 14 yıl hüküm giyer.
Cemal Süreya ve oğlu
Cemal Süreya'nın oğlu Memo Emrah fikirsel olarak babasından çok farklıdır. Memo Emrah, akrabalarının yanında vakit geçirdikten sonra "İslamcı" biri haline gelir. Ve babasıyla aralarındaki fikir ayrılıkları şiddetli tartışmalara döner. Bir gün Cemal Süreya'nın eski karısıyla oğlu arasında bir gerginlik yaşanır. Tartışma sırasında oğlu Memo'nun yumruğu, -yanlışlıkla mı bilemeyiz- Cemal Süreya'nın başına isabet eder. Bu tarz olaylar aralarında sürekli yaşanır ve Süreya oğlu tarafından sürekli hırpalanır. Babasının yolundan gitmek istemeyen oğlu, şair babasını çok üzer.
Halit Ziya Uşaklıgil ve oğlu
Halit Ziya Uşaklıgil'in iki oğlu vardır. Oğlu Vedat, Batı müziği eğitimi görmüş iyi bir piyanisttir. Yaşadığı bazı sıkıntılar sebebiyle, tıpkı Halit Ziya'nın diğer oğlu gibi o da intihar eder. Ve böylece Halit Ziya hayatında ikinci kere evlat acısı yaşamış olur. Sonrasında yazar, "Bir Acı Hikâye" adlı kitabında, oğlu Vedat'ın dramını ve yaşadığı büyük acıyı uzun uzun anlatır.
Mehmet Akif Ersoy ve oğlu
Emin Ersoy, M. Akif'in üç oğlunun ortancasıdır. M. Akif, yaşamı boyunca oğlu Emin'i hiç yanından ayırmaz ve pek çok ili birlikte gezerler. Hatta bununla ilgili olarak "Ben öleceksem oğlum da benimle ölsün" dediği kaynaklarda yer alır. Emin babasıyla geçirdiği yıllardan sonra askerliği sırasında hapse girer. Hapisten kaçar ancak yakalanır. Sonrasında da çok kötü bir yaşam geçirir. Meyhanelere düşer, eroinman olur. Hatta ona layık bir evlat olmadığını düşündüğü için, M. Akif'in oğlu olduğunu sakladığı söylenir. Hırsızlık yaptığı ve gazetecilere gidip kendisini tanıtarak para istediği olur. Ama kimseden bir yardım görmez. Ve nihayetinde soğuk bir kış gecesinde İstanbul Beşiktaş'ta bir kamyon kasasında ölü olarak bulunur. Onu çok seven babası, yaşama çok erken veda ettiği için; oğlunun ölüm şeklinden haberdar olamaz.
Tevfik Fikret ve oğlu
1895'te doğan Haluk, Tevfik Fikret'in içinde bulunduğu büyük ümitsizlik ortamında kendisine adeta yeni doğan kurtarıcı bir ışık olarak görünür. Tevfik Fikret oğlunu en iyi okullarda okutur, mühendislik eğitimi alması için yurt dışına gönderir. Ancak umudu, onun eğitimini tamamlayıp kendi ülkesine dönmesinden yanadır. Haluk ise dönmeye hiç niyetli değildir. Ve orada babasının hayal ettiğinden çok farklı bir yaşam sürer. Tevrik Fikret 1915'te hayatını kaybettiği sırada, oğlu yine Amerika'dadır. Tevfik Fikret'in ise "Yıkılıyorum… Yavrum, yavrum!" diye yaşama veda ettiği söylenir.
Kafka ve babası
Kafka'nın yaşamı baştan sona güçlü ve sert bir baba imgesinin gölgesinde geçer, babasıyla aralarında hiçbir zaman yakın bir ilişki kurulamaz. Bu sağlıksız baba-oğul ilişkisi Kafka'nın içine kapanmasını hızlandırır. Babasına anlatamadığı çok şey vardır Kafka'nın. Anlatmayı düşündüğündeyse kendisini ve babasını yaşlanmış bulur. Ve sonrasında, "Babaya Mektup" kitabını edebiyata kazandırır.
Dostoyevski ve babası
Ünlü yazar Dostoyevski, çocukluğunu çoğu zaman sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçirir. Daha küçük yaşlardayken annesini tüberkülozdan kaybeder. Annesinin ölümünden sonra da disipliniyle tanınan bir mühendislik okuluna gönderilir. Dostoyevski, oğluna düzenli gelir sağlamayı reddeden bir babaya sahiptir. Bu durum onun hastalıklı içe kapanıklığını daha da artırır. Babasıyla arasındaki bu sağlıksız ilişkinin bir sonucu olarak; babasının ölüm haberini de ondan uzaktayken alır. Ve Dostoyevksi, onun ölümünü istediği düşüncesi yüzünden depresyona girer. Sara nöbetlerinin ilkini hayatının bu döneminde geçirir. (Listelist, Edebiyatta Yer Alan Sıradışı Baba-Oğul Çatışmaları)
Derlenmiştir.