Bir önceki yazımızın devamı.
İslam düşmanlarının İslam dünyasına ve Müslümanlara sürekli saldırmaları karşısında bizim almamız gereken önlemlerle takınmamız gereken tavırlar neler olmalıdır? Yüce lider ve Rasul Hz. Peygamber'in bu hadisindeki önemli hususlardan diğer ikisi bunu açıkça ifade etmektedir: Ölüm korkusuna kapılmak ve dünya sevgisi…
Ölüm korkusu taşıyan ve düşmanından korkan bir millet ve toplum daha mücadele ve savaş başlamadan yenik düşmüş demektir. İşte mü'minler, düşman karşısında fiili savaş veya soğuk savaşta Allah'ın yardımına mazhar olabilecek niteliklere sahip olmak zorundadırlar. Eğer Allah'ın dinini yüceltmek ve böylece kendileri de yücelmek istiyorlarsa Cenab-ı Allah Bedir'de, Uhud'ta, Hendek'te, Nadiroğullarının Medine'den sürülmeleri esnasında mü'minlere düşmanlarının kalbine korku salmak suretiyle yardımcı olmuştur. Mü'minlerin yüce Allah'ın bu şekilde yardımına mazhar olmalarının sebeplerine de değinilmiştir. İşaret ettiğimiz ayet-i kerimelerde ya da onlara yakın diğer ayetlerde bu zaferler hep dile getirilmiştir. Bu açıdan bu buyruklara baktığımızda görürüz ki, Bedir'de yüce Allah'ın mü'minlere yardım etmesinin sebebi düşmanlarının iman etmeyip Allah'ın varlığına karşı gelmeleri veya onun hükümlerinin tanımıyor olmaları (Enfal, 8/12), Uhud'ta yardımın sebebi düşmanlarının Allah hakkında hiçbir delil indirmediği varlıkları O'na ortak koşmaları, yani müşrik olmaları (Al-i İmran, 3/151), Nadiroğullarının sürülmeleri sırasında kalplerine korku salınmasının sebebi ise kitap ehli olmakla birlikte Hz. Peygamber'in risaletini bile bile inkar ederek İslam'a ve Müslümanlara düşmanlık edip Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleri gösterilmektedir.
O halde savaşta zaferi elde edebilmenin en büyük teminatı olan böyle bir yardıma mazhar olmanın belli şartları vardır; bunlar da kâfirlerin özelliklerinden, fâsıkların niteliklerinden uzak durmak, Allah'ın istediği gibi yaşayıp Hz. Peygamber'in izinden ayrılmamak ve böylesi mü'minleri münafıklara karşı her zaman tercih edip samimi Müslümanları öne çıkarmaktır.
DÜNYA SEVGİSİ VE ŞEHADET ARZUSU
Hadis-i şerif İslam ümmetinin gördüğümüz aciz ve sefil, emperyalist dünya devletleri gözündeki değersizliğini "vehn" diye adlandırıyor ve "dünyayı sevmek ölümden de hoşlanmamak" diye tanımlıyor. Dünya sevgisi elbetteki insana ölümü sevimsiz gösterecektir. Hatta dünya sevgisi insanın kalbinde ne kadar yer etmişse ölümden o kadar nefret etmek söz konusudur. Bunun çaresi insanın ahirete gereği gibi, "yakîn ile" iman etmesi, ahiret nimetlerini ruhunda canlandırarak, yaşatarak bilip sevmesi, ahiret nimet ve ecrinin üstünlüklerinin, sonsuz değerlerini gözünün önünden uzaklaştırmaması, diğer yandan Allah'ın azabının gerçekleşeceği yer olan cehennemi, cehennemin o dayanılmaz, bitmek tükenmek bilmez azabını unutmaması, dehşetini hatırından çıkarmamasıdır. Şüphesiz ki kişinin şehadeti İslam'ın tanıttığı şekilde tanıması, bu makama erişmenin şerefini, üstünlüğünü bilmesi, şehitler için hazırlanmış mükafatlardan haberdar olup bunları gereğince tasavvur edebilmesi de fert ve toplum olarak, ümmet olarak Müslümanların güçlenmelerinin en büyük kaynakları arasında yer alır.
Nitekim Uhud savaşında mü'minler ordusunun nihai zaferi elde etmelerine bir adım kalmışken, bozguna uğrayıp yenilmelerinin sebebi, yılmaları, anlaşmazlığa düşüp çekişmeleri ve belli bir kesim de olsa dünyalıklara meyletmeleridir (Al-i İmran, 3/152). Hz. Peygamber de bir başka hadis-i şerifinde mü'minlerin dünyaya bağlanıp İslam düşmanlarına karşı direnişi ve mücadeleyi terk etmelerinin ilahi cezasını anlatırken: "Cihadı ihmal ederek sürekli ineklerin kuyruklarının arkasına takılıp kalırsanız, yani hep ziraatle ve dünyaya bağlılıkla uğraşıp durursanız, Allah yolunda İslam'ı yüceltmek ve İslam medeniyetine katkıda bulunmayı terk ederseniz, Allah üzerinize öyle bir bela indirir ki tekrar dininize geri döneceğiniz zamana kadar bu belayı üzerinizden kaldırmaz", mealinde buyurduğu sözler manidardır.
Buna göre ümmet olarak içine düştüğümüz bu zelil durumdan ve emperyalist saldırılardan kurtulabilmenin tek bir çaresi vardır. O da bütünüyle Allah'ın dinine dönmek. Yani Allah'ın dinini topluma, yeryüzüne insanların günlük hayatlarına hakim kılmaktır. Bu uğurda gereken her türlü fedakarlıkta bulunmak, hiçbir şeyi esirgememek, Allah'ın nurunu tamamlaması hedefine ulaşmak için üzerimize düşen görev ve sorumlulukları ifade etmek, eksiksiz olarak yerine getirmektir.
"Nice Peygamberler vardır ki, onların yanında birçok topluluklar (ribbiyyun: kendilerini Rabbe adamış kimseler) savaşmıştır. Fakat Allah yolunda kendilerine isabet eden (musibet)lerden dolayı gevşemediler, zaafa uğramadılar, boyun da eğmediler, Allah sabredenleri sever."
"Onların sözleri yalnızca ey Rabbimiz! günahlarımızı ve içimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla, ayaklarımıza sebat ver, kafirler topluluğuna karşı bize yardım et demelerinden ibaretti."
"Allah onlara dünya sevabını (zafer, üstünlük ve ganimeti, düşmanlara İslam'ın hükümlerini kabul ettirmeyi) ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah iyilik edenleri sever" (Al-i İmran,3/146-148).
Konumuz olan Hadis-i Şerif yenilginin, zilletin, sömürülmenin İslam düşmanlarının üzerimize üşüşerek saldırmalarının sebeplerini, bu ayet-i kerimeler de üstün olmanın, aziz olmanın, İslam'ın hükümlerini hakim kılmanın, İslam'a ve Müslümanlara düşmanlık eden emperyalistleri geri püskürtmenin ve hatta bu saldırılardan vazgeçmelerini sağlamanın yollarını gösteriyor.
İslam ümmeti her ayağa kalktığında her hamle yapıp medeniyetini ihya etme hareketleri gerçekleştirmek üzere çalışmalar yaptığında, emperyalist düşmanların bu saldırıya kalkıştıklarını hep görmüşüzdür. Biz güçlü ve korkusuz olduğumuz müddetçe de bize saldırmaları asla mümkün değildir. Hatta bizi güçlü gördüklerinde hep sinecek ve geriye çekileceklerdir.